sında “Müslüman” olarak tanımlanan halklar Balkan ve Kafkasya coğrafyalarından büyük ölçüde sürüldüler. Kültür, inanç, düşünce ve hayat tarzlarıyla birlikte yaşadıkları topraklardan koptular. Müslüman unsurların bu topraklardan temizlenmesi, sırf nüfusla sınırlı kalmadı. Müslümanları ve Müslümanlığı (Osmanlılığı, Türklüğü de denilebilir) hatırlatan her unsur itinayla temizlendi. Bu acı son derece intikamcı, milliyetçi duyguların şiddete dönüşerek dışa vurmasıydı.

Maruz kaldığımız bu sert milliyetçi darbe şuur altımızda çok derin izler bıraktı. Onların dilinden konuşarak, onlar gibi hareket ederek onlara karşı gösteremediğimiz milliyetçi tepki daha sonra içe doğru işleyen, kendini tahrip eden bir toplum mühendisliğine dönüştü.

Dil Devrimi geniş kitlelere bir “Türkçeleşme” veya “öztürkçeleşme” faaliyeti olarak sunuldu. Hâlbuki bu uygulamalar kısa vadede Türkçenin fakirleşmesine, uzun vadede ise yabancı dillerin hâkimiyetine zemin hazırladı.

Yazıyla uğraşmak ister istemez Türkiye’de uygulanan dil siyasetinin sonuçlarıyla karşı karşıya kalmayı gerektirir. Bu hususta her tercih yazarın ifadesinin tesirini, eserinin gücünü, toplum içindeki etkisini tayin eder.

Binlerce yıl içinde teşekkül eden dilimiz 30-40 yıllık müdahale, düzenleme ve baskılarla doğal mecrasından çıkarılmaya çalışıldı. Bu hususta tam manasıyla muvaffak olunmuş mudur? Mutlak bir muvaffakiyet söz konusu değil elbette. Fakat etkisi ne seviyede olursa olsun bu müdahaleler bizi dil, iletişim ve kültürle ilgili ciddî sıkıntılara sokmuştur.
Tercüme mi, tarif mi?
Öztürkçenin sefaletini anlamak için tercümelere bakmak yeterlidir, Mevcut kelimeler yabancı metinleri tercüme etmeye yetmediğinden tarif yoluna gidiliyor, Türkçe bu tercümanların elinde adeta ‘tarifi’ bir dil hâline getirildi. Tercüme yapılırken bir anlamı karşılayan kelime veya bir kaç kelimelik terkipler yetersiz gelince, tarif ve açıklama mahiyetindeki cümlelere ihtiyaç duyuldu. Bunu sadece tercüme işinin müptedileri değil, çok sayıda kitabı ve tercümesi olan ustaları da yaptılar. Sonuçta kitabın asimin yansı kadar hacmi genişlemiş metinler çıktı ortaya.

Dil başka bir dille anlaşılır, tasvir edilir. Bir dilin ifadeleri dengi olan başka bir dilin ifade gücüyle aktarılabilirse ortaya iyi bir tercüme çıkmış olur. Bugün bazı tercümeler Türkçeyle değil “Öztürkçe” denilen kifayetsiz dille yapılmaya çalışılıyor, “öztürkçe” İngilizcenin ifade imkânlarını karşılayacak güce, niteliğe, derinliğe sahip değildir ki bu tercümelerde açıkça görülmektedir.

Türkçe-İngilizce sözlükler 19. yüzyılın sonundan beri mütemadiyen kelime kadrosu küçültülerek hazırlanmaktadır. J.W. Redhouse’ın 1890’da basılan sözlüğü Kitab-ı Meani-i Lehçe (A Turkish and English Lexicon) bugüne kadar yayınlanan Türkçeden İngilizceye sözlüklerin en genişi ve kapsamlısıdır. 1938’de hazırlanmaya başlanan ve 1950’de basılan Redhouse Sözlüğü 60 yıl sonra çıkmış olmasına rağmen ilki kadar geniş değildi. Bu sözlük 40 yıl kadar sürekli basıldı ve sonra yayıncılar Türkiye’deki duruma bakarak yeni bir sözlük hazırlatmayı gerekli gördüler.

Çağdaş
İngilizce-Türkçe Redhouse Sözlüğü 1990’larda hazırlandı ve neşredildi. Bu eser 20. asırda yaşayan Türklerin kullandığı sözlüklerin ne kadar daraldığını açıkça göstermektedir. Müessese bu daralmayı da aşın bulmuş olmalı ki, 2000 yılında Türkçe-İngilizce Redhouse Sözlüğü’nü yayınladı. Önsözde yapılan açıklamada şu bilgiler verilmektedir: “… Çağdaş Türkçe İngilizce Redhouse Sözlüğü’nün yeni baskısıdır, ilk baskıdaki yanlışları düzeltmenin yanı sıra sözlüğe yeni maddeler ekledik ve var olan maddelerin çoğunu genişlettik ya da yeniden yazdık. Bazı maddeleri örneklerle zenginleştirdik.”

İngilizcenin kelime hâzinesi bakımından ilk Redhouse Sözlüğü’nün yayınlandığı 1890’dan bugüne nasıl bir gelişme kaydettiği bütün dünyanın malûmudur. Peki, Türkçe geçen zamanda diliminde neden tersine bir değişime uğramış ve kelime kapasitesi daralmıştır? Bu sorunun cevabını Türkçe konuşan ve yazan herkes düşünmek zorundadır. Eğer dilimizin gelişimi tabiî seyrine bırakılsaydı Redhouse sözlüklerindeki Türkçe kelime sayısı İngilizceden
aşağı kalmayacaktı. Bu daralma tercüme kitap okuma zevkimizi yok ettiği gibi okuyucuları da Türkçenin ifade güzelliklerinden mahrum bıraktı.

1940’lardan sonraki seyir

Yol açtığı problemler değerlendirildiğinde Dil Devrimi aracılığıyla devletin, açıkça kendi toplumunun millî değerlerine meydan okuduğunu görüyoruz. Gelinen noktada elimizde etnik temizliğe maruz bırakılan kelimeler, ihtiyaçtan bir süre yaşamasına izin verilenler ve sentetik olarak yapılmış, kabul görme veya yaygınlaşma şansı olmayan Türkçe “sözcük”ler mevcut.

Türkçenin binlerce yıllık müktesebatı etnik temizlik saplantısına kurban edildi. Millî hafızamızı şekillendiren zevk-i selim, hiss-i selim, hayata ve dünyaya karşı geliştirdiğimiz va-rolma tarzımızla birlikte, bunlar kadar önemli olan, kritik anlarda ayakta kalmamızı sağlayan mukavemet üretici değerlerimiz de Dil Devrimi tarzındaki müdahalelerle dönüştürülmek istendi.

Sonradan icat edilen sentetik Türkçe, zihnî işleyişimizi sekteye uğratarak düşünme yeteneğimizi, akıl yürütme gücümüzü zayıflattı. Sonuçta derinliksiz, ifade imkânları fevkalade kısıtlı bir dile mahkûm edildik.

Dil Devrimi’ni müdafaa edenlerin bugün dahi en önemli problemi anlamı ıskalamalarıdır. Bir kelimenin yerine yenisini koymak, eski kelimenin bütün anlam ve derinliğinin aktarılması sonucunu vermez. Kelime tasfiyesiyle -her birine doğru karşılık verilse bile- tam manasıyla olumlu bir sonuç elde edilmesi beklenemez. Çünkü kelimenin manada derinlik ve genişlik kazanması uzun süreli kullanımla mümkündür. Yeni kelimeye bunların olduğu gibi aktarılması ise imkânsızdır.

Acaba 20. yüzyılda milletin dini değiştirilemeyeceği için mi dili değiştirilmek yoluna gidildi? Yine yaşadığımız asırda hiçbir toplumun dili böyle bir ameliyeden geçirilmedi. Üstelik bu uygulama sırasında sadece kelime tasfiyesiyle yetinilmemiş, sözdizimine/ sentaksa müdahale etmek dahi ciddi olarak düşünülmüştü. Türkçenin sentaksının değiştirilmesi fikrinden daha sonra vazgeçildi fakat Nurullah Ataç gibi bazı aşırılar “devrik tümce” sloganıyla Türkçenin sözdizimini bozma yönünde gayretlerini sürdürdüler.
Türkçe ilk yazılı metinlerinden beri birçok dilden kelime almış, fakat cümle yapısını günümüze kadar korumuştur. Eğer sentaks da değiştirilseydi dil devrimi kemâle ulaşmış olacaktı!

“Etnik temizlik” mantığıyla yürütülen Dil Devriminin Rumeli, Kafkasya ve Doğu Anadolu’da yaşadığımız ve ma’şerî (ortak) şuurumuzun derinliklerine işleyen katliamlar, sürgünler ve göçlerden herhangi bir farkı var mıydı? Dil Devriminin sonuçlarına ve lisanımızın mevcut ahvaline baktığımızda hissettiğimiz hüzün ve ıstırap, tarihimize damgasını vuran bu kanlı katliamların uyandırdığı acılara eşdeğerde olmalıdır.

Evlad-ı fâtihandan bir Rumeli çocuğu olan ve doğduğu yerlere hasretini samimiyetle eserine yansıtan Yahya Kemal ünlü “Açık Deniz” şiirinde şunları söyler:
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular
Mahzun hudutların ötesinde akan sular,

Onun sarih olarak ne demek istediği ortada. Fakat bu beyti Türkçe açısından da yorumlayabiliriz.
Türkçe artık mahzun hudutların ötesinde mazimizi, birikimimizi taşıyan gür bir nehir olarak akmaktadır. Lakin o gür nehirde artık Türkçe yazan ve konuşanlar kulaç atamazlar. Çünkü bugünün Türkleri bu gür nehrin çekildiği alanlarda kalan kokuşmuş küçük su birikintileriyle meşguldür.
Dilde etnik temizlik!
Türkçenin kıyımdan geçirildiği 1930’lardan sonra 1945’te Dil Kurumu ilk Türkçe Sözlüğü’nü yayınladı. Bu sözlük Türkçenin kelime kadrosunun nasıl bir etnik temizliğe maruz bırakıldığının açık bir örneğidir. Kendinden önceki umumî Türkçe sözlüklerin en fakiridir ve Cumhuriyet devrinin İlk nesillerinin nasıl dar bir kelime dağarcığına mecbur edildiğini gösterir. Dünyanın hiçbir dilinin lügati böyle geçici bir süre kullanılan teklif nev’inden uydurma kelimelerle doldurulmamıştır.

Umumî bir sözlük o dilin ifade imkânlarını en geniş şekilde ortaya koyacak bir söz varlığına dayanmalıdır. Hâlbuki bizim sözlüklerimizde tercih edilen ifade imkânlarının genişliği değil, sadece seçilmiş dar bir kelime kadrosuyla ifadeye izin verilmesidir.

Bu uygulamalara bakarak bugü
n daha net bir şekilde, sosyal ve kültürel alana müdahalenin Türkiye’yi içinden çıkılması zor buhranlara sürüklediğini söyleyebiliriz. Sözlüğümüz sınırlanırken zihnî faaliyetlerimiz, bilme ve düşünme kapasitemiz de daraltılmıştır.

Son iki yüzyıllık tarihimizde önce fizikî varlığımız yok edildi, sonra dilimizin ve kültürel unsurlarımızı yok edilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kaldık. Dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak iddiası, yıkıcı uygulamalarla yabancı dillerin istilasına dönüştü. Dil Devrimi (veya inkılâbı) olarak ifade edilen kavramın dünya dillerinde karşılığı bile yoktur. Dil Devrimi mesela İngilizceye her defasında “dil ıslahı/reformu” (language reform) olarak çevrilmekte ve tüm dünyaya böyle takdim edilmektedir.

Dil Devrimi uygulamalarındaki aşırılıklardan zamanla uzaklaşıldı. 1935 yılından itibaren itidal yoluna dönüldü. Bununla beraber aşırılığı ve yıkıcılığı benimseyenlerin tahripleri devam etti. Nitekim daha 15 küsur yıl önce görev yapan Millî Eğitim Bakanlarından biri dilimizin bin yıllık kelimelerini yasakladı. Türkçeyi ve Türk Edebiyatı’nın bin yılını yok sayacak bir müfredat operasyonuna girişti. Eğer o zatın planladıkları hayata geçirilebilseydi, tüm öğretim kademeleri İngilizcenin hakimiyetine bırakılacaktı.

Günümüzde devlet bir taraftan kaypak bir Öztürkçeyi esas alırken öte taraftan da Latince ağırlıklı, Batı dillerinden aktarma kelimelerden oluşan geniş bir sözlük oluşturuyor. Çok yakın zamanda devleti anlayabilmek ve 10 binlerce sayfalık resmî metinleri çözümleyebilmek için Latince, Fransızca veya İngilizce bilmek mecburiyetinde kalacağız.

Anlambilim (semantik) Türkiye’de yürütülen zorlayıcı dil politikalarının neredeyse tamamen dışarıda tuttuğu bir alandır. Dili ve kelimeleri rastgele değiştirerek yeniden kurmak isteyenler, kelimelerin tarih içinde kazandığı anlamlan, cümle içindeki ağırlıklarını, ifade derinliklerini, hassasiyet belirten yönlerini ve bağlantılarını asla dikkate almazlar. Esasında anlamı sürekli ıskalarlar. Böylece anlaşılmak kaygısı çekmeden üst perdeden emredici bir anlatma yolunu seçerler. Böyle hareket edenlere karşı en doğru yaklaşım manayı dilin merkezine yerleştirmektir. DerinTarih

D.Mehmet Doğan,Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı,
Türkiye Aile Birliği Yüksek İstişare Kurulu Üyesi

https://basinaciklamasi.t.me