Sayın Cumhurbaşkanım, Meclis Başkanım, Bakanlarımız, Millet Vekillerimiz, Valilerimiz, Kaymakamlarımız, Belediye Başkanlarımız, İl/İlçe Yöneticilerimiz, Muhtarlarımız, STK Temsilcilerimiz
1-7 Ekim Camiler ve Din Görevlileri Haftası dolayısıyla en yakın Cami ve Kuran Kurslarımızı ziyaret etmeye ve Din Görevlilerimizle hasbihal etmeye davet ediyorum.
#camilervedingorevlilerihaftasi
#BenimHocam #İyikiVarsinHocam #Diyanet
1-7 Ekim Camiler ve Din Görevlileri Haftası dolayısıyla en yakın Cami ve Kuran Kurslarımızı ziyaret etmeye ve Din Görevlilerimizle hasbihal etmeye davet ediyorum.
#camilervedingorevlilerihaftasi
#BenimHocam #İyikiVarsinHocam #Diyanet
Padişahın birisi bir gün hizmetçilerinden birine meyve verdi.
Hizmetçi meyveyi öyle iştahla yemeye başladı ki, padişah dayanamadı ve “Bir parça da bana ver” dedi.
Hizmetçi hemen o meyveden bir parça sundu. Ancak padişah meyveyi ısırır ısırmaz onun acı olduğunu fark etti ve kaşları çatıldı.
Hizmetçisine “Söyle bakalım, acı bir meyveyi neden bu kadar iştahla yedin?” dedi.
Bunun üzerine hizmetçi şu cevabı verdi:
“Padişahım şimdiye kadar elinden yüzlerce armağan aldım ve yedim.
Hepsi de birbirinden lezzetliydi. Bir kerecik de elinden acı meyve geldi diye suratımı asmam.”
Cağımızın en büyük hastalıklarından birisi verilen nimetlerin farkında olmamak ve şükretmemektir. Feridüddin Attar'ın Mantıku’t-Tayr eserinde yer verdiği olay bu gerçeği bizlere hatırlatıyor.
"Kuluna teşekkür etmeyi bilmeyen Rabbine nasıl şükretsin..."
Hizmetçi meyveyi öyle iştahla yemeye başladı ki, padişah dayanamadı ve “Bir parça da bana ver” dedi.
Hizmetçi hemen o meyveden bir parça sundu. Ancak padişah meyveyi ısırır ısırmaz onun acı olduğunu fark etti ve kaşları çatıldı.
Hizmetçisine “Söyle bakalım, acı bir meyveyi neden bu kadar iştahla yedin?” dedi.
Bunun üzerine hizmetçi şu cevabı verdi:
“Padişahım şimdiye kadar elinden yüzlerce armağan aldım ve yedim.
Hepsi de birbirinden lezzetliydi. Bir kerecik de elinden acı meyve geldi diye suratımı asmam.”
Cağımızın en büyük hastalıklarından birisi verilen nimetlerin farkında olmamak ve şükretmemektir. Feridüddin Attar'ın Mantıku’t-Tayr eserinde yer verdiği olay bu gerçeği bizlere hatırlatıyor.
"Kuluna teşekkür etmeyi bilmeyen Rabbine nasıl şükretsin..."
"Reyting adına, bütün aile, gelenek, ahlak ve inanç değerlerini hiçe sayarak şüyuu vukuundan beter çirkinlikleri ekranlara taşımak, gayr-i meşru ilişkileri sıradanlaştıran, şiddeti ve istismarı teşvik eden yayınlar yapmak milletimize, medeniyetimize, nesillerimize ve geleceğimize karşı işlenen büyük bir suçtur."
Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Ali ERBAŞ Hocamızın Ekim 2020'de yaptığı anlamlı çağrıya kulak verseydik bugün daha güzel olurdu.
Her geçen gün milletimizin, neslimizin aleyhine işlerken dijital ortamların aktörleri görevlerini icra etmeye, ifsat projelerini tek tek hayata geçirmeye devam ediyorlar. İçimizde sen ben kavgasıyla birbirimize düşmek yerine yangını söndürmek için daha çok adım atmış olsak bugün daha huzurlu olurduk.
Rabbim ailemizi, neslimizi, değerlerimizi, ekranlarımızı, geleceğimizi korumayı nasip etsin.
Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Ali ERBAŞ Hocamızın Ekim 2020'de yaptığı anlamlı çağrıya kulak verseydik bugün daha güzel olurdu.
Her geçen gün milletimizin, neslimizin aleyhine işlerken dijital ortamların aktörleri görevlerini icra etmeye, ifsat projelerini tek tek hayata geçirmeye devam ediyorlar. İçimizde sen ben kavgasıyla birbirimize düşmek yerine yangını söndürmek için daha çok adım atmış olsak bugün daha huzurlu olurduk.
Rabbim ailemizi, neslimizi, değerlerimizi, ekranlarımızı, geleceğimizi korumayı nasip etsin.
Akşamları tekkelerde iki soru sorulurmuş:
- Bugün gönül kırdın mı?
- Namazını kıldın mı?
Birinci soruya evet diyene ikinci soru sorulmazmış.
- Bugün gönül kırdın mı?
- Namazını kıldın mı?
Birinci soruya evet diyene ikinci soru sorulmazmış.
Biz müslüman geçinen insanların hali neden düzgün olmaz?
Yoksa biz gerçekten imanımızı zaafa uğratıp emanet bilincimizi ve güven duygumuzu mu kaybettik?
Şuursuzca etrafa savrulan küllere mi döndük?
Ahlâk pazarında tüccarlara sermeye mi olduk?
Ne oldu bize?
Ne oldu Asımın nesline?
Ne oldu Anadolunun saf çocuğuna?
Yoksa biz gerçekten imanımızı zaafa uğratıp emanet bilincimizi ve güven duygumuzu mu kaybettik?
Şuursuzca etrafa savrulan küllere mi döndük?
Ahlâk pazarında tüccarlara sermeye mi olduk?
Ne oldu bize?
Ne oldu Asımın nesline?
Ne oldu Anadolunun saf çocuğuna?
VEFA AH VEFA
Vefa denince aklına gelen ilk şey bir semt adı, bir boza markası, bir veli zat, birde vefasız insanlar mıdır?
"Vefa nedir bilir misin?
Vefa, arkanda bıraktığını giderken yaktığını yabana atmamandır.
Vefa, dostluğun asaletine sır dua sonrası verilen sözlere hayallere ihanet katmamandır.
Vefa, ötelerin sonsuz mükâfatı karşısında cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır."
"Dostlarını daima vefa ile hatırla can! Arayan sen ol, bulan sen, tanıyan sen ol, kucaklayan sen. Kula vefası olmayanın Hakka vefası olmaz." diyor Hz. Mevlâna
Efendimiz bizleri bir hadisleri ile şöyle uyarmaktadır:
“Kıyamet gününde her vefasızın, vefasızlığını belirtecek bir sancağı olacaktır.” ( Müslim, Cihad ve Siyer, 14)
Vefa; kişinin vadine, ahdine ve yeminine sadık kalması, borcunu ödemesi dostlarını unutmaması, onların dostluklarına ve iyiliklerine daha güzeliyle karşılık vermesidir. Zira vefanın temelinde sadakat, samimiyet, tevazu gibi ahlaki değerler yer almaktadır.
Günümüz insanın vefasızlığı, vefakarlıktan daha fazla bilmesi, duyması belki de Efendimizi tanımadığından, anlamadığından, ya da önemsemediğindendir.
Vefa en güzel şekliyle Efendimizin hayatına anlam katan ve bizlere yol gösteren bir ahlak ilkesidir. İnsanlık özelliğidir. İnsanı insan kılan, insanı özel hissettiren, kötü duygu ve düşüncelerden alıkoyan bir erdemdir.
● Sabahlara kadar ibadet etmesi Rabbine vefasını,
● Annesinin kabrini ziyaret etmesi, Hz. Hatice'yi, dostlarını, süt anne ve kardeşlerini hatırlaması ve onlara ikramı yakınlarına vefasını,
● Sözlestiği bir insanı saatlerce beklemesi, ahdinden ve Hudeybiye örneğinde olduğu gibi sözünden dönmemesi sözüne vefasını,
● Hz Alinin annesinin kabrine yatması, Bedir sonrası Mutim B. Adi'yi hatirlayarak söylediği sözler kendisine sahip çıkanlara vefasını,
● Uhudu ve şehitlerini her defasında yad etmesi dostluklarına vefasını, islam davasının sahiplerine vefasını,
■ Efendimizin neredeyse her cumartesi Kubaya gitmesi, zaman zaman Bakî kabristanlığını ziyareti onun yaşanmışlıklara dair vefasını,
● Şehit çocukları, dul ve yetimlerle ilgilenmesi, vefat eden dava arkadaşlarına vefasını,
● Mescidi Nebeviyi temizleyen kadının vefatını sonradan oğrenip mezarına gitmesi insana vefasını,
● İnleyen hurma kütüğünü okşamasi eşyaya vefasını,
● Hicret esnasında yanında bulunan emanetleri sahiplerine teslim edilmek üzere Hz. Ali'ye teslim etmesi emanete vefasını,
● Fetih sonrası Medineye dönüp orada vefat etmesi Ensar'a, zor zamanlarınada yanında duranlara vefasını,
● Soyunu, atalarını, geldiği yerleri, birlikte olduğu insanları her durum ve şartta hatırda tutması, geçmişle olan bağı, peygamberlere olan muhabbeti atalarına vefasını,
● Erkam b. Ebil Erkam'a hicret sonrasında ev hediye etmesi ve Bedir sonrası Mezruban isimli meşhur kılıcı hediye etmesi yapılan iyiliklere karşı vefasını bizlere göstermektedir.
Vefa, bazen susarak dertlenmektir.
Hz. Ayşe iftiraya uğrayınca Ensâr'dan bir kadın odasına girer ve bir kelime etmeden saatlerce ağlar. Hz. Ayşe der ki: "O kadının bu tavrını hiç unutamıyorum."
Ah vefa, vefasıza yar, bana vefasızsın vefa... unutma ki "Vefasızlık ağacını sulayan, ihanet meyvesi toplar." der büyüklerimiz.
■ Ceza evlerindeki acı hatıralar
■ Huzur evlerinde yalnızlığa terkedilenler
■ Cemaatsiz mabetler
■ Raflarda bulunup okunmayan, okunup amele dönüşmeyen Kur'anlar
■ Arayıp sorulmayan ebeveynler, eğitimciler, hocalar
■ Bir telefona, bir sese, bir dokunuşa, bir tebessüme hasret simalar
■ Hastahane köşelerinde, yataklarında yalnızlığına terk edilmiş halde ölümünü bekleyenler
■ Evlerinde vefat edip 15 gün, bir ay sonra haber alınanlar
■ Nice büyükler evlatları ile alakalı onlarca hikaye paylaştılar vefasızlık adına.
Belki de Yunus'un "Kim umar senden vefâyı,
Yalan dünya değil misin?" dediği gibiyiz. Ve aslında anlıyoruz ki "Vefa dosta/insana/varlığa sunulan en güzel hediyedir."
Fuzûlî boşuna demiyor:
"Dost bî-vefa, felek bî-rahm, devrân bî-sükûn,
Derd çok, hem-derd yok, düşman kavî, tâli' zebûn."
'Dost vefasız, felek acımasız, dünya karışık.
Vefa denince aklına gelen ilk şey bir semt adı, bir boza markası, bir veli zat, birde vefasız insanlar mıdır?
"Vefa nedir bilir misin?
Vefa, arkanda bıraktığını giderken yaktığını yabana atmamandır.
Vefa, dostluğun asaletine sır dua sonrası verilen sözlere hayallere ihanet katmamandır.
Vefa, ötelerin sonsuz mükâfatı karşısında cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır."
"Dostlarını daima vefa ile hatırla can! Arayan sen ol, bulan sen, tanıyan sen ol, kucaklayan sen. Kula vefası olmayanın Hakka vefası olmaz." diyor Hz. Mevlâna
Efendimiz bizleri bir hadisleri ile şöyle uyarmaktadır:
“Kıyamet gününde her vefasızın, vefasızlığını belirtecek bir sancağı olacaktır.” ( Müslim, Cihad ve Siyer, 14)
Vefa; kişinin vadine, ahdine ve yeminine sadık kalması, borcunu ödemesi dostlarını unutmaması, onların dostluklarına ve iyiliklerine daha güzeliyle karşılık vermesidir. Zira vefanın temelinde sadakat, samimiyet, tevazu gibi ahlaki değerler yer almaktadır.
Günümüz insanın vefasızlığı, vefakarlıktan daha fazla bilmesi, duyması belki de Efendimizi tanımadığından, anlamadığından, ya da önemsemediğindendir.
Vefa en güzel şekliyle Efendimizin hayatına anlam katan ve bizlere yol gösteren bir ahlak ilkesidir. İnsanlık özelliğidir. İnsanı insan kılan, insanı özel hissettiren, kötü duygu ve düşüncelerden alıkoyan bir erdemdir.
● Sabahlara kadar ibadet etmesi Rabbine vefasını,
● Annesinin kabrini ziyaret etmesi, Hz. Hatice'yi, dostlarını, süt anne ve kardeşlerini hatırlaması ve onlara ikramı yakınlarına vefasını,
● Sözlestiği bir insanı saatlerce beklemesi, ahdinden ve Hudeybiye örneğinde olduğu gibi sözünden dönmemesi sözüne vefasını,
● Hz Alinin annesinin kabrine yatması, Bedir sonrası Mutim B. Adi'yi hatirlayarak söylediği sözler kendisine sahip çıkanlara vefasını,
● Uhudu ve şehitlerini her defasında yad etmesi dostluklarına vefasını, islam davasının sahiplerine vefasını,
■ Efendimizin neredeyse her cumartesi Kubaya gitmesi, zaman zaman Bakî kabristanlığını ziyareti onun yaşanmışlıklara dair vefasını,
● Şehit çocukları, dul ve yetimlerle ilgilenmesi, vefat eden dava arkadaşlarına vefasını,
● Mescidi Nebeviyi temizleyen kadının vefatını sonradan oğrenip mezarına gitmesi insana vefasını,
● İnleyen hurma kütüğünü okşamasi eşyaya vefasını,
● Hicret esnasında yanında bulunan emanetleri sahiplerine teslim edilmek üzere Hz. Ali'ye teslim etmesi emanete vefasını,
● Fetih sonrası Medineye dönüp orada vefat etmesi Ensar'a, zor zamanlarınada yanında duranlara vefasını,
● Soyunu, atalarını, geldiği yerleri, birlikte olduğu insanları her durum ve şartta hatırda tutması, geçmişle olan bağı, peygamberlere olan muhabbeti atalarına vefasını,
● Erkam b. Ebil Erkam'a hicret sonrasında ev hediye etmesi ve Bedir sonrası Mezruban isimli meşhur kılıcı hediye etmesi yapılan iyiliklere karşı vefasını bizlere göstermektedir.
Vefa, bazen susarak dertlenmektir.
Hz. Ayşe iftiraya uğrayınca Ensâr'dan bir kadın odasına girer ve bir kelime etmeden saatlerce ağlar. Hz. Ayşe der ki: "O kadının bu tavrını hiç unutamıyorum."
Ah vefa, vefasıza yar, bana vefasızsın vefa... unutma ki "Vefasızlık ağacını sulayan, ihanet meyvesi toplar." der büyüklerimiz.
■ Ceza evlerindeki acı hatıralar
■ Huzur evlerinde yalnızlığa terkedilenler
■ Cemaatsiz mabetler
■ Raflarda bulunup okunmayan, okunup amele dönüşmeyen Kur'anlar
■ Arayıp sorulmayan ebeveynler, eğitimciler, hocalar
■ Bir telefona, bir sese, bir dokunuşa, bir tebessüme hasret simalar
■ Hastahane köşelerinde, yataklarında yalnızlığına terk edilmiş halde ölümünü bekleyenler
■ Evlerinde vefat edip 15 gün, bir ay sonra haber alınanlar
■ Nice büyükler evlatları ile alakalı onlarca hikaye paylaştılar vefasızlık adına.
Belki de Yunus'un "Kim umar senden vefâyı,
Yalan dünya değil misin?" dediği gibiyiz. Ve aslında anlıyoruz ki "Vefa dosta/insana/varlığa sunulan en güzel hediyedir."
Fuzûlî boşuna demiyor:
"Dost bî-vefa, felek bî-rahm, devrân bî-sükûn,
Derd çok, hem-derd yok, düşman kavî, tâli' zebûn."
'Dost vefasız, felek acımasız, dünya karışık.
Dert çok, dert ortağı yok, düşman güçlü, talihim ise âciz'
#vefa #camilervedingörevlilerihaftasi #mevlidinebihaftasi
#vefa #camilervedingörevlilerihaftasi #mevlidinebihaftasi
İnsan nasihate ihtiyac duyan bir varlıktır. Zira hayatın hengamesinde aslî görevlerini ihmâl edebiliyor. Dikkati zayıflayabiliyor, Hak ve hakikatten uzaklaşabiliyor, yaratılış amacını, hesap ve kitabını gözden kaçırabiliyor.
Nasihat insanı kendine getiren bir dost, bir büyük, bir hoca, bir arif sözü olabilir. Bazen de insan kendi kendine nasihat etmesi, bazı hususları hatırlatması gerekir. Tıpkı Hz. Ömer'in yaptırdığı yüzüğün bir nasihat aracı olması gibi...
Gelin birlikte Yavuz Sultan Selim Hanın kendine nasihatine kulak verelim:
"Ey Câhil, aldanma endâmına fânî cihândır bu,
Kendi âşikâr ateşi gizli, külhândır bu,
İnsafı terk eyleme, makâmı imtihândır bu,
Gelen gideni görmez, iki kapılı hândır bu..."
Nasihat insanı kendine getiren bir dost, bir büyük, bir hoca, bir arif sözü olabilir. Bazen de insan kendi kendine nasihat etmesi, bazı hususları hatırlatması gerekir. Tıpkı Hz. Ömer'in yaptırdığı yüzüğün bir nasihat aracı olması gibi...
Gelin birlikte Yavuz Sultan Selim Hanın kendine nasihatine kulak verelim:
"Ey Câhil, aldanma endâmına fânî cihândır bu,
Kendi âşikâr ateşi gizli, külhândır bu,
İnsafı terk eyleme, makâmı imtihândır bu,
Gelen gideni görmez, iki kapılı hândır bu..."
"Her insanın bir derdi, bir ideali, bir davası olmalı.
Ey derdi olmayan insan, gidip pazardan dert satın al bulamazsan gel benden ödünç al…
Zira dertsiz, davasız, aşksız ve idealsiz insan yeryüzüne yüktür.’’
Feridüddin Attar
Ey derdi olmayan insan, gidip pazardan dert satın al bulamazsan gel benden ödünç al…
Zira dertsiz, davasız, aşksız ve idealsiz insan yeryüzüne yüktür.’’
Feridüddin Attar
“Kalbini camdan yaparsan, kıran çok olur.
Demirden yaparsan, sonu pas olur.
Denizden yap ki, giren kaybolsun, yüzmeyi bilen kurtulsun, bilmeyen boğulsun.”
Julia Roberts
Demirden yaparsan, sonu pas olur.
Denizden yap ki, giren kaybolsun, yüzmeyi bilen kurtulsun, bilmeyen boğulsun.”
Julia Roberts
“Allah'ım bizi bu sabah
Taksim edeceğin hayırdan
Hidayet vereceğin nurdan
Dağıtacağın rahmetten
Vereceğin rızıktan
Gidereceğin sıkıntıdan
Kaldıracağın musibetten
Ve koruyacağın fitneden
En Çok nasiplenen kullarından kıl.”
Hz. Ömer (r.a.)
Taksim edeceğin hayırdan
Hidayet vereceğin nurdan
Dağıtacağın rahmetten
Vereceğin rızıktan
Gidereceğin sıkıntıdan
Kaldıracağın musibetten
Ve koruyacağın fitneden
En Çok nasiplenen kullarından kıl.”
Hz. Ömer (r.a.)
KÖTÜLÜĞE_KARŞI_İYİLİK_İdris_YAVUZYİĞİT_2016.pptx
1.4 MB
Kötülüğe Karşı İyilik konulu sunum vaaz örneği
Asırlar önce Endülüs’te medresenin/üniversitenin kapısına müslümanlar şu kitabeyi yazmış, talebelere vizyon oluşturmuş!
Dünya dört şey ile ayakta durur:
1- Alimlerin ilmi,
2- Yöneticilerin adaleti,
3- Zenginlerin cömertliği,
4- Fakirlerin duası.
Dünya dört şey ile ayakta durur:
1- Alimlerin ilmi,
2- Yöneticilerin adaleti,
3- Zenginlerin cömertliği,
4- Fakirlerin duası.
Hicretin 9. Yılında cömertliği ile meşhur Hatem-i Tai'nin kabilesinin Yemen'de bulunan puthanesini ve Füls isimli büyük putunu yıkmak üzere Efendimiz, Hz. Ali'yi ve beraberinde bir kuvveti gönderir.
Hatem-i Tai'nin vefatı sonrası yerine geçen Kabile reisi Adiyy b. Hâtem kaçar ancak kız kardeşi zeki ve feraset sahibi olan Saffâne esir alınarak Medineye getirilir.
Efendimizi gördüğü bir esnada hürriyetine kavuşmak için Efendimize: "Yüksek affına, merhamet ve şefkatine sığınıyorum!"
"Ya Resulellah! Ben, aileleri koruyan, esirlerin esaret bağlarını çözen, açları doyuran, çıplakları giydiren, misafirleri ağırlayan, yemekler yediren, selamlaşmayı yayan Hatem-i Tai'nin kızıyım!"
Efendimiz:
"Ey kadın! Bu saydıklarım, gerçekten Müminlerin sıfatlarıdır! Keşke baban Müslüman olsaydı da onu rahmetle ansaydık."
Bu hadise bizlere İslamın güzelliğini ve Müslümanların bazı vasıflarını ifade ederken
(iman etmediği halde-insanlık için büyük buluşları olan, iyilik için çalışanların durumu vb) günümüz bazı söylemlerine de cevap niteliğindedir.
Hatem-i Tai'nin vefatı sonrası yerine geçen Kabile reisi Adiyy b. Hâtem kaçar ancak kız kardeşi zeki ve feraset sahibi olan Saffâne esir alınarak Medineye getirilir.
Efendimizi gördüğü bir esnada hürriyetine kavuşmak için Efendimize: "Yüksek affına, merhamet ve şefkatine sığınıyorum!"
"Ya Resulellah! Ben, aileleri koruyan, esirlerin esaret bağlarını çözen, açları doyuran, çıplakları giydiren, misafirleri ağırlayan, yemekler yediren, selamlaşmayı yayan Hatem-i Tai'nin kızıyım!"
Efendimiz:
"Ey kadın! Bu saydıklarım, gerçekten Müminlerin sıfatlarıdır! Keşke baban Müslüman olsaydı da onu rahmetle ansaydık."
Bu hadise bizlere İslamın güzelliğini ve Müslümanların bazı vasıflarını ifade ederken
(iman etmediği halde-insanlık için büyük buluşları olan, iyilik için çalışanların durumu vb) günümüz bazı söylemlerine de cevap niteliğindedir.
Bir öğrenci hocasına şöyle bir soru sorar: “Birçok kitap okudum ve çoğunu unuttum; o halde okumanın amacı nedir?”
Öğretmen o an cevap vermez; fakat birkaç gün sonra, o ve genç öğrenci bir nehrin kenarında otururken, öğretmen susadığını söyler ve çocuğa yerde duran eski, kirli bir süzgeçle su getirmesini ister.
Öğrenci, bunun mantıksız bir istek olduğunu bildiği için şaşırır. Ancak hocasına karşı gelemez ve süzgeci alıp bu anlamsız görevi yerine getirmeye başlar.
Her seferinde süzgeci nehre daldırıp hocasına biraz su getirmek istediğinde, daha ona doğru bir adım bile atamadan süzgeçteki su tamamen akıp gitmiştir.
Defalarca denese de ne kadar hızlı koşarsa koşsun, su süzgecin deliklerinden akarak kaybolur.
Bitkin halde hocasının yanına oturur ve şöyle der:
• Bu süzgeçle su getiremiyorum; beni affedin hocam, bu imkansız ve görevimde başarısız oldum.
• Hayır! diye yanıtlar yaşlı adam gülümseyerek - Başarısız olmadın. Süzgece bak: Şimdi parlıyor, tertemiz, tıpkı yeni gibi. Süzgecin deliklerinden sızan su onu temizledi.
• Kitap okuduğunda da - diye devam eder yaşlı Hoca, - sen bir süzgeç gibisin ve onlar da nehir suyu gibidir. Sayfalar arasında bulacağın fikirler, duygular, hisler, bilgi ve gerçek, onları hafızanda tutamasan bile, zihnini ve ruhunu temizleyecek, seni daha iyi ve yenilenmiş bir insan yapacak.
İşte okumanın amacı budur.
Alıntı
Öğretmen o an cevap vermez; fakat birkaç gün sonra, o ve genç öğrenci bir nehrin kenarında otururken, öğretmen susadığını söyler ve çocuğa yerde duran eski, kirli bir süzgeçle su getirmesini ister.
Öğrenci, bunun mantıksız bir istek olduğunu bildiği için şaşırır. Ancak hocasına karşı gelemez ve süzgeci alıp bu anlamsız görevi yerine getirmeye başlar.
Her seferinde süzgeci nehre daldırıp hocasına biraz su getirmek istediğinde, daha ona doğru bir adım bile atamadan süzgeçteki su tamamen akıp gitmiştir.
Defalarca denese de ne kadar hızlı koşarsa koşsun, su süzgecin deliklerinden akarak kaybolur.
Bitkin halde hocasının yanına oturur ve şöyle der:
• Bu süzgeçle su getiremiyorum; beni affedin hocam, bu imkansız ve görevimde başarısız oldum.
• Hayır! diye yanıtlar yaşlı adam gülümseyerek - Başarısız olmadın. Süzgece bak: Şimdi parlıyor, tertemiz, tıpkı yeni gibi. Süzgecin deliklerinden sızan su onu temizledi.
• Kitap okuduğunda da - diye devam eder yaşlı Hoca, - sen bir süzgeç gibisin ve onlar da nehir suyu gibidir. Sayfalar arasında bulacağın fikirler, duygular, hisler, bilgi ve gerçek, onları hafızanda tutamasan bile, zihnini ve ruhunu temizleyecek, seni daha iyi ve yenilenmiş bir insan yapacak.
İşte okumanın amacı budur.
Alıntı
“Aslında bütün hayatımız şerefli bir ölüm içindir”.
Ömer bin Abdülaziz’e bir kadın gelip “senin çocukluğunu bilirim” demiş, “yakışıklıydın, şimdi ne olmuşsun böyle, erimişsin.”
Müminlerin halifesi ona dönüp “ah be kadın, bir de toprağın altına girdiğimde beni görseydin, o gün ne çirkin olacağım” diye cevap vermiş.
Ömer bin Abdülaziz’e bir kadın gelip “senin çocukluğunu bilirim” demiş, “yakışıklıydın, şimdi ne olmuşsun böyle, erimişsin.”
Müminlerin halifesi ona dönüp “ah be kadın, bir de toprağın altına girdiğimde beni görseydin, o gün ne çirkin olacağım” diye cevap vermiş.
Üç istek sizi başkalarının kölesi haline getirir diyor Osho:
sevilme isteği,
beğenilme isteği,
takdir edilme isteği.
Bugün sosyal medyanın niçin kölesi olduğumuzun bir göstergesi sanıyorum gerçek hayatta bulamadığımız sevgi, beğeni, takdir yoksunluğudur. İnsan sevgiyi doyasıya hissetmek ister. İnsan yaptıklarının takdir edilmesini bekler. Bir birimizden esirgediğimiz duyguların hayattan kopan kölesi olmak…
sevilme isteği,
beğenilme isteği,
takdir edilme isteği.
Bugün sosyal medyanın niçin kölesi olduğumuzun bir göstergesi sanıyorum gerçek hayatta bulamadığımız sevgi, beğeni, takdir yoksunluğudur. İnsan sevgiyi doyasıya hissetmek ister. İnsan yaptıklarının takdir edilmesini bekler. Bir birimizden esirgediğimiz duyguların hayattan kopan kölesi olmak…
Güzellikleri şehrin kalbi camilerimizde buruşturan hocalarım Teşekkür ederim. İyiki varsınız.
İmam Hatip olarak görev yaptığım Erzurum Aziziye Dadaşkent Merkez Camiinde 2010-2012 yıllarında camimize internet bağlatmış, bilgisayar ve yazıcı imkanı sağlayarak üniversite öğrencilerimizin istifadesine sunmuştuk. Öğrencilerimiz ders, sınav, araştırma, ödev, proje vb hazırlıklarını camimizde gerçekleştirip çıktılarını alıp teşekkür edip bir gönül bağı inşa ederlerdi.
Biliyorum ki Camilerimiz ibadet yeri, muhabbet ocağı, sevgi mekânı, şehrin kalbî, maneviyatın merkezidir.
Camilerimizi imar ettiğimiz gibi ihya da edebilmeliyiz. Şehrin karmaşasından bunalan ruhların huzur bulduğu, arındığı, bilgilendiği mekanlara dönüşen Camilerimiz aslî hüviyetine kavuşacaktır.
İmam Hatip olarak görev yaptığım Erzurum Aziziye Dadaşkent Merkez Camiinde 2010-2012 yıllarında camimize internet bağlatmış, bilgisayar ve yazıcı imkanı sağlayarak üniversite öğrencilerimizin istifadesine sunmuştuk. Öğrencilerimiz ders, sınav, araştırma, ödev, proje vb hazırlıklarını camimizde gerçekleştirip çıktılarını alıp teşekkür edip bir gönül bağı inşa ederlerdi.
Biliyorum ki Camilerimiz ibadet yeri, muhabbet ocağı, sevgi mekânı, şehrin kalbî, maneviyatın merkezidir.
Camilerimizi imar ettiğimiz gibi ihya da edebilmeliyiz. Şehrin karmaşasından bunalan ruhların huzur bulduğu, arındığı, bilgilendiği mekanlara dönüşen Camilerimiz aslî hüviyetine kavuşacaktır.