@BASINAciklamasi
181 subscribers
388 photos
1 video
440 files
3.08K links
#AileyiKoru Teröre Cinayete Darbeye ÇARE:KISAS
Siyonizm Kamalizm KAOS/GLP FUHŞ içki kumar riba MASONLUĞU YASAKLA #önceAHLAK #önceHAK #önceADALET #önceinsan @HakBirr @milliirade @KULHAKLARI @AileHaklari @insanhaklari @TurkiyeSTKBirligi @SectikleriniDenetle
Download Telegram
Yol açtığı problemler değerlendirildiğinde Dil Devrimi aracılığıyla devletin, açıkça kendi toplumunun millî değerlerine meydan okuduğunu görüyoruz. Gelinen noktada elimizde etnik temizliğe maruz bırakılan kelimeler, ihtiyaçtan bir süre yaşamasına izin verilenler ve sentetik olarak yapılmış, kabul görme veya yaygınlaşma şansı olmayan Türkçe “sözcük”ler mevcut.

Türkçenin binlerce yıllık müktesebatı etnik temizlik saplantısına kurban edildi. Millî hafızamızı şekillendiren zevk-i selim, hiss-i selim, hayata ve dünyaya karşı geliştirdiğimiz va-rolma tarzımızla birlikte, bunlar kadar önemli olan, kritik anlarda ayakta kalmamızı sağlayan mukavemet üretici değerlerimiz de Dil Devrimi tarzındaki müdahalelerle dönüştürülmek istendi.

Sonradan icat edilen sentetik Türkçe, zihnî işleyişimizi sekteye uğratarak düşünme yeteneğimizi, akıl yürütme gücümüzü zayıflattı. Sonuçta derinliksiz, ifade imkânları fevkalade kısıtlı bir dile mahkûm edildik.

Dil Devrimi’ni müdafaa edenlerin bugün dahi en önemli problemi anlamı ıskalamalarıdır. Bir kelimenin yerine yenisini koymak, eski kelimenin bütün anlam ve derinliğinin aktarılması sonucunu vermez. Kelime tasfiyesiyle -her birine doğru karşılık verilse bile- tam manasıyla olumlu bir sonuç elde edilmesi beklenemez. Çünkü kelimenin manada derinlik ve genişlik kazanması uzun süreli kullanımla mümkündür. Yeni kelimeye bunların olduğu gibi aktarılması ise imkânsızdır.

Acaba 20. yüzyılda milletin dini değiştirilemeyeceği için mi dili değiştirilmek yoluna gidildi? Yine yaşadığımız asırda hiçbir toplumun dili böyle bir ameliyeden geçirilmedi. Üstelik bu uygulama sırasında sadece kelime tasfiyesiyle yetinilmemiş, sözdizimine/ sentaksa müdahale etmek dahi ciddi olarak düşünülmüştü. Türkçenin sentaksının değiştirilmesi fikrinden daha sonra vazgeçildi fakat Nurullah Ataç gibi bazı aşırılar “devrik tümce” sloganıyla Türkçenin sözdizimini bozma yönünde gayretlerini sürdürdüler.
Türkçe ilk yazılı metinlerinden beri birçok dilden kelime almış, fakat cümle yapısını günümüze kadar korumuştur. Eğer sentaks da değiştirilseydi dil devrimi kemâle ulaşmış olacaktı!

“Etnik temizlik” mantığıyla yürütülen Dil Devriminin Rumeli, Kafkasya ve Doğu Anadolu’da yaşadığımız ve ma’şerî (ortak) şuurumuzun derinliklerine işleyen katliamlar, sürgünler ve göçlerden herhangi bir farkı var mıydı? Dil Devriminin sonuçlarına ve lisanımızın mevcut ahvaline baktığımızda hissettiğimiz hüzün ve ıstırap, tarihimize damgasını vuran bu kanlı katliamların uyandırdığı acılara eşdeğerde olmalıdır.

Evlad-ı fâtihandan bir Rumeli çocuğu olan ve doğduğu yerlere hasretini samimiyetle eserine yansıtan Yahya Kemal ünlü “Açık Deniz” şiirinde şunları söyler:
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular
Mahzun hudutların ötesinde akan sular,

Onun sarih olarak ne demek istediği ortada. Fakat bu beyti Türkçe açısından da yorumlayabiliriz.
Türkçe artık mahzun hudutların ötesinde mazimizi, birikimimizi taşıyan gür bir nehir olarak akmaktadır. Lakin o gür nehirde artık Türkçe yazan ve konuşanlar kulaç atamazlar. Çünkü bugünün Türkleri bu gür nehrin çekildiği alanlarda kalan kokuşmuş küçük su birikintileriyle meşguldür.
Dilde etnik temizlik!
Türkçenin kıyımdan geçirildiği 1930’lardan sonra 1945’te Dil Kurumu ilk Türkçe Sözlüğü’nü yayınladı. Bu sözlük Türkçenin kelime kadrosunun nasıl bir etnik temizliğe maruz bırakıldığının açık bir örneğidir. Kendinden önceki umumî Türkçe sözlüklerin en fakiridir ve Cumhuriyet devrinin İlk nesillerinin nasıl dar bir kelime dağarcığına mecbur edildiğini gösterir. Dünyanın hiçbir dilinin lügati böyle geçici bir süre kullanılan teklif nev’inden uydurma kelimelerle doldurulmamıştır.

Umumî bir sözlük o dilin ifade imkânlarını en geniş şekilde ortaya koyacak bir söz varlığına dayanmalıdır. Hâlbuki bizim sözlüklerimizde tercih edilen ifade imkânlarının genişliği değil, sadece seçilmiş dar bir kelime kadrosuyla ifadeye izin verilmesidir.
Bu uygulamalara bakarak bugün daha net bir şekilde, sosyal ve kültürel alana müdahalenin Türkiye’yi içinden çıkılması zor buhranlara sürüklediğini söyleyebiliriz. Sözlüğümüz sınırlanırken zihnî faaliyetlerimiz, bilme ve düşünme kapasitemiz de daraltılmıştır.

Son iki yüzyıllık tarihimizde önce fizikî varlığımız yok edildi, sonra dilimizin ve kültürel unsurlarımızı yok edilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kaldık. Dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak iddiası, yıkıcı uygulamalarla yabancı dillerin istilasına dönüştü. Dil Devrimi (veya inkılâbı) olarak ifade edilen kavramın dünya dillerinde karşılığı bile yoktur. Dil Devrimi mesela İngilizceye her defasında “dil ıslahı/reformu” (language reform) olarak çevrilmekte ve tüm dünyaya böyle takdim edilmektedir.

Dil Devrimi uygulamalarındaki aşırılıklardan zamanla uzaklaşıldı. 1935 yılından itibaren itidal yoluna dönüldü. Bununla beraber aşırılığı ve yıkıcılığı benimseyenlerin tahripleri devam etti. Nitekim daha 15 küsur yıl önce görev yapan Millî Eğitim Bakanlarından biri dilimizin bin yıllık kelimelerini yasakladı. Türkçeyi ve Türk Edebiyatı’nın bin yılını yok sayacak bir müfredat operasyonuna girişti. Eğer o zatın planladıkları hayata geçirilebilseydi, tüm öğretim kademeleri İngilizcenin hakimiyetine bırakılacaktı.

Günümüzde devlet bir taraftan kaypak bir Öztürkçeyi esas alırken öte taraftan da Latince ağırlıklı, Batı dillerinden aktarma kelimelerden oluşan geniş bir sözlük oluşturuyor. Çok yakın zamanda devleti anlayabilmek ve 10 binlerce sayfalık resmî metinleri çözümleyebilmek için Latince, Fransızca veya İngilizce bilmek mecburiyetinde kalacağız.

Anlambilim (semantik) Türkiye’de yürütülen zorlayıcı dil politikalarının neredeyse tamamen dışarıda tuttuğu bir alandır. Dili ve kelimeleri rastgele değiştirerek yeniden kurmak isteyenler, kelimelerin tarih içinde kazandığı anlamlan, cümle içindeki ağırlıklarını, ifade derinliklerini, hassasiyet belirten yönlerini ve bağlantılarını asla dikkate almazlar. Esasında anlamı sürekli ıskalarlar. Böylece anlaşılmak kaygısı çekmeden üst perdeden emredici bir anlatma yolunu seçerler. Böyle hareket edenlere karşı en doğru yaklaşım manayı dilin merkezine yerleştirmektir. DerinTarih
D.Mehmet Doğan,Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı, Türkiye Aile Birliği Yüksek İstişare Kurulu Üyesi t.me/BASINaciklamasi AileHaklari.org t.me/TurkiyeAileBirligi t.me/SectikleriniDenetle
DSÖ ve EŞCİNSEL LOBİLERİN "AIDS" OYUNU
Eşcinsel lobilerin oynadığı oyuna dikkat çeken AileAkademisi Başkanı, Türkiye Aile Meclisi Başkan Yardımcısı, Afyon Kocatepe Üniversitesi öğretim üyesi Mücahit Gültekin, Paul Rondeau, "Selling Homosexuality to America" (Amerika'ya Eşcinsellik Satmak) başlıklı makalesinde ilginç bir bilgi verdiğini belirtti.

Eşcinsel lobilerin “AİDS” oyunu

Bugün 1Aralık Dünya AIDS Günü...
​Bugün AIDS olarak bilinen hastalık, aslında eşcinsel ilişkiler sonucu oluşurken, asıl adı olan GRID de (Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) sonradan eşcinsel lobilerin devreye girmesiyle değiştirildi.

Bugün herkesin, AIDS ismini bilirken pek az kişinin GRID isminden haberdar olduğunu ifade eden Gültekin, halbuki GRID'in, AIDS'in ilk adı olduğunu ifade etti.

Gültekin, "AIDS ilk ortaya çıktığında tıp camiası bu yeni hastalığa GRID (Gay Related Immun Disorder/Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) ismini veriyor. GRID toplumda yaygınlaşmaya başlayınca, halk tedirgin oluyor, eşcinsel hareketin gelişimi yavaşlıyor. Sonra 1980'li yılların başlarında, eşcinsel lobiler devreye giriyor ve tıp camiasına baskı yaparak, hastalığın adını AIDS (Edinilmiş Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) olarak değiştiriyor." ifadelerine dikkat çekti.

Gültekin, "Küresel oligarşi sadece aşımıza, ekmeğimize, tohumumuza değil; hafızamıza da hükmediyor. Bizler, özgür bir şekilde unutup-hatırlayamıyoruz bile. Neyi anımsayacağız ve neyi unutacağız? Bu beyfendiler karar veriyor. GRID tarihten silindi." değerlendirmesinde bulundu.

Gültekin, ABD'li New York Times Gazetesinin 11 Mayıs 1982 tarihli Science Times ekinden Lawrence K. Altman'ın "Yeni Homoseksüel Bozukluk Sağlık Uzmanlarını Endişelendiriyor" başlıklı makalesini paylaşarak söz konusu duruma dikkat çekti.

Makalesinde, Atlanta'daki Hastalık Kontrol Merkez yetkililerinin yaptıkları açıklamayı aktaran K. Altman, bir yıldan az bir süredir doktorlar tarafından bilinen, öncelikle erkek eşcinselleri etkileyen, bağışıklık sistemindeki ciddi bir bozukluğun şimdiye kadar en az 335 kişiyi etkilediğini ve bunlardan 136'sını öldürdüğünü belirtiyor.

Federal Sağlık yetkililerinin de on binlerce "eşcinsel erkeğin" sessizce hastalığa yakalanacaklarını ve bu nedenle potansiyel olarak ciddi rahatsızlıklara karşı savunmasız olabileceğinden endişe duyduklarını duyurduğunu ifaden eden K. Altman, "Dahası, Kaposi sarkomu (deri üzerinde oluşan sistemli bir doku bozulması) adı verilen nadir bir kanser türüne karışan ve sonrasında çok çeşitli ciddi enfeksiyonlar ve diğer rahatsızlıkları beraberinde getiren bu bağışıklık sistemi bozukluğunun bazı heteroseksüel kadınlar ve biseksüel ve heteroseksüel erkekler arasında geliştiği ortaya çıktı." ifadelerine yer veriyor.

K. Altman, makalesinin devamında şunlara dikkat çekiyor:

"Yakın tarihli bir Kongre duruşmasında, Ulusal Kanser Enstitüsü'nden Dr. Bruce A. Chabner, büyüyen sorunun şu anda "tüm Amerikalılar için endişe verici" olduğunu söyledi.

Şimdilik bu bozukluğun nedeni bilinmemekle beraber, araştırmacılar, bağışıklık yetmezliği hastalığı için GRID, eşcinsel kişilerde oluşan bağışıklık yetmezliği hastalığına da A. I. D. diyorlar.

Hastalığın şimdiye kadar 7 ülkenin 20 farklı eyaletlerinde ortaya çıktığı belirtildi. Ancak vakaların ezici çoğunluğu New York şehrinde 158, New York eyaletinde 10, New Jersey'de 14 ve Kaliforniya'da 71 olarak ortaya çıktığı aktarıldı.

Hastalıktan etkilenenlerden 13'ünün heteroseksüel kadın olduğu açıklandı. Hastalığa yakalanan bazı erkeklerinde heteroseksüel olduğu ve esas olarak eroin ve diğer uyuşturucu madde kullandıkları tahmin ediliyor.

Hastalık, daha çok eşcinsellerde görülüyor

Ancak erkekler arasında beliren vakaların daha çok eşcinsel olanlarda meydana geldiği ve özellikle de çok sayıda cinsel partnere sahip olanlarda ya da tanımadıkları kişilerle tek seferlik ilişki yaşayanlarda ortaya çıktığı belirtildi.

Hem Hastalık Kontrol Merkezleri hem de Ulusal Kanser Enstitüsüne göre hastalığın salgın oranına ulaştığı ve mevcut vakaların aslında muhtemel bir "buz dağının gözüken ucu" olduğu söylendi.
Kaposi sarkomu ve fırsatçı enfeksiyonlarla ilgili hastalık kontrol merkezlerini koordine eden federal bir epidemiyolog olan Dr. James W. Curran, Kongre duruşmasında GRID'in "acil bir halk sağlığı ve bilimsel önemli mesele" olduğunu söyledi. Fırsatçı enfeksiyonlar, immünolojik direnci ilaçlar veya hastalık tarafından düşürülenler dışında nadiren hastalığa neden olan enfeksiyonlardır.

Hastalık giderleri ile ilgili bilgi veren Dr. Curran, şimdiye kadar hastane masraflarının hasta başına 64 bin doları aştığını ve eğer bu tür maliyetler tipik ise, ilk 300 vaka için hastane masraflarında tahmini 18 milyon doları aşacağını söyledi.

İmmünolojik saatli bomba: GRID

Uzmanlar şu anda GRID'i bir çeşit immünolojik saatli bomba olarak düşünüyorlar. Bir kere vücuda girdikten sonra, belli bir süre sessiz kalabileceği ve daha sonraki bir tarihte Kaposi sarkomu, fırsatçı bir enfeksiyon, oto-bağışıklık bozukluğu veya bunların herhangi biriyle bir kombinasyonu üretmeye devam edebileceği belirtiliyor.

Ayrıca, hiç kimse bağışıklık bozukluğunun tersine çevrilebileceğinden emin değil. GRID, birçok kronik bozukluğun, steroid ve bağışıklık sistemini baskılayan diğer ilaçlarla tedavisini zorlaştıran immünolojik sistemin başarısızlıklarını andırıyor.

Bağışıklık bastırıldığında, vücut çeşitli sorunlara karşı savunmasız hale gelir, esas olarak nadiren hastalığa neden olan organizmalar tarafından enfeksiyonlanır.

İmmünolojik bastırma derecesi, tıp dergilerindeki makalelere ve uzmanlarla yapılan röportajlara göre, genellikle immünosupresif ilaçlarla tedavi edilen hastalarda gözlemlenenden çok daha büyüktür.

Uzmanlar, geçtiğimiz yaz fark edilen GRID ile ilişkili daha geniş bir bozukluk yelpazesi bulduklarını bildirdiler. Bunlar arasında göz hasarı, deri veremi, I. T. P. (idiopatik trombositopenik purpura), bazı anemi türleri, burkitt lenfoması, dil ve anüs kanserleri dâhil diğer kanser türleri belirlediklerini aktardılar.

Doktorlar ayrıca, ağız ve boğazda sıklıkla bulunan bir mantar enfeksiyonundan kaynaklanan kilo kaybı, ateş ve pamukçuk ile birlikte, vücutta genelleştirilmiş bir lenf bezi şişmesi vakalarını da gördüklerini söylediler.

Şimdiye kadar, uzmanlar durumun insandan insana enflüanza veya kızamık gibi yayıldığına dair hiçbir kanıt bulamamış olsa da, bu tür bağışıklık sistemini çökerten hastalığa türlü nedenlerle bulaşma ihtimaline karşı uyarılarda bulundular.

Kaposi sarkomu ilk olarak 1872'de Romanya'da ortaya çıktı. Yakın zamana kadar, Amerika Birleşik Devletleri'nde, çoğunlukla yaşlı insanlarda, genellikle İtalyan ya da Yahudi kökenli ve immünosupresif tedavi alan hastalar arasında görüldü. Erkeklere bulaşma riskinin kadınlara nazaran 15 kat fazla olduğu belirtildi.

Konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Dr. Lawrence D. Mass, "Yaşam tarzı değişik cinsel karşılaşmalardan oluşan eşcinsel insanlar ciddi bir şekilde yeniden düşünmek zorunda" olduklarını söyledi.

Bağışıklık sistemi bozukluğunun nedenini keşfetmek ve neden olduğu sorunları önlemek için çalışma yürüten New York Üniversitesi Tıp Merkezi'nden Dr. Linda Laubenstein, sendromun önde gelen bir araştırmacısı olduğunu belirterek şimdiye kadar 62 hasta üzerinde tedavi uyguladıklarını aktarıp hastalığı şöyle özetledi: "Bu hastalık kesinlikle iyileşmiyor!"
DSÖ/WHO 17Mayıs 1990 da ‘eşcinsellik akıl hastalığı değildir cinsel tercihtir’ diyerek sapkınlığı teşvik etti.

1Aralık 2021
Mücahit Gültekin AileAkademisi Başkanı Türkiye Aile Meclisi Başkan Yardımcısı


HTTPS://t.me/basinaciklamasi t.me/sectiklerinidenetle ailehaklari.org AileAkademisi.org t.me/ailemeclisi
MİLLÎ OLMAYAN EĞİTİM SİSTEMİMİZ MANKURTLAŞTIRIYOR!!
AMERİKAN FULBRİGHT SÖZLEŞMESİ İPTAL EDİLMELİ
Eğitim ile geldiler ama basın yayın-propaganda ile devam ettiler ve ediyorlar Emperyalizm sömürgeleştirilmiş ülkelerin eğitim, medya, moda, kültür, sanat eliyle değişime uğratılması hareketidir.
Amerika 1830'larda Anadolu'nun ücra köşelerinde kolejleri vardır. Babasının hayrına yapmadı bunları. Buraya İngiliz-Yahudi kültürünü boca edecek ki burada üretilen mallara ihtiyaç duyulsun. Kültürünüzde hamburger, Coca Cola yoksa buna alıştırılmanız gerekir. Sadece yiyecek içecek değil onun arkasındaki bütün kültür dünyası da gerekir.
Sömürgeciler eğitimle kendilerini sömürülmeye hazır nesiller yetiştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar
ülkemizde 13 Mart 1950 tarihinde kabul edilip 18 Mart 1950 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5596 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti arasında imza edilen Anlaşma gereğince temin edilen paraların kullanılmasına dair Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile ABD arasında imzalanan Anlaşmanın onanması hakkında Kanun” bize ışık tutabilir. Kamuoyunda Fulbright anlaşması olarak bilinen anlaşma bu şekilde başlıyor...
Bu kanun birinci maddesinde, bu kanunun 27 Şubat 1946 tarihinde Kahire’de imzalanan anlaşma gereği temin edilen paraların kullanılmasına dair 27 Aralık 1949 tarihinde Ankara’da imzalanan anlaşmanın onanmasına dair kanun olduğu hususu düzenlenmiştir.
27 Şubat 1946 tarihinde Kahire’de imzalanan anlaşma ve buna bağlı olarak 27 Aralık 1949 tarihinde Ankara’da imzalanan anlaşmanın hangi düzenlemeleri yaptığını bilmemiz gerekir.
Komisyonu Türkiye ve ABD’nin finanse edeceği belirtilir.
Yani, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bursla ABD’ye gönderilmesi ve bunların tüm masraflarının karşılanması, (BİR ÖĞRENCİNİN MALİYETİ EN AZ 50BİN USD) ABD vatandaşlarının bursla Türkiye’ye getirilmesi ve onların tüm masraflarının karşılanması gibi, bu maskeyle masum gözükebilmektedir.
27 Şubat 1946 tarihinde Kahire'de imza olunan kredi anlaşmasının geri ödemelerinde ödenecek miktarın bir kısmı Türk Merkez Bankasında hususi bir hesaba yatırılacak ve bu paralar sözleşmedeki ifade ile “diğer maksatlar meyanında kültür, eğitim ve insani gayeler için kullanılabileceği” hükme bağlanmıştır.
Yani, bize kredi olarak verdikleri paranın geri ödemesi ile “diğer maksatlar” dışında, bizim çocuklarımızı kendi ülkelerinde bursla okutarak iki şekilde kazanç elde ettikleri görülmektedir.. KENDİ PARAMIZLA ÜLKEMİZE DÜŞMAN MANKURTLAR casuslar YETİŞTİRİYORUZ...
Bursla tahsili desteklenecek olan öğrencileri anlaşmanın 5. Maddesine göre; komisyon belirler.
“Komisyon, dördü Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve dördü Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı olmak üzere sekiz azadan müteşekkil bulunacaktır.” Adalet maskesiyle sömürü gizlenmektedir.
Ancak anlaşmanın en önemli noktası devam eden cümle olup cümle şu şekildedir:
“Bunlara ilâveten Amerika'nın Türkiye'deki diplomatik heyetinin başı Büyükelçi- «Misyon Şefi» adıyla Komisyonun fahrî başkanı olacaktır. Reyler eşit çıktığında başkanın dediği olur...”
7. maddede ABD Dışişleri bakanlığının tayin edeceği şekilde her yıl rapor tanzimini düzenlemiştir.
10. maddede ise “Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı, tensip ettiği takdirde, komisyonun her husustaki kararlarını gözden geçirebilir” hükmü getirilmiştir.
Toparlayıp özetleyeyim; bizim ülkemizden diğer ülkeye gidecek öğrencileri, diğer ülkeden bizim ülkemize gelecek öğrencileri tespit eden bir komisyonun 4 yabancı üyesi, bu komisyonun fahri (!) başkanının yabancı ülkeden olması ve bu komisyonun yabancı ülkeye her yıl rapor vermesi (casusluk faaliyeti) yabancı ülke dışişleri bakanının komisyonunu her husustaki kararını gözden geçirme yetkisine sahip olması bir sömürgecilik değil midir?
Fulbright anlaşmasının sadece burslu öğrenci değişimi ile ilgili olmadığı, milli olmayan eğitimin tüm sahalarını kapsadığı hususunu dikkate sunalım.
“Bu anlaşmayla, Milli Eğitim Bakanlığı’nda bugün çalışmalarını "etkin” bir biçimde sürdüren, personel politikalarından ders programlarına, pek çok konuda stratejik kararlar önerebilen, "Milli Eğitimi Geliştirme” adlı bir komisyon vardır. 1994 yılında 60 personeli olan bu komisyonda çalışanların üçte ikisi Amerikalıdır.”
Komisyonun, Türk ve Amerikan halkları arasında eğitim ve kültürel değişim yoluyla ortak bir anlayış geliştirmek için kurulduğu iddia edilir
Komisyonun bütçesi 1949 yılındaki kuruluşu itibariyle, Türk ve Amerikan Hükümetleri tarafından ortaklaşa oluşturulmaktadır. Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu, kurulduğundan bu yana yaklaşık 6.500 Türk ve Amerikalı öğrenci ile akademisyene burs olanağı sağlamıştır. Fulbright mezunu Türk öğrenci ve öğretim üyeleri, ABD’deki çalışmalarını tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönerek cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, işadamı maskesiyle Amerika için faydalı çalışmalar yapmaktadırlar. Türkiye’ye gelen Amerikalı akademisyenler de, çeşitli dallarda gerçekleştirdikleri araştırmalar ve aldıkları eğitim ile alanlarına önemli katkılarda bulunmaktadırlar. Programlarını tamamlayıp ülkelerine dönen Fulbrightlılar, görev aldıkları önemli pozisyonlarda, Türkiye ile bağlarını sürdürerek, Fulbright’ın amacını uygulamış ve gerçekleştirmiş olmaktadırlar.
ABD ile ortak bir anlayış geliştiren ve CİA ile irtibatlı kişilerin ülkemize aidiyeti olabilir mi?
Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği maskesiye cinsiyetsiz toplum operasyonu bizler uyanıncaya ve uyarıncaya kadar devam etmiş adını değiştirerek TCE Toplumsal Cinsiyet Eşitliği maskesini kullanmaya başlamışlardır. Bunun da eşcinselliği teşvik operasyonu olduğunu söylediğimizde şimdi Toplumsal Cinsiyet Adaleti maskesini cinsiyetsiz, ailesiz, ahlaksız nesil projesi yürütülüyor...
Fulbright dayatmasiyla 5 yıllık zorunlu eğitimin ilk önce 8 yıla şimdi de 12 yıla çıkarılması sonucu esnaf Kobi sanayici tarım hayvancılık gibi aile medeniyeti de zararda!
Bu anlaşma öğrenci değişiminden öteye gidip, ders programlarından müfredata kadar milli eğitimin tüm yapısı hakkında söz sahibi olmadığını görüyoruz. Çünkü ders kitaplarımız da materyalist felsefeyle yazdırılıyor. Bu nesilden de bencil, egoist, maddeci, menfaatçi, deist, ateist, bir ruhsuz, ahlaksız bir nesil meydana geliyor. Geleceğimizi inşa ve bağımsızlığımız için elbirliği ile istiklal marşı yılı vesilesiyle bağımsızlık mücadelesi vermeliyiz.
Fulbright Eğitim koomsyonu eski başkanı John Bass denilen şerefsiz ABD elçisinin Fetöcüleri büyükelçiliklerinde koruduğu ve hepsinin de CİA adına çalıştığı ve tutuklanan elamanlarının da ülkemiz aleyhinde bulundukları resmen tescillendi. Fulbright’ın mimarı ebedî şef İnönü’dür. Her partide fulbright etkindir örnek BAG Babacan, Akgönenç, Gül...

Son olarak; ABD’nin bizimle açıkça savaştığı bu günkü şartlarda yapacağımız en önemli bağımsızlık adımlarından biri de bu anlaşmayı onaylayan kanunun yürürlükten kaldırılması ve anlaşmanın feshedilmesidir. 20. Eğitim Şûrası vesilesiyle Reis-i CUMHURUMUZ mankurtlaştiran ifsat eden #Fulbright Sözleşmesini İstanbul Sözleşmesi gibi iptal etmeli, İMF'ye defol dediği gibi 17Mayıs 1990'dan beri Eşcinsel Sapkınligi teşvik eden Dünya Sağlık Örgütü'ne ve dayatmalarına da #oneminute deyip gereğini yapmasını taklitçi materyalist eğitimden tahkiki ve tevhide eğitim sistemine geçilmesini ve ahlak dersi din dersinin Osmanlıcanın mecburi olmasını dilimizdeki bozulmaların düzeltilmesini inceltme işaretinin şura'dan değil ŞÛRA'dan bekliyoruz.
Fulbright Yönetim Kurulu aşağıdaki Türk ve Amerikalı üyelerden oluşmaktadır:
John Thomas McCarthy, #bildirberg'li Yönetim Kurulu Başkanı, ING Bank YKB. İstanbul
Burcu Eyisoy Dalkıran, Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Birimi Genel Müdürü, Milli Eğitim Bakanlığı,
Emir Salim Yüksel, Kültürel Diplomasi Genel Müdür Yardımcılığı Genel Müdür Yardımcısı, Dışişleri Bakanlığı,
Robert Hilton, Basın ve Halkla İlişkiler Müsteşarı, Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliği,
Prof. Dr. M. Akif Kireçci, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi,
Prof. Dr. Muhsin Kar, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Rektörü,
Daria Darnell, İstanbul Başkonsolosu, Amerika Birleşik Devletleri İstanbul Başkonsolosluğu,
Mark H. Butler, Mimar, Nedret & Mark Butler Tasarım Stüdyosu, İstanbul
3 Aralık 2021
Âdem Çevik
Türkiye Aile Meclisi ve Dünya Çocuk Hakları Derneği Başkanı
AMERİKAN FULBRİGHT SÖZLEŞMESİ İPTAL EDİLMELİ https://www.haberinioku.com/amerikan-fulbright-sozlesmesi-iptal-edilmeli/197650/ t.me/basinaciklamasi t.me/AileMeclisi https://t.me/SectikleriniDenetle
Türkiye Aile Meclisi TMK.20.Yıl BASIN AÇIKLAMASI
Türkiye Aile Meclisi Genel Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Şemsettin KIRIŞ: "Fıtrata hukuka inancımıza aykırı FEMİNİZM ve CEDAW dayatması yasalar ıslah edilmeli"
Türkiye Aile Meclisi ve bildirimizi destekleyen sivil toplum kuruluşları olarak 8 Aralık 2021 tarihi itibariyle 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun yürürlükten kaldırılışının 20. Yıldönümü münasebetiyle kamuoyuna aşağıdaki hususları paylaşmayı bir görev bilmekteyiz.
17 Şubat 1926 tarihinde çıkartılıp 8 Aralık 2001 tarihinde yürürlükten kaldırılan 743 sayılı Türk Medeni Kanunu, Türk ailesini 75 yıllık bir süre içerisinde iki binli yıllara kadar taşıyabilmiştir. Bu kanun zamanın şartlarına göre yenilendi tezi bilimsel verilerle desteklenmiş bir savunma değildir. Bu kanunun yürürlükten kaldırılması sonrasında Türk ailesi, kurulabilirlik ve sürdürülebilirlik yönüyle büyük darbe almıştır. Bu kanun, uluslararası Cedaw sözleşmesine uymayan yanları olduğu için kaldırılmıştır.
Boşanma oranlarındaki ciddi artış, evlenme yaşı ortalamasının tırmanışı, doğurganlık oranındaki keskin düşüş, yalnız yaşayanlardaki artış, şiddet ve cinayet olaylarındaki artış, “hayatta kalma” yarışmalarındaki artış bu kanunun ilgasından sonradır.
Bu bildirimizde, öncelikle 743 sayılı kanunun uluslararası sözleşmelere uymayan yanlarını dile getirmek istiyoruz:
1. Eski medeni kanuna göre ailenin bir reisi vardı. “Koca, birliğin reisidir” denilerek ailenin reisliği erkeğe verilmişti. Yeni medeni kanunda “beraberce yönetirler” kaydı getirilmiştir. Aile reisliğinin tek bir tarafa verilmediği için birlikte yönetirler ifadesi pratik hayatta nasıl bir yansıma bulmuştur? “Beraberce yönetirler” kaydını daha iyi anlamak için bazı örneklerden yola çıkarak sesli bir düşünme yapalım. “Beraberce yönetirler” demek, mesela okullarda müdürler olmayacak, öğretmen, öğrenci ve veliler okulu beraberce yetecekler demek gibidir. Resmi dairelerde müdürler olmayacak, memurlar beraberce yönetecekler demek gibidir. Mahallede muhtar olmayacak, mahalle sakinleri birlikte yönetecekler demek gibidir.
Yeni medeni kanun “beraberce yönetirler” demek suretiyle partnerlik hukukunu kabul etmiş, aileyi sahipsiz bırakmıştır. Yeni medeni kanun hazırlayıcıları “75 yıl Türk ailesini erkek yönetti, bundan sonra da bir 75 yıl da kadın yönetecek” deseydi aile bu kadar sahipsiz kalmazdı. Âilenin şöyle ya da böyle bir sahibi olurdu. “Beraberce yönetirler” demenin pratikteki sonucunu ifade etmek için “hiç yönetemezler” demek daha uygundur. Yıkılan yuvalardaki göz korkutucu artış, âilenin yönetilemediğini göstermeye kâfi bir delil değil midir?
2. Eski Medenî Kanun en fazla bir sene nafaka verilebileceği hükmünü getiriyordu. (144. Madde) 4721 sayılı yeni medeni kanun bu durumu değiştirdi, süresiz nafaka getirdi. Bu durum erkek ve kadın açısından toplumsal kutuplaşmaya sebep olmuştur. Kutuplaşmalar toplumu şiddet sarmalına sürüklemektedir. Yargıya intikal etmiş konularda medya, muhâkeme işini yürütmede yargının partneri imiş gibi çalışmaktadır. Şiddet ve cinayet haberlerinin yaylım ateşi gibi beyinlere kazınması da içtimâî dengeleri sallamaktadır.
Tüm cinayetler konusunda en sağlam veriler Türkiye İstatistik Kurumu’nun verileridir. Kadın cinayetleri dâhil tüm cinayetleri anlamada medyadaki çarpıtmaları değil, TÜİK verilerini esas alarak üzerinde düşünmek gerekir. TÜİK’in ölüm ve ölüm nedeni istatistikleri bizlere tüm cinayetler hakkında bilgi sunmaktadır. TÜİK, öldüreni değil, öldürüleni dikkate alan bir veri havuzu oluşturmuştur. Ölüm nedeni istatistiklerinde “Ölüm nedenlerinin cinsiyete göre dağılımı” tablosu vardır. Bu tabloda “Cinayet, saldırı” olarak isimlendirilmiş bir “ölüm nedeni” ifade edilmiştir. 2016 yılında cinayet ve saldırı ile ölen 1436 kişinin 1180’i erkek, 256’sı kadın olarak tespit edilmiştir. 2017 yılı kayıtları 2018 ilan edilirken bir revizyona tabi tutulmuştur. Revize edilmiş verilere göre 2017 yılında cinayet ve saldırı ile ölen 1453 kişinin 1180’i erkek, 273’ü kadındır.
Revize edilmiş verilere göre 2018 yılında cinayet ve saldırı ile ölen 1139 kişinin 942’si erkek, 197’si kadındır. 2019 yılında cinayet ve saldırı ile ölen 810 kişinin 629’u erkek, 181’i kadın olarak tespit edilmiştir. 2017 ve 2018 verileri bir sonraki yılda revizyon geçirmiştir. 2020 yılı verileri henüz ilan edilmemiştir. İlan edildiği takdirde 2019 verileri de revizyon geçirebilir. Çünkü ölüm nedeni bilinmeyenler ile ilgili veriler değişebilmektedir. 2016’da tüm cinayetlerin yaklaşık % 82’si erkek, % 18’si kadındır. 2017’de tüm cinayetlerin yaklaşık % 81’si erkek, % 19’u kadındır. 2019 yılı tüm cinayetlerin yaklaşık % 78’si erkek, %22’si kadındır. 2016’dan 2019’a kadar geçen 4 yılda kadın cinayetlerinin % 18’den % 22’ye çıktığı söylenebilir. Verilere hangi açıdan bakarsanız bakın cinayet ve saldırı sonucu ölen erkeklerin sayısı kadınlara göre 4 kat daha fazladır. Kadın olsun erkek olsun bütün cinayetlere engel olmak için çabalamak gerekir. Bir insanı öldürmenin tüm insanlığı öldürmek kadar büyük bir vebal, ebedî cehennemlik olduğu ve 'KISAS'ta sizin için Hayat vardır' hakikatine ağırlık verilmelidir.
12 Eylül darbe sürecinde çıkartılan büyükşehir yasaları köylerde insan bırakmamıştır. İnsan sayısının belirli bir oranın altına düşmesi kırsal alanda sosyal kontrolü imkânsız hale getirdiğinden kırsal alanlar özellikle genç kızlar için güvenli alanlar olmaktan çıkmıştır. Ensest ve istismar vakalarının arttığı yerlerin nüfus oranlarının düşük olduğu yerler olması boşuna değildir. Kırsalda nüfus popülasyonunu desteklemeyen yasalar yüzünden cinayet çözme ve mağduriyetlerle mücadele iddialı DNA programcılığına büyük alan açılmıştır. Bu programlar toplumda güven diye bir şey bırakmadığından ortalama ilk evlenme yaşı fırlamıştır. 2020 yılında erkeklerde 27,9 iken kadınlarda 25,1 oldu. Tek kişilik hane halkı oranında ciddi artışlar düzenli olarak gerçekleşti. Bu oran 2020 yılında 17, 9’dur. 2020 yılında doğum yapan annelerin ortalama yaşı 29,0 olmuştur. Bu hızla giderse Türkiye’de Yalnızlar Bakanlığı’nın kurulacağı günler yakındır.
Kadının erkekten erkeğin kadından bağımsızlaşmasını özendiren her söylem, “insan kaynaklarımızı sürdürebilirlik” nokta-i nazarından problemlidir. Şiddet ve cinayet haberlerinin çarpıcı bir biçimde sunumunda son yıllarda büyük artış olmuştur. Bu sunumların asıl hedefi Türkiye’nin uluslararası sözleşmelere bağlılığının zorunlu olduğu fikrini pekiştirmektir. Cedaw sözleşmesinin ana vurgusu kadına şiddeti önleme değil, kadına şiddetle mücadelede ülkelerin kendilerini uluslararası denetime açmasıdır. Herhangi bir ülke kadına şiddetle mücadelede iç dinamikleriyle başa çıkabilir. Örneğin şiddeti artiran içki kumar fuhuş zina teşhirciliğin sapkinlığın ve toplumsal cinsiyet maskesiyle escinsellik faaliyetlerinin yasaklanması gibi . “Toplumsal bağımsızlık” iç hukuk ve adalet düzeninin olduğu bir ülkede mağduriyetlerle ilgili konularda uluslararası kuruluşlara hesap verme zorunluluğunun olmamasıdır. Mağduriyetlere karşı eğitim ve caydırıcı özelliği de bulunan bağımsız hukuk ile mücadele etmek gerekir. Yargıya intikal etmiş konularda medyanın yargı sürecine doğrudan müdahil olarak çalıştığı bir ülkede bağımsız yargıdan söz edilemez.
743 sayılı kanun, uluslararası sözleşmelere uymayan yanları olduğu için kaldırılmıştır. Küresel ölçekte insan mühendisliğinin yapıldığı yılları yaşıyoruz. İnsana standart getiriliyor, bunun farkında olmak gerekir. Geleneksel renk taşıyan aile dâhil tüm değerlerin hayatta kalması kolay olmayacaktır. Bugün aile için ne yaptık sorusunu her gün sormak gerekir. Çünkü aile için yapılan her şey Allah için yapılan şeyler mesabesindedir. 7Aralık2021
Doç. Dr. Şemsettin KIRIŞ
Türkiye Aile Meclisi Genel Başkan Yardımcısı

https://t.me/BASINaciklamasi

Kastamonu, Basın Toplantisini bugün Memur-sen/Eğitimbirr Salonunda Saat:11

Ankara, 8Aralık Saat:11 Sıhhiye İlkiz sokak 28/6
Açıklama; Hukukçu Mehmet Yaman Türkiye Aile Meclisi Genel Başkan Yardımcısı

İstanbul, 10 Aralık Saat:10 Eyüp Edirnekapı Demirkapı Durağı, Vakıfbank üstü kat.5