Türkiye Aile Meclisi Genel Başkanvekili Prof. Dr. Sefa Saygılı: İstanbul Sözleşmesi’ne Karşı Durmak, Vatan Nöbetidir!
Batılı emperyalistler Çanakkale’ye gemileriyle, toplarıyla/tüfekleriyle saldırdılar, İstanbul’u ve Anadolu’yu işgal ettiler, yakıp yıktılar. Yüz binlerce insanımızı şehit verdik, ancak emellerine ulaşamadılar. Lawrence ile çöl kraliçesi Gertrude Bell ile Fosforlu İmam Yahya ile saldırdılar, yine de yok edemediler. Bu topraklar çiğnetilmedi.
Aynı şer odakları tarafından bu defa yeni senaryolar vizyona konularak, şu bizimkiler dediğimiz bizden görünümlü/kisveli oyuncular eliyle dinimize, milletimize, ailemize ve insanımıza bu defa İstanbul Sözleşmesi ile saldırmaktadırlar.
Dünya düzeni neyin, nerede ve kimin/kimlerin eliyle yapılacağını iyi hesap ediyor. Sözleşmenin ismi olarak mukaddes şehrimiz İstanbul’un seçilmesi tesadüf değildir. Yüce Peygamberimizin (s.a.v.) fetih müjdesi ile şereflenmiş belde olan İstanbul’da imzalanması ve adının İSTANBUL SÖZLEŞMESİ konulması fethin intikamı olarak değerlendirilmelidir.
İstanbul Sözleşmesi, 3.dalga feminist ideolojinin manifestosudur. İstanbul Sözleşmesi “kültür, töre, din, gelenek ve namus” değerlerinin kökünün kazınması için hazırlanmıştır. İçimizdeki feministler ve LGBTİ sevicileri halen İstanbul Sözleşmesi’ni ve uzantı yasası 6284 Sayılı Kanun’u anlamıyor veya anlamak istemiyorlar. “Kadın hakları” ve/veya “ Kadına şiddeti önleyen sözleşme” olduğunu zannediyorlar. Hâlbuki sözleşmenin amacı ve asıl hedefi, LGBTİ bireylerini meşrulaştırmak ve onlara sınırsız cinsel özgürlük sağlamaktır.

İstanbul Sözleşmesi; başta kadınların ve LGBTİQ+ bireylerinin cinsel özgürlüklerini sağlayan ve toplumsal cinsiyet eşitliği ile eşcinselliği teminat altına alan, kadın hakları ve kadına karşı şiddet gerekçelerinin ambalaj olarak kullanılarak taraf ülkelerin sözleşmeye aykırı kültür, töre, din, gelenek ve namus kavramlarının kökünün kazınmasını emreden hükümler içermektedir.
Özellikle son 20 yılda yeni devrim yasaları yürürlüğe konulmuştur:
yılında yürürlüğe giren Yeni Medeni Kanun,
2005 yılında yürürlüğe giren Yeni Ceza Kanunu,
2010 yılında referandum ile kabul edilen (10. madde) pozitif ayrımcılık,
Yargıda “kadının beyanı esastır” kabulü ve uygulaması,

yılında imzalanan İSTANBUL SÖZLEŞMESİ,

2012 yılında 6284 sayılı yasanın kabulü ve yürürlüğü.
Tüm bu yasa çalışmaları İstanbul Sözleşmesi’ne giden yolları döşemiştir. Yeni Ceza Kanun’u, İstanbul Sözleşmesi’nin alt yapısını oluşturmaktadır. Karşılaştırmalı bir örnek vermek gerekirse; 765 Sayılı Eski Ceza Kanunu’nda cinsel suçlarda korunan hukuki yarar; toplumun ahlak değerleri ve aile iken 5237 Sayılı Yeni Ceza Kanunu’nda ise korunan hukuki yarar; kişi/kimsenin (LGBTİ+ bireylerinin) cinsel dokunulmazlığı ve özgürlüğüdür.
Feminist ideolojinin dayatması sonucu imzalanan İstanbul Sözleşmesi, 6284 Sayılı Kanun, Medeni Kanun, Ceza kanunu ve uygulama sonuçları aileyi ve insanımızı tahrip etmiştir. Şiddet ve cinayetler artmıştır. Dağılan ailelerin ve desteksiz kalan çocukların feryatları vicdanları sızlatmaktadır. Evlilik sayısında ciddi oranda düşüşler, boşanmalarda ise yüksek artışlar görülmektedir. Evlilik yaşı ortalama olarak kadınlarda 27, erkeklerde 30 yaş seviyesine yükselmiştir. Nüfus artışı hızında ciddi azalma meydana gelmiştir.
İstanbul Sözleşmesi, 19.03.2021 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı’mızın kararı ile fesih edilmiştir. İstanbul Sözleşmesi’nin Cumhurbaşkanının yetki ve iradesiyle feshi karşısında, başta HDP ve CHP ile feminist/ LGBTİ+ örgütleri koro halinde protestolara başlamışlardır. Yurt dışında ise Avrupa Konseyi ile Atlantik ötesinde Biden’dan kınama mesajları yayınlanmıştır. Kapitalist sermaye grupları da bu koroya katılmakta gecikmemişlerdir. Bu manzara, taleplerimizin ve fesih kararının ne denli doğru olduğunu göstermektedir.
İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin iptali için Danıştay’da açılan davada sol örgütlerin, baroların ve maalesef içimizdeki feminist ve LGTBİ sevicilerin gövde gösterilerine tanık olduk. Yargının adil ve doğru bir karar vereceğ
ini umuyoruz. Aksi halde toplumumuz, ailemiz ve insanımız telafisi mümkün olmayan çöküntüye uğrayacaktır.
Toplumumuzu ve insanımızı ifsat eden İstanbul Sözleşmesi’yle mücadele, var olmak/yok olmak mücadelesidir. BEKA SORUNUMUZDUR!
14 Mayıs 2022
Prof. Dr. Sefa Saygılı
Türkiye Aile Meclisi Genel Başkanvekili
BasinAciklamasi sayı:2022/41 AileHaklari.org TurkiyeAileBirligi.org
6284 aile kurumunu çökertiyor
Türkiye Aile Birliği Genel Başkan Yardımcısı Yunus Emre Altuntaş: 6284 aile kurumunu çökertiyor
Başımıza ne geldiyse gözü kapalı şekilde Avrupa’dan kopya ettiğimiz kanunlar sebebiyle geldi. 1839’da yayınlanan Tanzimat Fermanı bunun başlangıcı kabul edilir. İlginçtir ki bu fermanın getirdiği yeniliklere en çok da azınlıklar tepki göstermiştir. Osmanlı’da her vatandaşın eşit hak ve yükümlülüklere sahip olacağını vaat eden bu ferman ile azınlıklara da askerlik zorunluluğu getirilmişti. Oysa Osmanlı’nın uyguladığı Şeri hukuka göre tüm Gayri Müslim azınlıklar ehl-i zimme statüsünde kabul edilmiş, devletin koruması altında sürekli oturma iznine sahip olmuş ve sadece cüzi bir cizye vermekle sorumlu tutulmuştu. Osmanlı’daki azınlıkların bağımsızlık sevdasına kapılması da bu süreçten sonra hızlanmıştır.
Avusturya Başbakanı Metternich 1840’da Osmanlı’ya şunları tavsiye ediyordu: “Bana göre, Osmanlıyı bu hale düşüren sebeplerin başında Avrupalılaşma zihniyeti gelir. Bunun temelinde, tam bir cehalet ve akıl almaz hayalperestlikten başka bir dayanağı olmayan ve ısrarla savunulan Avrupa kopyası reformlar yapma hevesi yatar. Avrupa medeniyetinden sizin kanun ve nizamlarınıza uymayan kanunları almayın. Avrupa uygarlığından, sizin kurumlarınızla uyuşmayan sistemler almayın. Zira Batılı kurumlar, imparatorluğunuzun temelini meydana getiren ilkelerden farklı ilkelere dayanmaktadır. Avrupa’nın şartları başkadır, Türkiye’nin başka... Avrupa’nın temel kanunları Doğu’nun örf ve âdetlerine taban tabana zıttır. İthal malı ıslahattan kaçının. Bu gibi ıslahat Müslüman memleketlerini ancak felakete sürükler.” (Engelhardt: 2017)
2012 yılında yayınlanan 6284 sayılı kanun(Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun) bunun acı örneklerinden biridir. Nitekim Kanunun 1. maddesinde referans verildiği üzere, kanundaki esaslar büyük ölçüde İstanbul Sözleşmesi'ne göre oluşturulmuştur. İstanbul Sözleşmesi ya da tam adıyla “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan ve tamamen Hristiyan Batı değerlerine göre tasarlanan bir sözleşmedir. Dolayısıyla bu sözleşme %99’u Müslüman olan Türk toplumunun değerleriyle uyuşmamaktadır.
“Kadın Cinayeti” kavramı günümüzdeki anlamıyla ilk kez 1976’da feminist yazar Diana E. H. Russell tarafından kullanılmıştır. Aynı yazar bu kavramın siyasallaşmasının da mimarıdır. Yani “Kadın Cinayeti” kavramını ortaya atanlar kendilerini “lezbiyen-feminist” olarak tanımlayan ve kadını ailenin bir üyesi olarak görmeyi reddeden, hatta aile kurumuna karşı mücadele eden isimlerdir. Türkiye’nin “İstanbul Sözleşmesine” katılmasında ısrarlı olanlar da koyu iktidar karşıtlığı ile bilinen feminist, LGBT-İ gruplarıdır.
Bir de istatistiklere bakalım. Bu kanunu ve sözleşmeyi savunan “Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu”nun verilerine göre 2012 yılında 200 civarında olan kadın cinayeti sayısı 2021 yılında ikiye katlanarak 400 bandını aşmıştır. İçişleri Bakanlığının TBMM’de açıkladığı verilere göre 2012’de kadın cinayeti sayısı 128 iken 2021 yılında bu sayı 380’e çıkmıştır. Yine 2012 yılında 160 olan evden uzaklaştırma kararı sayısı 2021 yılına gelindiğinde “Eve yeteri kadar bakmıyor”, “Bana sesini yükseltti”, “Evdeki ışığı kapatmadı” gibi oldukça basit nedenlerle 130 bine ulaşmıştır. Yani 130 bin ailedeki çocuklar aylarca hatta bazen yıllarca babalarından mahrum bırakılmaktadır. Bu da 6284 sayılı kanunun kötü niyetli kişilerce nasıl suiistimal edildiğini açıkça ortaya koymaktadır. Benzer şekilde 2012 yılında 120 bin olan boşanma sayısı 2021 yılında 180 bine çıkmıştır. TÜİK verilerine göre son bir yıl içindeki boşanma olaylarından 165 bin 937 çocuk doğrudan etkilenmiştir.
Tüm bu rakamlar gösteriyor ki İstanbul Sözleşmesi sebebiyle çıkarılan 6284 sayılı kanun ülkemizdeki kadın cinayetlerini durdurmak bir yana hızlı bir şekilde artmasına sebep olmuş bunun yanı sıra yüzbinlerce ailenin dağılmasına yol açmıştır. Bu manzara Türk ailesi adına tam bir çöküşü haber vermektedir. Kaldı ki “Kadın Cina
yeti” tanımı hukuki değildir. Cinayetin kadına veya erkeğe göre tanımlanması tam bir garabettir. Cumhurbaşkanımızın aldığı kararla İstanbul Sözleşmesinden çıkmış olmamız bu sözleşmenin yargıdaki uzantısı sayılan ve halen yürürlükte olan 6284 sayılı kanun kaldırılmadan bir şey ifade etmiyor. Mevcut iktidarı 20 yıldır destekleyen muhafazakâr kesimin çağrısı bu sözleşmeyle beraber 6284 sayılı kanunun da kaldırılması yönündedir. Çünkü bu sözleşmeyi/kanunu savunan oluşumların kim oldukları ortadadır ve ülkemizin bekası için tıpkı Gezi kalkışmasında olduğu gibi bu azgın grupların kışkırtmalarına geçit verilmemelidir. Milletimizin dini değerlerine, örf ve adetlerine uygun yeni bir düzenleme yapılarak; dini eğitim daha yaygın ve nitelikli hale sokularak toplumun temelini oluşturan aile kurumunun çökmesi engellenmelidir. Çünkü cinayetlerin asıl sebebi dini ve milli değerlerimizin yeterince öğretilememesidir. Bizi biz yapan elimizdeki tek değer aile kalmıştır. Bu da yıkılırsa elimizde hiçbir şey kalmayacaktır.
Aile Günü Aile Haftası
15 Mayıs 2022/ sayı: 44
Yunus Emre Altuntaş
Türkiye Aile Birliği Genel Başkan Yardımcısı

....
T.me/basinaciklamasi AileHaklari.org TurkiyeAileBirligi.org
Ailemizi Dinimizi Devletimizi Darbecilerden Korumak için; Laiklik ve kemalizm âcil tasfiye edilmel AdaletPlatformu: Laiklik kamalizm tasfiye edilmeli, Türkiye İslam Cumhuriyeti Devletin Dini İslam Olmalı, Fulbright Kalkmadikca; 15Temmuz NATO/FETÖ AB/D Darbeleri/işgalleri Durdurulamaz!
Türkiye’deki 100 yıllık askeri vesayet ve kesintisiz darbe sürecinin kılıfı ve referansı, temeli laiklik ve sekülerizm olan batı öykünmecisi ve mankurt karakterli Kemalizm sebataizm ideolojisi olup, bu referanslar ortadan kaldırılmadığı sürece sivil ve askeri darbe süreci daima beslenecek ve kendine mazeret oluşturacaktır. Tıpkı 15 Temmuz darbecilerinin takiyyeten de olsa Kemalist ve laik söylemleri mazeret göstermeleri ve pek çok laikçi Kemalist subayın darbe teşebbüsüne iştiraki gibi.
Bu nedenle laiklik ve Kamalizm anayasadan çıkarılmalı, devletin resmi ideolojisi olmamalıdır. Kabbalaci sebataist pakrudin masonların dayattığı laiklik ve kamalizm dini Resmi ideoloji ve açılımı olan tüm mevzuat sadece anayasadan değil, tüm kanun, kararname vs. mevzuat, ders içeriklerinden çıkarılmalıdır. Bunun devamı olarak resmi ideolojiye ait resim, heykel ve semboller tüm kamusal alanlardan kaldırılmalı, bunlara ve Anıtkabir’e tazime yönelik tüm resmi törenler tamamen iptal edilmelidir.
Siyasi partiler ve memurlara yönelik kanunlarda gerekli değişiklikler yapılarak, yemin metninden Kemalizm dini ve laiklik vurgusu çıkarılmalı, Kemalizm dâhil tüm ideolojilerin özgürce parti politika ve ideolojilerini savunabilecekleri düzenlemeler getirilmelidir.
Yine Kemalizm doğmasının korunmasının en önemli aracı olan Atatürkü Koruma Kanunu 5816 sayılı çağdışı yasa kaldırılarak, kimse bu doğmayı kutsamaya zorlanmamalı, M.Kemal’de tarihteki diğer devlet adamları gibi serbestçe eleştirilebilmelidir.
Laiklik Ve Kemalizm Ders Kitaplarından ve Müfredattan Çıkarılmalıdır
Anayasal değişiklik hızlı yapılamasa bile, kanun, kararname, heykel ve semboller ile törenlerin acilen değiştirilmesi mümkün ve elzemdir. Zira şu anda iktidarın elindeki yetkiler bunları yapmaya yeterli olduğu gibi, mevcut devrim atmosferi soğuduktan sonra bu alanda da adım atmak zor olacaktır ve her geçen gün atmosfer namüsait hale gelebilecektir. Eğer bu kanuni ve sembolik değişiklikler yapılırsa, anayasadaki ifadeler resmiyette kaldırılamasa bile mantıksız şapka dayatması kanunu gibi kadük kalacağından, değiştirilmese bile çok önemi kalmayacaktır.
Değiştirilmesi kanun gerektirmeyen ders içerikleri, ders kitapları ve okullardaki her türlü büst, görsel ve törenler konusu hemen halledilmeli.
Halen her mezhep, ideoloji vs.nin kendini rahatça ifade edebildiği ve yaşayabildiği bu memlekette, bu memleketin gerçek sahibi olan ve rüşdünü 15 Temmuz devrimiyle ispat eden muhafazakar – müteddeyyin halk kesimi de bu haklara aynen sahip olmalıdır ki, 15 Temmuz devrimini gerçekleştiren halkımızın 100 yıldır içinde beslediği ve büyüttüğü en öncelikli ve önemli talebi budur. Nasıl ki kominizim iflas etmiş olmasına rağmen bu memlekette hala komünistler ve Komünist Parti varsa, Kemalistler de Kemalist Parti kurabilir, ama kimse Kemalizm’e zorlanmamalıdır artık.
Allah'a kulluk özgürlrştirir. Halkımız Kula Kulluğa Zorlanmaktan Tamamen Kurtarılmalı
Erdoğan’ında sık sık ifade ettiği gibi, halkımız Fetöye, yani kula kul olmamak için bu darbeye karşı koymuştur ve hamd olsun olmamıştır da. Lakin halkımızın mankurt Kemalist elit ve idarecilerce, 100 yıldır Mustafa Kemal’e kul haline getirilmeye çalışıldığı, bu kulluk halkımızın muhafazakar kesimince içselleştirilmemesine rağmen, çeşitli törenler, yeminler, anayasa ve yasalar, mahkemeler vs. yönüyle zoraki olarak gerçekleştirilmeye çalışıldığı açık bir vakıadır.
Tamam Fetöye kulluk kötü ve olmadık ama, hala 333 vekilden 158 atanmış vekilin oylarıyla 1923'de resmi reisicumhur olan M.Kemal’e ve sembollerine kulluk anlamına gelen sembol ve törenlere ne demeli? Tekke türbeler kapatıldı ama en büyük türbe Anıtkabir’e giderek tazimde bulunmak,15Temmuz halk devriminin ruhuyla ve mantık ile bağdaşmayan bir durumdu. Bu tür ritüeller bundan sonrada devam edecek, bazılarınca ümmetin tek ümidi