Akşamları tekkelerde iki soru sorulurmuş:
- Bugün gönül kırdın mı?
- Namazını kıldın mı?
Birinci soruya evet diyene ikinci soru sorulmazmış.
- Bugün gönül kırdın mı?
- Namazını kıldın mı?
Birinci soruya evet diyene ikinci soru sorulmazmış.
Biz müslüman geçinen insanların hali neden düzgün olmaz?
Yoksa biz gerçekten imanımızı zaafa uğratıp emanet bilincimizi ve güven duygumuzu mu kaybettik?
Şuursuzca etrafa savrulan küllere mi döndük?
Ahlâk pazarında tüccarlara sermeye mi olduk?
Ne oldu bize?
Ne oldu Asımın nesline?
Ne oldu Anadolunun saf çocuğuna?
Yoksa biz gerçekten imanımızı zaafa uğratıp emanet bilincimizi ve güven duygumuzu mu kaybettik?
Şuursuzca etrafa savrulan küllere mi döndük?
Ahlâk pazarında tüccarlara sermeye mi olduk?
Ne oldu bize?
Ne oldu Asımın nesline?
Ne oldu Anadolunun saf çocuğuna?
VEFA AH VEFA
Vefa denince aklına gelen ilk şey bir semt adı, bir boza markası, bir veli zat, birde vefasız insanlar mıdır?
"Vefa nedir bilir misin?
Vefa, arkanda bıraktığını giderken yaktığını yabana atmamandır.
Vefa, dostluğun asaletine sır dua sonrası verilen sözlere hayallere ihanet katmamandır.
Vefa, ötelerin sonsuz mükâfatı karşısında cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır."
"Dostlarını daima vefa ile hatırla can! Arayan sen ol, bulan sen, tanıyan sen ol, kucaklayan sen. Kula vefası olmayanın Hakka vefası olmaz." diyor Hz. Mevlâna
Efendimiz bizleri bir hadisleri ile şöyle uyarmaktadır:
“Kıyamet gününde her vefasızın, vefasızlığını belirtecek bir sancağı olacaktır.” ( Müslim, Cihad ve Siyer, 14)
Vefa; kişinin vadine, ahdine ve yeminine sadık kalması, borcunu ödemesi dostlarını unutmaması, onların dostluklarına ve iyiliklerine daha güzeliyle karşılık vermesidir. Zira vefanın temelinde sadakat, samimiyet, tevazu gibi ahlaki değerler yer almaktadır.
Günümüz insanın vefasızlığı, vefakarlıktan daha fazla bilmesi, duyması belki de Efendimizi tanımadığından, anlamadığından, ya da önemsemediğindendir.
Vefa en güzel şekliyle Efendimizin hayatına anlam katan ve bizlere yol gösteren bir ahlak ilkesidir. İnsanlık özelliğidir. İnsanı insan kılan, insanı özel hissettiren, kötü duygu ve düşüncelerden alıkoyan bir erdemdir.
● Sabahlara kadar ibadet etmesi Rabbine vefasını,
● Annesinin kabrini ziyaret etmesi, Hz. Hatice'yi, dostlarını, süt anne ve kardeşlerini hatırlaması ve onlara ikramı yakınlarına vefasını,
● Sözlestiği bir insanı saatlerce beklemesi, ahdinden ve Hudeybiye örneğinde olduğu gibi sözünden dönmemesi sözüne vefasını,
● Hz Alinin annesinin kabrine yatması, Bedir sonrası Mutim B. Adi'yi hatirlayarak söylediği sözler kendisine sahip çıkanlara vefasını,
● Uhudu ve şehitlerini her defasında yad etmesi dostluklarına vefasını, islam davasının sahiplerine vefasını,
■ Efendimizin neredeyse her cumartesi Kubaya gitmesi, zaman zaman Bakî kabristanlığını ziyareti onun yaşanmışlıklara dair vefasını,
● Şehit çocukları, dul ve yetimlerle ilgilenmesi, vefat eden dava arkadaşlarına vefasını,
● Mescidi Nebeviyi temizleyen kadının vefatını sonradan oğrenip mezarına gitmesi insana vefasını,
● İnleyen hurma kütüğünü okşamasi eşyaya vefasını,
● Hicret esnasında yanında bulunan emanetleri sahiplerine teslim edilmek üzere Hz. Ali'ye teslim etmesi emanete vefasını,
● Fetih sonrası Medineye dönüp orada vefat etmesi Ensar'a, zor zamanlarınada yanında duranlara vefasını,
● Soyunu, atalarını, geldiği yerleri, birlikte olduğu insanları her durum ve şartta hatırda tutması, geçmişle olan bağı, peygamberlere olan muhabbeti atalarına vefasını,
● Erkam b. Ebil Erkam'a hicret sonrasında ev hediye etmesi ve Bedir sonrası Mezruban isimli meşhur kılıcı hediye etmesi yapılan iyiliklere karşı vefasını bizlere göstermektedir.
Vefa, bazen susarak dertlenmektir.
Hz. Ayşe iftiraya uğrayınca Ensâr'dan bir kadın odasına girer ve bir kelime etmeden saatlerce ağlar. Hz. Ayşe der ki: "O kadının bu tavrını hiç unutamıyorum."
Ah vefa, vefasıza yar, bana vefasızsın vefa... unutma ki "Vefasızlık ağacını sulayan, ihanet meyvesi toplar." der büyüklerimiz.
■ Ceza evlerindeki acı hatıralar
■ Huzur evlerinde yalnızlığa terkedilenler
■ Cemaatsiz mabetler
■ Raflarda bulunup okunmayan, okunup amele dönüşmeyen Kur'anlar
■ Arayıp sorulmayan ebeveynler, eğitimciler, hocalar
■ Bir telefona, bir sese, bir dokunuşa, bir tebessüme hasret simalar
■ Hastahane köşelerinde, yataklarında yalnızlığına terk edilmiş halde ölümünü bekleyenler
■ Evlerinde vefat edip 15 gün, bir ay sonra haber alınanlar
■ Nice büyükler evlatları ile alakalı onlarca hikaye paylaştılar vefasızlık adına.
Belki de Yunus'un "Kim umar senden vefâyı,
Yalan dünya değil misin?" dediği gibiyiz. Ve aslında anlıyoruz ki "Vefa dosta/insana/varlığa sunulan en güzel hediyedir."
Fuzûlî boşuna demiyor:
"Dost bî-vefa, felek bî-rahm, devrân bî-sükûn,
Derd çok, hem-derd yok, düşman kavî, tâli' zebûn."
'Dost vefasız, felek acımasız, dünya karışık.
Vefa denince aklına gelen ilk şey bir semt adı, bir boza markası, bir veli zat, birde vefasız insanlar mıdır?
"Vefa nedir bilir misin?
Vefa, arkanda bıraktığını giderken yaktığını yabana atmamandır.
Vefa, dostluğun asaletine sır dua sonrası verilen sözlere hayallere ihanet katmamandır.
Vefa, ötelerin sonsuz mükâfatı karşısında cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır."
"Dostlarını daima vefa ile hatırla can! Arayan sen ol, bulan sen, tanıyan sen ol, kucaklayan sen. Kula vefası olmayanın Hakka vefası olmaz." diyor Hz. Mevlâna
Efendimiz bizleri bir hadisleri ile şöyle uyarmaktadır:
“Kıyamet gününde her vefasızın, vefasızlığını belirtecek bir sancağı olacaktır.” ( Müslim, Cihad ve Siyer, 14)
Vefa; kişinin vadine, ahdine ve yeminine sadık kalması, borcunu ödemesi dostlarını unutmaması, onların dostluklarına ve iyiliklerine daha güzeliyle karşılık vermesidir. Zira vefanın temelinde sadakat, samimiyet, tevazu gibi ahlaki değerler yer almaktadır.
Günümüz insanın vefasızlığı, vefakarlıktan daha fazla bilmesi, duyması belki de Efendimizi tanımadığından, anlamadığından, ya da önemsemediğindendir.
Vefa en güzel şekliyle Efendimizin hayatına anlam katan ve bizlere yol gösteren bir ahlak ilkesidir. İnsanlık özelliğidir. İnsanı insan kılan, insanı özel hissettiren, kötü duygu ve düşüncelerden alıkoyan bir erdemdir.
● Sabahlara kadar ibadet etmesi Rabbine vefasını,
● Annesinin kabrini ziyaret etmesi, Hz. Hatice'yi, dostlarını, süt anne ve kardeşlerini hatırlaması ve onlara ikramı yakınlarına vefasını,
● Sözlestiği bir insanı saatlerce beklemesi, ahdinden ve Hudeybiye örneğinde olduğu gibi sözünden dönmemesi sözüne vefasını,
● Hz Alinin annesinin kabrine yatması, Bedir sonrası Mutim B. Adi'yi hatirlayarak söylediği sözler kendisine sahip çıkanlara vefasını,
● Uhudu ve şehitlerini her defasında yad etmesi dostluklarına vefasını, islam davasının sahiplerine vefasını,
■ Efendimizin neredeyse her cumartesi Kubaya gitmesi, zaman zaman Bakî kabristanlığını ziyareti onun yaşanmışlıklara dair vefasını,
● Şehit çocukları, dul ve yetimlerle ilgilenmesi, vefat eden dava arkadaşlarına vefasını,
● Mescidi Nebeviyi temizleyen kadının vefatını sonradan oğrenip mezarına gitmesi insana vefasını,
● İnleyen hurma kütüğünü okşamasi eşyaya vefasını,
● Hicret esnasında yanında bulunan emanetleri sahiplerine teslim edilmek üzere Hz. Ali'ye teslim etmesi emanete vefasını,
● Fetih sonrası Medineye dönüp orada vefat etmesi Ensar'a, zor zamanlarınada yanında duranlara vefasını,
● Soyunu, atalarını, geldiği yerleri, birlikte olduğu insanları her durum ve şartta hatırda tutması, geçmişle olan bağı, peygamberlere olan muhabbeti atalarına vefasını,
● Erkam b. Ebil Erkam'a hicret sonrasında ev hediye etmesi ve Bedir sonrası Mezruban isimli meşhur kılıcı hediye etmesi yapılan iyiliklere karşı vefasını bizlere göstermektedir.
Vefa, bazen susarak dertlenmektir.
Hz. Ayşe iftiraya uğrayınca Ensâr'dan bir kadın odasına girer ve bir kelime etmeden saatlerce ağlar. Hz. Ayşe der ki: "O kadının bu tavrını hiç unutamıyorum."
Ah vefa, vefasıza yar, bana vefasızsın vefa... unutma ki "Vefasızlık ağacını sulayan, ihanet meyvesi toplar." der büyüklerimiz.
■ Ceza evlerindeki acı hatıralar
■ Huzur evlerinde yalnızlığa terkedilenler
■ Cemaatsiz mabetler
■ Raflarda bulunup okunmayan, okunup amele dönüşmeyen Kur'anlar
■ Arayıp sorulmayan ebeveynler, eğitimciler, hocalar
■ Bir telefona, bir sese, bir dokunuşa, bir tebessüme hasret simalar
■ Hastahane köşelerinde, yataklarında yalnızlığına terk edilmiş halde ölümünü bekleyenler
■ Evlerinde vefat edip 15 gün, bir ay sonra haber alınanlar
■ Nice büyükler evlatları ile alakalı onlarca hikaye paylaştılar vefasızlık adına.
Belki de Yunus'un "Kim umar senden vefâyı,
Yalan dünya değil misin?" dediği gibiyiz. Ve aslında anlıyoruz ki "Vefa dosta/insana/varlığa sunulan en güzel hediyedir."
Fuzûlî boşuna demiyor:
"Dost bî-vefa, felek bî-rahm, devrân bî-sükûn,
Derd çok, hem-derd yok, düşman kavî, tâli' zebûn."
'Dost vefasız, felek acımasız, dünya karışık.
Dert çok, dert ortağı yok, düşman güçlü, talihim ise âciz'
#vefa #camilervedingörevlilerihaftasi #mevlidinebihaftasi
#vefa #camilervedingörevlilerihaftasi #mevlidinebihaftasi
İnsan nasihate ihtiyac duyan bir varlıktır. Zira hayatın hengamesinde aslî görevlerini ihmâl edebiliyor. Dikkati zayıflayabiliyor, Hak ve hakikatten uzaklaşabiliyor, yaratılış amacını, hesap ve kitabını gözden kaçırabiliyor.
Nasihat insanı kendine getiren bir dost, bir büyük, bir hoca, bir arif sözü olabilir. Bazen de insan kendi kendine nasihat etmesi, bazı hususları hatırlatması gerekir. Tıpkı Hz. Ömer'in yaptırdığı yüzüğün bir nasihat aracı olması gibi...
Gelin birlikte Yavuz Sultan Selim Hanın kendine nasihatine kulak verelim:
"Ey Câhil, aldanma endâmına fânî cihândır bu,
Kendi âşikâr ateşi gizli, külhândır bu,
İnsafı terk eyleme, makâmı imtihândır bu,
Gelen gideni görmez, iki kapılı hândır bu..."
Nasihat insanı kendine getiren bir dost, bir büyük, bir hoca, bir arif sözü olabilir. Bazen de insan kendi kendine nasihat etmesi, bazı hususları hatırlatması gerekir. Tıpkı Hz. Ömer'in yaptırdığı yüzüğün bir nasihat aracı olması gibi...
Gelin birlikte Yavuz Sultan Selim Hanın kendine nasihatine kulak verelim:
"Ey Câhil, aldanma endâmına fânî cihândır bu,
Kendi âşikâr ateşi gizli, külhândır bu,
İnsafı terk eyleme, makâmı imtihândır bu,
Gelen gideni görmez, iki kapılı hândır bu..."
"Her insanın bir derdi, bir ideali, bir davası olmalı.
Ey derdi olmayan insan, gidip pazardan dert satın al bulamazsan gel benden ödünç al…
Zira dertsiz, davasız, aşksız ve idealsiz insan yeryüzüne yüktür.’’
Feridüddin Attar
Ey derdi olmayan insan, gidip pazardan dert satın al bulamazsan gel benden ödünç al…
Zira dertsiz, davasız, aşksız ve idealsiz insan yeryüzüne yüktür.’’
Feridüddin Attar
“Kalbini camdan yaparsan, kıran çok olur.
Demirden yaparsan, sonu pas olur.
Denizden yap ki, giren kaybolsun, yüzmeyi bilen kurtulsun, bilmeyen boğulsun.”
Julia Roberts
Demirden yaparsan, sonu pas olur.
Denizden yap ki, giren kaybolsun, yüzmeyi bilen kurtulsun, bilmeyen boğulsun.”
Julia Roberts
“Allah'ım bizi bu sabah
Taksim edeceğin hayırdan
Hidayet vereceğin nurdan
Dağıtacağın rahmetten
Vereceğin rızıktan
Gidereceğin sıkıntıdan
Kaldıracağın musibetten
Ve koruyacağın fitneden
En Çok nasiplenen kullarından kıl.”
Hz. Ömer (r.a.)
Taksim edeceğin hayırdan
Hidayet vereceğin nurdan
Dağıtacağın rahmetten
Vereceğin rızıktan
Gidereceğin sıkıntıdan
Kaldıracağın musibetten
Ve koruyacağın fitneden
En Çok nasiplenen kullarından kıl.”
Hz. Ömer (r.a.)
KÖTÜLÜĞE_KARŞI_İYİLİK_İdris_YAVUZYİĞİT_2016.pptx
1.4 MB
Kötülüğe Karşı İyilik konulu sunum vaaz örneği
Asırlar önce Endülüs’te medresenin/üniversitenin kapısına müslümanlar şu kitabeyi yazmış, talebelere vizyon oluşturmuş!
Dünya dört şey ile ayakta durur:
1- Alimlerin ilmi,
2- Yöneticilerin adaleti,
3- Zenginlerin cömertliği,
4- Fakirlerin duası.
Dünya dört şey ile ayakta durur:
1- Alimlerin ilmi,
2- Yöneticilerin adaleti,
3- Zenginlerin cömertliği,
4- Fakirlerin duası.
Hicretin 9. Yılında cömertliği ile meşhur Hatem-i Tai'nin kabilesinin Yemen'de bulunan puthanesini ve Füls isimli büyük putunu yıkmak üzere Efendimiz, Hz. Ali'yi ve beraberinde bir kuvveti gönderir.
Hatem-i Tai'nin vefatı sonrası yerine geçen Kabile reisi Adiyy b. Hâtem kaçar ancak kız kardeşi zeki ve feraset sahibi olan Saffâne esir alınarak Medineye getirilir.
Efendimizi gördüğü bir esnada hürriyetine kavuşmak için Efendimize: "Yüksek affına, merhamet ve şefkatine sığınıyorum!"
"Ya Resulellah! Ben, aileleri koruyan, esirlerin esaret bağlarını çözen, açları doyuran, çıplakları giydiren, misafirleri ağırlayan, yemekler yediren, selamlaşmayı yayan Hatem-i Tai'nin kızıyım!"
Efendimiz:
"Ey kadın! Bu saydıklarım, gerçekten Müminlerin sıfatlarıdır! Keşke baban Müslüman olsaydı da onu rahmetle ansaydık."
Bu hadise bizlere İslamın güzelliğini ve Müslümanların bazı vasıflarını ifade ederken
(iman etmediği halde-insanlık için büyük buluşları olan, iyilik için çalışanların durumu vb) günümüz bazı söylemlerine de cevap niteliğindedir.
Hatem-i Tai'nin vefatı sonrası yerine geçen Kabile reisi Adiyy b. Hâtem kaçar ancak kız kardeşi zeki ve feraset sahibi olan Saffâne esir alınarak Medineye getirilir.
Efendimizi gördüğü bir esnada hürriyetine kavuşmak için Efendimize: "Yüksek affına, merhamet ve şefkatine sığınıyorum!"
"Ya Resulellah! Ben, aileleri koruyan, esirlerin esaret bağlarını çözen, açları doyuran, çıplakları giydiren, misafirleri ağırlayan, yemekler yediren, selamlaşmayı yayan Hatem-i Tai'nin kızıyım!"
Efendimiz:
"Ey kadın! Bu saydıklarım, gerçekten Müminlerin sıfatlarıdır! Keşke baban Müslüman olsaydı da onu rahmetle ansaydık."
Bu hadise bizlere İslamın güzelliğini ve Müslümanların bazı vasıflarını ifade ederken
(iman etmediği halde-insanlık için büyük buluşları olan, iyilik için çalışanların durumu vb) günümüz bazı söylemlerine de cevap niteliğindedir.
Bir öğrenci hocasına şöyle bir soru sorar: “Birçok kitap okudum ve çoğunu unuttum; o halde okumanın amacı nedir?”
Öğretmen o an cevap vermez; fakat birkaç gün sonra, o ve genç öğrenci bir nehrin kenarında otururken, öğretmen susadığını söyler ve çocuğa yerde duran eski, kirli bir süzgeçle su getirmesini ister.
Öğrenci, bunun mantıksız bir istek olduğunu bildiği için şaşırır. Ancak hocasına karşı gelemez ve süzgeci alıp bu anlamsız görevi yerine getirmeye başlar.
Her seferinde süzgeci nehre daldırıp hocasına biraz su getirmek istediğinde, daha ona doğru bir adım bile atamadan süzgeçteki su tamamen akıp gitmiştir.
Defalarca denese de ne kadar hızlı koşarsa koşsun, su süzgecin deliklerinden akarak kaybolur.
Bitkin halde hocasının yanına oturur ve şöyle der:
• Bu süzgeçle su getiremiyorum; beni affedin hocam, bu imkansız ve görevimde başarısız oldum.
• Hayır! diye yanıtlar yaşlı adam gülümseyerek - Başarısız olmadın. Süzgece bak: Şimdi parlıyor, tertemiz, tıpkı yeni gibi. Süzgecin deliklerinden sızan su onu temizledi.
• Kitap okuduğunda da - diye devam eder yaşlı Hoca, - sen bir süzgeç gibisin ve onlar da nehir suyu gibidir. Sayfalar arasında bulacağın fikirler, duygular, hisler, bilgi ve gerçek, onları hafızanda tutamasan bile, zihnini ve ruhunu temizleyecek, seni daha iyi ve yenilenmiş bir insan yapacak.
İşte okumanın amacı budur.
Alıntı
Öğretmen o an cevap vermez; fakat birkaç gün sonra, o ve genç öğrenci bir nehrin kenarında otururken, öğretmen susadığını söyler ve çocuğa yerde duran eski, kirli bir süzgeçle su getirmesini ister.
Öğrenci, bunun mantıksız bir istek olduğunu bildiği için şaşırır. Ancak hocasına karşı gelemez ve süzgeci alıp bu anlamsız görevi yerine getirmeye başlar.
Her seferinde süzgeci nehre daldırıp hocasına biraz su getirmek istediğinde, daha ona doğru bir adım bile atamadan süzgeçteki su tamamen akıp gitmiştir.
Defalarca denese de ne kadar hızlı koşarsa koşsun, su süzgecin deliklerinden akarak kaybolur.
Bitkin halde hocasının yanına oturur ve şöyle der:
• Bu süzgeçle su getiremiyorum; beni affedin hocam, bu imkansız ve görevimde başarısız oldum.
• Hayır! diye yanıtlar yaşlı adam gülümseyerek - Başarısız olmadın. Süzgece bak: Şimdi parlıyor, tertemiz, tıpkı yeni gibi. Süzgecin deliklerinden sızan su onu temizledi.
• Kitap okuduğunda da - diye devam eder yaşlı Hoca, - sen bir süzgeç gibisin ve onlar da nehir suyu gibidir. Sayfalar arasında bulacağın fikirler, duygular, hisler, bilgi ve gerçek, onları hafızanda tutamasan bile, zihnini ve ruhunu temizleyecek, seni daha iyi ve yenilenmiş bir insan yapacak.
İşte okumanın amacı budur.
Alıntı
“Aslında bütün hayatımız şerefli bir ölüm içindir”.
Ömer bin Abdülaziz’e bir kadın gelip “senin çocukluğunu bilirim” demiş, “yakışıklıydın, şimdi ne olmuşsun böyle, erimişsin.”
Müminlerin halifesi ona dönüp “ah be kadın, bir de toprağın altına girdiğimde beni görseydin, o gün ne çirkin olacağım” diye cevap vermiş.
Ömer bin Abdülaziz’e bir kadın gelip “senin çocukluğunu bilirim” demiş, “yakışıklıydın, şimdi ne olmuşsun böyle, erimişsin.”
Müminlerin halifesi ona dönüp “ah be kadın, bir de toprağın altına girdiğimde beni görseydin, o gün ne çirkin olacağım” diye cevap vermiş.
Üç istek sizi başkalarının kölesi haline getirir diyor Osho:
sevilme isteği,
beğenilme isteği,
takdir edilme isteği.
Bugün sosyal medyanın niçin kölesi olduğumuzun bir göstergesi sanıyorum gerçek hayatta bulamadığımız sevgi, beğeni, takdir yoksunluğudur. İnsan sevgiyi doyasıya hissetmek ister. İnsan yaptıklarının takdir edilmesini bekler. Bir birimizden esirgediğimiz duyguların hayattan kopan kölesi olmak…
sevilme isteği,
beğenilme isteği,
takdir edilme isteği.
Bugün sosyal medyanın niçin kölesi olduğumuzun bir göstergesi sanıyorum gerçek hayatta bulamadığımız sevgi, beğeni, takdir yoksunluğudur. İnsan sevgiyi doyasıya hissetmek ister. İnsan yaptıklarının takdir edilmesini bekler. Bir birimizden esirgediğimiz duyguların hayattan kopan kölesi olmak…
Güzellikleri şehrin kalbi camilerimizde buruşturan hocalarım Teşekkür ederim. İyiki varsınız.
İmam Hatip olarak görev yaptığım Erzurum Aziziye Dadaşkent Merkez Camiinde 2010-2012 yıllarında camimize internet bağlatmış, bilgisayar ve yazıcı imkanı sağlayarak üniversite öğrencilerimizin istifadesine sunmuştuk. Öğrencilerimiz ders, sınav, araştırma, ödev, proje vb hazırlıklarını camimizde gerçekleştirip çıktılarını alıp teşekkür edip bir gönül bağı inşa ederlerdi.
Biliyorum ki Camilerimiz ibadet yeri, muhabbet ocağı, sevgi mekânı, şehrin kalbî, maneviyatın merkezidir.
Camilerimizi imar ettiğimiz gibi ihya da edebilmeliyiz. Şehrin karmaşasından bunalan ruhların huzur bulduğu, arındığı, bilgilendiği mekanlara dönüşen Camilerimiz aslî hüviyetine kavuşacaktır.
İmam Hatip olarak görev yaptığım Erzurum Aziziye Dadaşkent Merkez Camiinde 2010-2012 yıllarında camimize internet bağlatmış, bilgisayar ve yazıcı imkanı sağlayarak üniversite öğrencilerimizin istifadesine sunmuştuk. Öğrencilerimiz ders, sınav, araştırma, ödev, proje vb hazırlıklarını camimizde gerçekleştirip çıktılarını alıp teşekkür edip bir gönül bağı inşa ederlerdi.
Biliyorum ki Camilerimiz ibadet yeri, muhabbet ocağı, sevgi mekânı, şehrin kalbî, maneviyatın merkezidir.
Camilerimizi imar ettiğimiz gibi ihya da edebilmeliyiz. Şehrin karmaşasından bunalan ruhların huzur bulduğu, arındığı, bilgilendiği mekanlara dönüşen Camilerimiz aslî hüviyetine kavuşacaktır.
Fransız şarkıcı Meşhur Edith Piaf (1915-1963)'a "Gençlere ne tavsiye edersiniz?" diye soruyorlar.
Edith Piaf: "Sevgi" diyor. Başka ne tavsiye edersiniz diye sorduklarında yine "Sevgi" der. Başka diye sorduklarında yine "Sevgi" olarak cevap veriyor.
Anlıyoruz ki sevgi yoksa anlam dünyası karanlıklaşıyor. Sevgi olmazsa başarı olmuyor. Kalbiyle, merakıyla, ilgisiyle birlikte sevgi insanı tüm benliği ile birlikte hayata katar. Sevgi güzeldir...
Edith Piaf: "Sevgi" diyor. Başka ne tavsiye edersiniz diye sorduklarında yine "Sevgi" der. Başka diye sorduklarında yine "Sevgi" olarak cevap veriyor.
Anlıyoruz ki sevgi yoksa anlam dünyası karanlıklaşıyor. Sevgi olmazsa başarı olmuyor. Kalbiyle, merakıyla, ilgisiyle birlikte sevgi insanı tüm benliği ile birlikte hayata katar. Sevgi güzeldir...
İNSAN NEDEN BAĞIRIR
İslâm alimlerinden biri talebeleriyle Basra kıyısında gezinirken deniz kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Talebelerine dönüp:
"İnsanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?" diye sormuş.
Talebelerden biri:
"Çünkü sükûnetimizi kaybederiz" deyince mübarek zat:
"Ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden yüksek sesle konuşuruz? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de duyurabilecek ve demek istediklerimizi rahat aktarabilecekken niye avazımız çıktığı kadar boğazımızı yırtarak bağırırız?" diye tekrar sormuş.
Talebelerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış:
"İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak mecburiyetinde kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları lazım gelir."
"Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır.
Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile lüzum kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini hakiki olarak seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir."
Daha sonra talebelerine bakarak şöyle devam etmiş:
"Bu sebeple tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine müsade etmeyin, izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözlerden uzak durun.
Ne demişler...
"Zerzevatçı bağırır, Sarraf bağırmaz,
Eskici bağırır, Antikacı bağırmaz....
FİKRİ KIYMETLİ OLAN BAĞIRMAZ. BAĞIRAN DÜŞÜNEMEZ, DÜŞÜNEMEYEN KAVGA EDER.
SESİMİZİ DEĞİL SÖZÜMÜZÜ YÜKSELTELİM.
Rabbim bizleri;
" Güzel sözle, hikmetle ve nezaketle " davranan kullarından eylesin inşaAllah...
İslâm alimlerinden biri talebeleriyle Basra kıyısında gezinirken deniz kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Talebelerine dönüp:
"İnsanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?" diye sormuş.
Talebelerden biri:
"Çünkü sükûnetimizi kaybederiz" deyince mübarek zat:
"Ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden yüksek sesle konuşuruz? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de duyurabilecek ve demek istediklerimizi rahat aktarabilecekken niye avazımız çıktığı kadar boğazımızı yırtarak bağırırız?" diye tekrar sormuş.
Talebelerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış:
"İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak mecburiyetinde kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları lazım gelir."
"Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır.
Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile lüzum kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini hakiki olarak seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir."
Daha sonra talebelerine bakarak şöyle devam etmiş:
"Bu sebeple tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine müsade etmeyin, izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözlerden uzak durun.
Ne demişler...
"Zerzevatçı bağırır, Sarraf bağırmaz,
Eskici bağırır, Antikacı bağırmaz....
FİKRİ KIYMETLİ OLAN BAĞIRMAZ. BAĞIRAN DÜŞÜNEMEZ, DÜŞÜNEMEYEN KAVGA EDER.
SESİMİZİ DEĞİL SÖZÜMÜZÜ YÜKSELTELİM.
Rabbim bizleri;
" Güzel sözle, hikmetle ve nezaketle " davranan kullarından eylesin inşaAllah...
İnsanın Kuran-ı Kerim de geçen bir çok zayıf noktası bulunmaktadır.
1-İnsan çok zalimdir.
2-İnsan çok cahildir.
3-İnsan acalecidir.
4-İnsan menfaatine çok düşkündür.
5-İnsan haris ve cimridir.
6-İnsan kıskaç ve hasetçidir.
7-İnsan zayıf yaratılmıştır.
8-İnsan nankördür.
....
İnsan, kendini bilmeli ve Rabbine yönelmeli, zayıf olduğu noktaları güçlendirmeli, zaaflarına ve zayıflıklarına mahkum olmamalıdır.
Dünyanın imtihan yeri olduğunu bilen ve buna kalpten inanan bir Mümin, zulme yanaşmayacak, her türlü tecavüzden uzak duracaktır. Hırsına, menfaatine düşkün olan insanlar dünyayı yaşanılmaz bir hale dönüştürmekte, kanaart etmeyenler yüzünden yer yüzünde fesat kol gezmekte, haklar çiğnenmekte, adalet ayaklar altına alınmakta, benlik ve bencillik insanı insanlığından etmektedir.
Birileri dünyayı kirletip kendi dünyalarını güzelleştirme derdindeyken; biz inananlar, masum, mazlum, mağdur, mahsun kimseler için hep birlikte dünyayı güzelleştirme gayreti içerisinde olmak zorundayız.
Yüreği temiz, gönlü güzel, dili dualı, hayatı imanlı, ibadetli, ahlaklı, vicdanlı ve merhametli olan insanlardan olanlara selâm olsun.
1-İnsan çok zalimdir.
2-İnsan çok cahildir.
3-İnsan acalecidir.
4-İnsan menfaatine çok düşkündür.
5-İnsan haris ve cimridir.
6-İnsan kıskaç ve hasetçidir.
7-İnsan zayıf yaratılmıştır.
8-İnsan nankördür.
....
İnsan, kendini bilmeli ve Rabbine yönelmeli, zayıf olduğu noktaları güçlendirmeli, zaaflarına ve zayıflıklarına mahkum olmamalıdır.
Dünyanın imtihan yeri olduğunu bilen ve buna kalpten inanan bir Mümin, zulme yanaşmayacak, her türlü tecavüzden uzak duracaktır. Hırsına, menfaatine düşkün olan insanlar dünyayı yaşanılmaz bir hale dönüştürmekte, kanaart etmeyenler yüzünden yer yüzünde fesat kol gezmekte, haklar çiğnenmekte, adalet ayaklar altına alınmakta, benlik ve bencillik insanı insanlığından etmektedir.
Birileri dünyayı kirletip kendi dünyalarını güzelleştirme derdindeyken; biz inananlar, masum, mazlum, mağdur, mahsun kimseler için hep birlikte dünyayı güzelleştirme gayreti içerisinde olmak zorundayız.
Yüreği temiz, gönlü güzel, dili dualı, hayatı imanlı, ibadetli, ahlaklı, vicdanlı ve merhametli olan insanlardan olanlara selâm olsun.
Bir kamyonun Çarpmasıyla yaralanmış olan çiftçi Mehmet amca kazadan sorumlu tuttuğu taşıma şirketine dava açıyor. Mahkeme salonunda şirketin avukatı ile Mehmet Amca karşı karşıyalar, ve Avukat soruyor :
- Ama siz kazadan sonra gelen polis memuruna “ben çok iyiyim” demediniz mi?”
- Anlatayım ağam; Ben bizim eşeği gasabada satışa götürmek üzere gamyonetime bindirmiştim ki...
- Bırakın ayrıntıları Memet Bey, siz sadece soruma yanıt verin: Siz, kazadan hemen sonra gelen Polis memuruna “ben çok iyiyim” dediniz mi, demediniz mi?
- İşte anlatıyom ya Avukat bey; eşeği gamyonete yüklemiş, yola çıkmıştım ki...
Avukat tekrar adamın sözünü kesti ve Hakime dönerek:
- Sayın hakim, size olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini davacının kendi ifadesi ile almaya çalışıyorum ama, soruma yanıt vermiyor. Bu bey, kazadan hemen sonra olay yerine ulaşan polis memuruna ifadesinde “çok iyi” olduğunu söylemiş. Kayıtlara geçmiş. Şimdi, aradan kaç hafta sonra müvekkilime dava açıyor. Ben bu davada, bu şahsın mahkemeyi yanıltmaya çalıştığına inanıyorum. Lütfen, sadece soruya yanıt vermesini söyler misiniz? Hakim çiftçinin hikayesiyle ilgilenir gibiydi:
- Eşek hakkında söyleyeceklerini merak ettim aslında; Bırakalım da anlatsın....
Memet amca Hakime teşekkür ederek devam etti:
- İşte dediğim gibi, sayın Hakimim, tam eşeğimi gamyonetime bindirmiş şehre doğru gidiyodum ki, bu şirkete ait gucuman bi kamyon, “DUR” tabelasına aldırmadan üzerime sürdü ve bize çarptı. Ben yolun bi yanına fırladım, Garagaçan bi yana... Nasıl kötüyüm, nasıl kötü, anlatamam... Gıpırdanamıyom sancıdan... öte yanda Garagaçan bir anırıyo, bir anırıyokine, ortalık inliyo. Derkene bi pulis memuru geliveedi, Garagaçanın sesini duymasile önce ona dooru getti, eğildi, bahtı, tabancasına davrandı, alnının göbeenden Garagaçanımı urmasın mı??? Soonacııma, yolun garşı tarafına geçti, bana dooru geldi, dedikine:
- Eşeğin hali berbattı, vurmak zorunda galdım, “sen nassın ?” dedi...hadi erkeğisen kötüyüm de...
😊😅
- Ama siz kazadan sonra gelen polis memuruna “ben çok iyiyim” demediniz mi?”
- Anlatayım ağam; Ben bizim eşeği gasabada satışa götürmek üzere gamyonetime bindirmiştim ki...
- Bırakın ayrıntıları Memet Bey, siz sadece soruma yanıt verin: Siz, kazadan hemen sonra gelen Polis memuruna “ben çok iyiyim” dediniz mi, demediniz mi?
- İşte anlatıyom ya Avukat bey; eşeği gamyonete yüklemiş, yola çıkmıştım ki...
Avukat tekrar adamın sözünü kesti ve Hakime dönerek:
- Sayın hakim, size olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini davacının kendi ifadesi ile almaya çalışıyorum ama, soruma yanıt vermiyor. Bu bey, kazadan hemen sonra olay yerine ulaşan polis memuruna ifadesinde “çok iyi” olduğunu söylemiş. Kayıtlara geçmiş. Şimdi, aradan kaç hafta sonra müvekkilime dava açıyor. Ben bu davada, bu şahsın mahkemeyi yanıltmaya çalıştığına inanıyorum. Lütfen, sadece soruya yanıt vermesini söyler misiniz? Hakim çiftçinin hikayesiyle ilgilenir gibiydi:
- Eşek hakkında söyleyeceklerini merak ettim aslında; Bırakalım da anlatsın....
Memet amca Hakime teşekkür ederek devam etti:
- İşte dediğim gibi, sayın Hakimim, tam eşeğimi gamyonetime bindirmiş şehre doğru gidiyodum ki, bu şirkete ait gucuman bi kamyon, “DUR” tabelasına aldırmadan üzerime sürdü ve bize çarptı. Ben yolun bi yanına fırladım, Garagaçan bi yana... Nasıl kötüyüm, nasıl kötü, anlatamam... Gıpırdanamıyom sancıdan... öte yanda Garagaçan bir anırıyo, bir anırıyokine, ortalık inliyo. Derkene bi pulis memuru geliveedi, Garagaçanın sesini duymasile önce ona dooru getti, eğildi, bahtı, tabancasına davrandı, alnının göbeenden Garagaçanımı urmasın mı??? Soonacııma, yolun garşı tarafına geçti, bana dooru geldi, dedikine:
- Eşeğin hali berbattı, vurmak zorunda galdım, “sen nassın ?” dedi...hadi erkeğisen kötüyüm de...
😊😅
Gençlik denilince, bu minvalde sohbet açılınca, dertlendiğimiz dostlar
-Şer odakları tarafından etrafları kuşatılmış,
-Zararlı alışkanlıklara kapılmış,
-Suç şebekelerinin odağında, suç işleyen ve ceza evlerinde kararan tiplere dönmüş,
-Duyarsız, Hedefsiz, idealsiz, hayalsiz bir haldeler,
-Aylak aylak dolaşan ve hiçbir işe yaramayan,
-Toplumsal güvenleri zedelenmiş,
-Büyüklerle arasındaki mesafeler açılmış,
-Farklı boyutta yaşayan, etrafını anlamayan,
-Kalite gittikçe düşüyor, yapamazlar, edemezler, işin üstesinden gelemezler,
-Eğitim kaliteleri gittikçe düşüyor,
-Ne yapabiliriz ki bizi kimse bu konularda desteklemiyor bize sahip çıkmıyor, yapılan çalışmalar göstermelik oluyor,
-…….
Dikkat edersek konuşmalarda, sözüm ona büyüklerin dünyasında genç ve gençlik denince akla hep problemler, problemli bir gençlik, olumsuzluklar, işe yaramaz bir kitle ve kimlik arayışı gelmektedir. Burada sorulması gereken:
Durum gerçekte bu şekilde midir?
Büyükler, bu durumu konuşmaktan öte kalıcı neler yapmışlardır?
Gençlerin önüne konan Toplumsal rol modeller gençliği kuşatabilecek düzeyde midir?
Nasıl bir gençlik yetiştirmek istiyoruz?
Gençleri anlama noktasında hangi çabaları gösteriyoruz? Gençlere karşı tahammül sınırımız nedir?
Gençlerin hayalleri için, hayal kurabilecekleri ortamlar var ettik mi?
Suçu engellemek için toplumsal mutabakat sağlayabildik mi?
Sahi bizler gençleri gerçekten seviyor ve buna inanıyor muyuz?
Allah aşkına gençlere gerçek anlamda sorgulamadan güvenen, onlara değer veren, hatalarını hoş gören, vakit ayıran, omuzlarına dokunan, fedakarlık yapan, örnek olan kaç kişi var?
Allah'ım! Genç emanetlerine hakkıyla sahip çıkamadık, dertleriyle dertlenemedik, Efendimiz Muhammed Mustafa'nın verdiği değeri veremedik, gösterdiği müsamahayı gösteremedik, duyduğu güveni aksettiremedik, bizleri affet!
#diyanetgençlik
#gençlik #genç #diyanetgençlikmerkezi #diyanetgençlikkoordinatörlüğü #eleştiri #emamet #sorumluluk
-Şer odakları tarafından etrafları kuşatılmış,
-Zararlı alışkanlıklara kapılmış,
-Suç şebekelerinin odağında, suç işleyen ve ceza evlerinde kararan tiplere dönmüş,
-Duyarsız, Hedefsiz, idealsiz, hayalsiz bir haldeler,
-Aylak aylak dolaşan ve hiçbir işe yaramayan,
-Toplumsal güvenleri zedelenmiş,
-Büyüklerle arasındaki mesafeler açılmış,
-Farklı boyutta yaşayan, etrafını anlamayan,
-Kalite gittikçe düşüyor, yapamazlar, edemezler, işin üstesinden gelemezler,
-Eğitim kaliteleri gittikçe düşüyor,
-Ne yapabiliriz ki bizi kimse bu konularda desteklemiyor bize sahip çıkmıyor, yapılan çalışmalar göstermelik oluyor,
-…….
Dikkat edersek konuşmalarda, sözüm ona büyüklerin dünyasında genç ve gençlik denince akla hep problemler, problemli bir gençlik, olumsuzluklar, işe yaramaz bir kitle ve kimlik arayışı gelmektedir. Burada sorulması gereken:
Durum gerçekte bu şekilde midir?
Büyükler, bu durumu konuşmaktan öte kalıcı neler yapmışlardır?
Gençlerin önüne konan Toplumsal rol modeller gençliği kuşatabilecek düzeyde midir?
Nasıl bir gençlik yetiştirmek istiyoruz?
Gençleri anlama noktasında hangi çabaları gösteriyoruz? Gençlere karşı tahammül sınırımız nedir?
Gençlerin hayalleri için, hayal kurabilecekleri ortamlar var ettik mi?
Suçu engellemek için toplumsal mutabakat sağlayabildik mi?
Sahi bizler gençleri gerçekten seviyor ve buna inanıyor muyuz?
Allah aşkına gençlere gerçek anlamda sorgulamadan güvenen, onlara değer veren, hatalarını hoş gören, vakit ayıran, omuzlarına dokunan, fedakarlık yapan, örnek olan kaç kişi var?
Allah'ım! Genç emanetlerine hakkıyla sahip çıkamadık, dertleriyle dertlenemedik, Efendimiz Muhammed Mustafa'nın verdiği değeri veremedik, gösterdiği müsamahayı gösteremedik, duyduğu güveni aksettiremedik, bizleri affet!
#diyanetgençlik
#gençlik #genç #diyanetgençlikmerkezi #diyanetgençlikkoordinatörlüğü #eleştiri #emamet #sorumluluk