AileMeclisi: Evlerimizde Allah'ın dediği olmalı. Allah Aile Reisi olarak babaları görevlendirmiştir.

Türkiye Aile Meclisi YİK üyesi Mustafa Siel: AİLE REİSİ ELBETTE BABA OLMALI LAKİN, EVLERİMİZDE KADIN YADA ERKEK DEĞİL,
YÜCE ALLAH'IN HÜKÜMLERİ HAKİM OLMALI.
Evlerimizde Allah’ın hakimiyetinin sağlanması demek, tüm aile fertlerinin bilinçli bir tercih ve niyetle, fiil düşünce ve duygu bazında;
Yüce Allah’ın Kur’andaki aile ile ilgili tüm emir ve yasakları, ilke ve tavsiyeleri ile Peygamberimizin aile hayatına dair pratik sünneti çerçevesinde, Allah’ın rızasını kazanma çabası içinde olması demektir.
Dolayısıyla böyle evlerde kadının yada erkeğin değil, Allah’ın hakimiyeti söz konusu olacaktır.
Elbette aile fertleri arasında baba, anne, çocuklar sırasıyla bir hiyerarşi söz konusu olacak, NİSA SURESİ 34. AYETTE açıklandığı üzere, aile hiyerarşisinin başında AİLE REİSİ olarak BABA olacaktır ama, aslında bu hiyerarşinin tepesinde baba değil, Allah’ın hükümleri - hakimiyeti bulunacaktır.
Nitekim FETİH SURESİ 10. AYETTE, Allah Rasulüne biat edenlerin Allah'a biat ettikleri bildirilmiş olup, aile içindeki babanın konumu da aynıdır. Zaten la ilahe illallah kelimeyi tevhidinin temel anlamlarından birisi de, Allahtan başka mutlak otorite – hakim tanınmaması gerektiğidir.
Ailede BABANIN REİSLİĞİ mutlak otorite olmayıp, Allah’ın emir ve yasakları ile sınırlı FİİLİ OTORİTE olacaktır. Bu fiili otorite NİSA SURESİ 59. AYETTE açıklandığı üzere, devlet, siyaset ve sosyal alanlarda, Müslümanların kendi içlerinden görevlendirdikleri ULUL EMRE ait olduğu gibi, aile içinde de, Yüce Allah’ın NİSA SURESİ 34. AYETTE açıkladığı üzere BABA’ya aittir.
Yüce Allah tarafından AİLE REİSİ olarak görevlendirilen BABA mutlak otorite değil, tıpkı İSLAM DEVLETİ Yöneticisi ULUL EMR gibi, Allah’ın aile ile ilgili emir ve yasaklarını, ilke, hüküm ve hikmetlerini; aile hakimiyet alanında, başta kendi nefsi üzerinde olmak üzere, tüm aile fertleri arasında uygulamakla baş yetkili ve sorumlu konumundadır. Erkek dövüşün diye değil korusun diye güçlü yaratılmıştır.
Mustafa Siel
Türkiye Aile Meclisi YİK üyesi, Eğitimci Yazar ailehaklari.org t.me/sectiklerinidenetle
AileMeclisi: Evlerimizde Allah'ın dediği olmalı. Allah Aile Reisi olarak babaları görevlendirmiştir.

Türkiye Aile Meclisi YİK üyesi Mustafa Siel: AİLE REİSİ ELBETTE BABA OLMALI LAKİN, EVLERİMİZDE KADIN YADA ERKEK DEĞİL,
YÜCE ALLAH'IN HÜKÜMLERİ HAKİM OLMALI.
Evlerimizde Allah’ın hakimiyetinin sağlanması demek, tüm aile fertlerinin bilinçli bir tercih ve niyetle, fiil düşünce ve duygu bazında;
Yüce Allah’ın Kur’andaki aile ile ilgili tüm emir ve yasakları, ilke ve tavsiyeleri ile Peygamberimizin aile hayatına dair pratik sünneti çerçevesinde, Allah’ın rızasını kazanma çabası içinde olması demektir.
Dolayısıyla böyle evlerde kadının yada erkeğin değil, Allah’ın hakimiyeti söz konusu olacaktır.
Elbette aile fertleri arasında baba, anne, çocuklar sırasıyla bir hiyerarşi söz konusu olacak, NİSA SURESİ 34. AYETTE açıklandığı üzere, aile hiyerarşisinin başında AİLE REİSİ olarak BABA olacaktır ama, aslında bu hiyerarşinin tepesinde baba değil, Allah’ın hükümleri - hakimiyeti bulunacaktır.
Nitekim FETİH SURESİ 10. AYETTE, Allah Rasulüne biat edenlerin Allah'a biat ettikleri bildirilmiş olup, aile içindeki babanın konumu da aynıdır. Zaten la ilahe illallah kelimeyi tevhidinin temel anlamlarından birisi de, Allahtan başka mutlak otorite – hakim tanınmaması gerektiğidir.
Ailede BABANIN REİSLİĞİ mutlak otorite olmayıp, Allah’ın emir ve yasakları ile sınırlı FİİLİ OTORİTE olacaktır. Bu fiili otorite NİSA SURESİ 59. AYETTE açıklandığı üzere, devlet, siyaset ve sosyal alanlarda, Müslümanların kendi içlerinden görevlendirdikleri ULUL EMRE ait olduğu gibi, aile içinde de, Yüce Allah’ın NİSA SURESİ 34. AYETTE açıkladığı üzere BABA’ya aittir.
Yüce Allah tarafından AİLE REİSİ olarak görevlendirilen BABA mutlak otorite değil, tıpkı İSLAM DEVLETİ Yöneticisi ULUL EMR gibi, Allah’ın aile ile ilgili emir ve yasaklarını, ilke, hüküm ve hikmetlerini; aile hakimiyet alanında, başta kendi nefsi üzerinde olmak üzere, tüm aile fertleri arasında uygulamakla baş yetkili ve sorumlu konumundadır. Erkek dövüşün diye değil korusun diye güçlü yaratılmıştır.
Mustafa Siel
Türkiye Aile Meclisi YİK üyesi, Eğitimci Yazar ailehaklari.org t.me/sectiklerinidenetle
Eleştire Eleştire YIKMAK!
Türkiye Aile Meclisi Yönetim Kurulu Üyesi ve SDAM Stratejik Düşünce Analiz Merkezi Başkanı Sosyolog Eğitimci Yazar Dr. Abdülkâdir Turan

İslam’dan önce Bedevî dünyada hicvetmek, beğenmemek ve beğenmediğini daha etkili ve daha özgün ifade için dilin sınırlarını zorlamak, sadece sanatsal bir etkinlik değildi, aynı zamanda yaygın bir tutumdu.
https://dogruhaber.com.tr/yazar/dr-abdulkadir-turan/18047-elestire-elestire-yikmak/
Bu tutum, Araplara özgü değildi. Gayet tatlı bir bebeğe bakınca “Ne çirkinmiş! Ne çirkin!” diyen Anadolu’nun yaşlı kadını misali, diğer toplumlara da hâkim bir durumdu.

İslam’ın zuhur ettiği çağlarda insanlığın ezici çoğunluğu şehirlerin dışında yaşıyordu ve Bedevî karakterdeydi. Bedevî insan, onaylamanın sorumluluk getireceğinin bilinciyle midir, bilinmez, her yeniye, her yabancıya, her farklı üretime “yandan” bakmayı bir alışkanlık hâline getirmiştir. Onun için iyi olan, sadece daha önce var olana uymaktır, kişi o var olanı ne kadar iyi sürdürürse o ölçüde başarılıdır. Bunun için giyim kuşam gibi etkili söz de ancak geçmişteki kabile büyüğünün formatına yaklaştığında kabul görmüştür, aksi hâlde kınanmıştır.

Üstelik ihtisasın istisna olduğu Bedevî yaşamda kınama hakkı, belli bir sınıfla sınırla değildir, kabilenin her bireyi gördüğünü, geçmişle uyuşturmadığında kınayabilir. Bu da ortaya kitlesel bir eleştirel yaklaşım çıkarmıştır ve bu eleştirel yaklaşım, bilinenin aksine Bedevî yaşam tarzının en önemli bekçisi, onun yıkılmaz muhafızıdır. Bedevî kültür, o müzmin eleştirel bakış sayesinde uygarlıklara ve İslam medeniyetine karşı direnebilmiş, onun oluşturduğu zırhla dış etkilerden korunup termosun içindeki sıcak içecek misali hep kendi koşullarında kalmıştır.

İslam; tutumları disipline etme çabasıyla birlikte zihinleri de disipline çabası verdi, bu müzmin eleştirel bakışla mücadele etti. Ona karşı tedkik, tahlil ve tahkiki öğretti.

Tedkik, araştırma ve inceleme; tahlil ve tahkik ise doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırmak; kişi veya esere hakkını vermek; bu yönde insanlara yol göstermektir.

Tedkik, tahlil ve tahkik; iyiliği emretme, kötülükten sakındırma mukaddes etkinliğinin eser dünyasına yansımasıdır. Müslüman nasıl ki günlük hayatında kişiyi daha iyiye yöneltmek için iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma ameli içinde bulunuyorsa eser dünyasında da tedkik, tahlil ve tahkikte bulunarak iyi olanı öne çıkarma, kötü olanı gözden düşürme; iyi ve üstün olanı yayma, örnek alma; kötü ve düşük olanı bertaraf edip azaltma, bitirme mücadelesi verir.

Müslüman, bu yanıyla tam bir tedkik, tahlil ve tahkik adamıdır. Bu, ona İslam’ın yüklediği bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu yerine getirmek, farz-ı kifâyedir yani ancak Müslümanların bir kesimi tarafından yerine getirilince diğer Müslümanlar onu yapmamanın sorumluluğundan kurtulabilmektedir.

Bu farz-ı kifâye konumu; tedkik, tahlil ve tahkiki Müslümanlar arasında bir uzmanlık, ilimde derinlik sahasına dönüştürdü. Bütün Müslümanların hep birlikte onunla zaman kaybedip karmaşaya yol açmasını engelledi.

MÜZMİN ELEŞTİREL BAKIŞLA TAHKİKİ TERK ARASINDA…

İslam, Bedevî eleştirel bakışla Mekke’de olduğu gibi Medine’de de mücadele etti. Ama henüz Hülefâyı Râşidîn devrinde müzmin eleştirel yaklaşım, özellikle başta yaşlı ve savaşa çıkamayacak kadar yara alan gaziler arasında olmak üzere yeniden yaygınlaştı. Ne için yapıldığı tam anlaşılmayan (hikmeti bilinmeyen), ne zaman yapılacağı ve ne zamana kadar süreceği bilinmeyen, şahdamarından vururken bir çözüm getirmeyen bu kronik eleştiri Müslüman valiler ve diğer idareciler için ayak bağına dönüştü. Bu nedenle, daha önce halkı sabırla dinleyen, emri bilmaruf ve nehyianilmünkeri kendilerine yönelik de kompleksiz kabul eden, halkı dinlemeyi planlanmış etkinlikleri arasına alan idareciler, halkla bir araya gelmekten ürkmeye başladılar. Hikmetsiz eleştirinin çokluğu karşısında hiçbir değerlendirmeyi dinlememeyi seçtiler.
Bu yüzden idarecilerle halkın arasına perde girdi ve eleştiriyi iktidara geçmek için yol bilen muhalifler, toplumun arasına sızıp müzmin eleştirel bakışı canlandırarak İslam toplumunu tedkik, tahlil ve tahkik noktasından adeta cahiliye günlerine götürdüler.

Haçlı ve Moğol istilasından sonra İslam dünyasının yeni bir müzmin eleştirel bakış sürecine girdiği kolaylıkla anlaşılabilmektedir. Fakat Haçlı ve Moğol istilasının neticelerinin Ümmette neden olduğu tedhiş farklı bir netice doğurdu. Başına gelen musibette müzmin eleştiri ve müzmin muhalifliğin payının olduğunu düşünen Müslümanlar, tedkik, tahlil ve tahkikten dahi huzursuz olmaya başladılar. Sabitlerine sahip çıkma yönündeki kararlılığını farkında olmadan her tür etkinliğe doğru taşırdılar. Bu tutum gittikçe yayılınca farklı üretimlere yönelme durdu ve I. Dünya Savaşı’ndaki büyük felakete yol açtı. Müslümanca tutumu verimli kılan, tutumun adil olmasıdır; ifrat ve tefrit, Müslümanca tutum için aynı neticeyi verir ve felakete yol açar.

MODERN DÜNYADA MÜZMİN ELEŞTİREL BAKIŞI

Müslümanlar, henüz 1762’de vefat eden Şah Veliyullah Dehlevî gibi şahsiyetlerle vaziyetlerini sorgulamaya başladılar; tedkik, tahkik ve tahlillerde bulundular. Ne yazık ki çağın hızlı değişimini takip etmekten uzak bir yavaşlıkla yol alan bu etkinlik, Müslümanları I. Dünya Savaşı’ndaki büyük toprak kaybıyla sonuçlanan felaketten koruyamadı.

Henüz savaş öncesinde yıkımın işaretleri alınınca tedkik, tahkik ve tahlil bağlamında bir sorgulama başlamıştı. Müslümanlar, savaş sonrasında, eski dünyanın neredeyse tamamen denklem dışında kalmasının sağladığı ortamda, savaş öncesi başlayan sorgulamayı devam ettirdiler. Bu konudaki deneyim, meyve vermeye başladı ve Müslümanların durumunu değiştirecek makul fikirler oluştu.

Savaş musibetinin verdiği derslere rağmen ayakta kalabilen eski dünya, o fikirlere karşı müzmin eleştirel bir yaklaşım içine girdiyse de gelişmeyi engelleyemedi. Onların ihyadan yana Müslümanların dile getirdiği her fikre “kitaplarımızda görmedik” diyerek yönelttikleri temelsiz, endişeli ve çözüm içermeyen reddiyeler, gecikmelere neden olduysa da tamamen engelleyici olmadı. Sadece tanımamaktan kaynaklı ret, pek çok noktada yerini coşkulu kabullere de bıraktı.

İşte o noktada İslam dünyasına yönelik, birbirine tam zıt ve tamamen farklı zamanlara ait iki müzmin eleştirel yaklaşım harekâtı başlatıldı. Geleneksel dünyamıza ait kültürel eleştirel bakış, Batı’da gelişen postmodern eleştirel bakış. Her ikisi de mütehassıs kişilerce başlatılsa da zamanla kitlesel bir tutuma dönüştü. Her ikisi de farklı iki yönden aynı hedefe doğru işledi. O hedef, belli bir noktaya kadar gelen İslâmî hareketlerin eleştiri bombardımanına tutularak durdurulması ve geriletilmesidir. Bunun en bariz örneği, kimi televizyon kanallarında modernist tiplerle ultra gelenekçi tiplerin konuşturulduğu oturumlardır. İki kesim birbirini yıpratıyor görünürken aslında hep birlikte İslâmî mücadeleye zarar verecek şekilde konumlandırılmış, konuşturulmuş ve koşturulmuştur. Üstelik çoğu zaman sadece geleneksel zeminden gelen değil, modernist isim de doğrudan İslâmî mücadeleye zarar verdiğinin farkında değildir hatta iyilik yaptığını düşünenlerin sayısı da çoktur.

Geleneksel zeminden gelen müzmin eleştirel bakışın sahibi; İslâmî hareketlerin, hocalarının kendilerine öğrettikleri İslam’ı temsil etmediğinden söze başlar, kimisi hızını alamaz, hakaret eder, ispiyonlar; “gavurdan beter” demeye getirir. Ona “Buyurun, çağın Müslümanına ne öneriyorsunuz?” diye sorulduğunda “Biz, hakkı ifade etmekle mükellefiz, gerisi bizi alakadar etmez!” deyip kaçar ki geçmişteki Bedevi eleştirel bakışını tamı tamına temsil eder: Hem gelişmenin önünde durur hem gelişme için yeni bir yol açmaz, dolayısıyla süreci tıkama vazifesini hakkıyla icra eder ki emperyalizmin İslam’a karşı mücadelesinde muazzam bir malzeme teşkil eder!

Postmodern eleştiriye gelince;
Batı, kendi sınırları içinde bir tedkik, tahkik ve tahlil süreci yaşadı. Bu süreç, ona yine kendi materyalist dünyası içinde yol alma imkânı verdi. O imkânın oluşmasında İslam’ın inancından olmasa da İslam’ın terakki tarzından etkilenen mühtedi Yahudilerin büyük katkısı oldu.

Batı, II. Dünya Savaşı’nın getirdiği felaketle eleştiriyi de etkileyen iki durumla yüz yüze geldi:

1.Dünya Savaşı, büyük Avrupa devletlerinin soluğunu kesti. Onların iktidar tahtını sarstı ve rollerini ABD’ye kaptırmalarının yolunu açtı.

Modern Batı Avrupa ülkelerinde mühtedi Yahudiler, iktidar ortağı idiler; Yahudiler, etkin güç olsalar da kendilerini gizleme gibi bir aşağılanma hâli içindeydiler. ABD’de ise Yahudiler, kendi dinleri üzere ve açıktan iktidara ortaktırlar. Dolayısıyla iktidarın Batı Avrupa’dan ABD’ye kayması; iktidarın aynı zamanda mühtedi ve aşağılanmış Yahudilerden kendilerini açıkça ifade eden, kipalarını Hıristiyan siyasetçilerin dahi başına geçiren, onları dahi Kudüs’e götürüp Ağlama Duvarı diye gasp ettikleri noktada ağlatan Yahudilere geçmesi anlamına geliyordu. Onun için Yahudiler, bu iktidar değişikliğini alkışladılar, ellerinden geldikçe Batı Avrupa’yı ürkütmeden bu süreci hızlandırdılar ve bunda Bedevî eleştirel bakışın modernleştirilmiş biçiminden başka bir şey olmayan, postmodern/müzmin/yıkıcı eleştirel bakıştan keskin bir kılıç gibi, sivri bir mızrak gibi, bir bombardıman uçağı gibi yararlandılar; Batı Avrupa’nın tarihi üretkenliğini bitirdiler.

Öte yandan I ve II. Dünya Savaşlarının Avrupa’da yol açtığı insan kayıpları ve tahribatlar, Avrupa gençliği ve savaş mağduru kadınları Batı düzenine karşı nefret diline yöneltti. Bu kesim, eskiye ait ne varsa ve neden söz edilirse nefret etti ve onu protesto etti. Eleştirip protesto etmeyi tek kutsalı bilen bu kuşak, Batı’ya katkı sağlayacak hiçbir öneri getirmedi; Batı’nın eski şanını yüceltecek hiçbir büyük eser üretmedi ama eser namına ne üretilirse üretilsin eleştirdi, yıkmak için zaman zaman sokaklara döküldü. Batı, onların tahrip edici yöndeki taleplerine cevap vermeye yetişemiyor ve yarın nasıl yetişeceğini de bilmiyor.

Söz konusu kitlenin hiç dokunamadığı husus ise II. Dünya Savaşı sonrasında Yahudilere yönelik getirilen yasal korumadır. Düşünce ve ifade özgürlüğünü de etkileyen o korumaya karşı her nedense kayda değer bir protesto yok!

Batı’daki unsurlar arasındaki iktidar değişikliğini lehlerine gören Yahudiler, bu kendilerine dokunmayan eleştirel yıkıcı yaklaşımı, dünyayı daha fazla ayrıştırıp daha uzun süre yönetmek için, bütün imkânlarıyla destekliyorlar, reklam ediyorlar, ihraç ediyorlar.

İslam dünyası Batı’yla, sömürgeleşmeyle ilişkili olarak ve tabii etkileşimiyle bu her şeyi protesto eden postmodern tutumdan etkileniyor. Ama en geç 1991’den bu yana İslam dünyasına yönelik operasyonel bir yaklaşımla, bu yıkıcı eleştirel tutum, müzmin muhaliflik aynı zamanda bir silah olarak kullanılıyor.

Algısal çalışmalarla İslam dünyasında gençlik nezdinde “eleştiri” tek başına kutsanıyor ve özgürlüğün kanıtı gibi görülüyor.

Sanki İslâmî hareketler veya anne babalar, iktidar olmuşlar da dünyanın bütün imkânlarını ele geçirmişler de İslam dünyasını I. ve II. Dünya Savaşı’na sokup gençliğin bütün hayallerini yıkmışlar gibi bir manzara var.

Oysa İslâmî hareketlerin pek çoğu kuluçka dönemini bile aşmadan şiddetli işkencelere maruz kaldı, önderlerini şehid verdi. İslami hareketler, iktidar değil, iktidarların mağdurudurlar. Onların fertlerinden farklı etkenlerle iktidar olabilenler ise dışarıdan ve içeriden şiddetli bir kuşatma altındalar, projelerini gerçekleştirme imkânlarından uzaktırlar.

Mağdur olan İslâmî hareketleri zalim hükümdarlar makamında görmek, ancak bakış bozukluğunun neticesi olabilir. Yazık ki gençler, salt Batı’yı taklitle değil, algı yönetimleriyle bakış bozukluğu gibi bir sorun yaşayabiliyorlar. Bu da onları yapıcı bir tahkikten, yıkıcı bir eleştiriye yöneltiyor.
Eleştirinin işlevi, üreten ile üretilen arasında ahenkli bir ilişki ile üretimin kusurlarını gidermek ve üretimi yeni bir donanımla ilerletmektir. Bu işlevde olmayan ve geleneksel köy düğünlerinde görüldüğü üzere kitlesel ortamda gelişigüzel kurşun sıkmayı andıran bu yıkıcı bir eleştiri tarzı, eleştire eleştire yıkma projesinin bir parçası olmasa bile destekleyicisidir, fahri yardımcı kuvvetidir.

Buna karşı gençliğe yönelik yine yıkıcı bir eleştiriye yönelmektense gençliği aydınlatacak bir tedkik ve tahlil içine girmek gerekir. Onlar, hakikati anlayınca elbette ona yönelecek ve İslam düşmanlarını kahredecek bir yapıcı yaklaşım içinde olacaklardır. Sdam.org.tr @akadirturan72
Türkiye Aile Meclisi: NESLİ İHYÂ, MEDENİYETİ İNŞÂ MANİFESTOSU
Gerek ülke gerekse bütün insanlık âlemi şu anda topyekûn birçok problem ile karşı karşıya kalmakta ve gerek devletler gerek şahsiyet düzeyinde tehlikeler hüküm süren bir dönemi yaşamaktadır. İnsanlık dil, din, renk, ırk gözetmeksizin bir varoluş ve fıtrat mücadelesi vermektedir. Bir taraftan da fıtrat ve varoluşu sona erdirmek için ifsat komiteleri canla başla çalışmaktadır. Her dönemde olduğu gibi tahripkârlar tahribat yaparlarken, tamir ehli de tamir ile hemhal olmaktadır. Lakin tahrip kolay, tamir zor olduğundan ve tahripkârların sayısı fazla, tamircilerin sayısı az olması sebebiyle insanlık bir nevi uçuruma doğru gitmektedir. Nitekim bir binayı 20 kişi 6 ayda zor yaparken, bir kişi tek başına 1 saatte yıkabilir. Bir uçurumdan insanlığı çevirmek için bazı çalışmalara öncelik verilmek zorundadır.

1. Önce Mevcut Yanlışlar Reddedilmeli
Tarih boyunca mütefekkirler yaşadığı çağı doğru tahlil etmiş ve var olan yanlış düzene kafa tutup yeni düzeni yerleştirmek için mücadele etmişlerdir. Mevcut yanlışların reddedilmesi ile ancak yeni bir düzen kurulabilir. Nitekim fikir adamları, içinde yaşadıkları çağın yanlışlarını yanlış kabul etmedikleri sürece o yanlışla mücadele etmek gibi bir düşünceleri ve fiilleri söz konusu olmayacaktır. Bu yüzdendir ki medeniyeti inşa etmeye çalışan âlimler ve amiller asla içinde bulundukları çağı yaşamışlardır. Mücadeleleri sürekli gelecek zaman içindir. Adaletsizliğin, hukuksuzluğun, insafsızlığın ve vicdansızlığın hüküm sürdüğü bir çağda öncelikle bu kavramları reddederek yeniden bir İhya ve İnşa medeniyeti kurulması için mücadele edilmelidir.

2. Köklü İnanç Medeniyetine Yolculuk Yapılmalı
İnsanlık tarihi boyunca inanç toplumları diri tutmuş ve adaleti tesis etmiştir. İnancını yitiren fert ve toplumlar ise bunalıma girmiş ve gerek ferdi gerekse toplumsal anlamda sorunlara sebebiyet vermişlerdir.
Din insanlığa hayat olmuştur. Bediüzzaman hazretlerinin tabiri ile;
Din hayatın hayatı,
Hem nuru hem esası.
İhyayı din ile olur,
Bu milletin ihyası.
Bu gün ırkçılık ve sekülerizm insanların hayatına sinmiş ve dini itibarı zayıflatmıştır. Oysa hangi toplum dini inancına sarılmışsa ve inandığı gibi yaşamışsa o toplum ihya olmuştur.
İfsat komiteleri Müslüman camiayı bilinçli bir şekilde dininden soğutmakta ve uzaklaştırmaktadır. Tarihini Müslümanlara unutturmakta ve kendi yalan, zalim tarihlerini onlara yutturmaktadır. Medeniyetsizliklerini medeniyet, vahşiliklerini insanlık olarak sergilemektedir. Oysa kendi medeniyet tarihimiz insanlık ve adalet ile kuşanmıştır. Özellikle gençlerimize tarihini ve inancını asrın idrakına göre sunmalıyız.

3. Öğrenilmiş Çaresizlik ve Aşağılık Kompleksinden Nesil Arındırılmalı
Neslin ihyası medeniyetin inşası için evvela neslimiz, yani çocuk ve gençlerimizin öğrenilmiş çaresizlik ve aşağılık kompleksinden kopup kendi inanç değerleri ile kuşanması gerekir. Okuduğu kitaplar, izlediği filmeler, maruz kaldığı görsel/işitsel ne varsa hepsini incelemeye almalı ve zarar verenleri ayıklamalıdır. Başta aile olmak üzere, toplumsal ve eğitsel alanda onlara yeteneklerini keşfedecek ortamlar oluşturulmalıdır. Kendi yeteneğini keşfeden ve sahada uygulandığında başarılı olan genç, ümitvar olacaktır. Kendi tarihleri doğru şekilde okutulmalı ve buradan kuvvet almaları sağlanmalıdır. Bir İbni Sina'nın Hipokrat'tan daha yetenekli ve büyük işler başardığını görebilmeli. Bir Fatih'in 14 yaşında devlet yönettiğini bilmeli. Kendinde kuvvet bulmalıdır.
Sen mi yapacaksın? diye sordularında "evet ben yapacağım" diyebilmeli.

4. Eğitim Sistemi Yeniden Dizayn Edilmeli
Son 150 senedir eğitim sistemimiz Batı sekülerizmi altında irfan ve hikmetten yoksun bir şekilde kendi neslini öğütmektedir. 12 yıl zorunlu okuyan gençler cahil bir şekilde mezun olmaktadır. Ders kitaplarımız dini değerlerden yoksun batı ve hatta dine karşı içerikte okutulmaktadır.
Ateist ders kitapları ile hangi inanç medeniyetini kurabiliriz? Celladına âşık olmuş misali inanç medeniyetimizi yok etmeye çalışan eğitim müfredatı ile hangi nesli yetiştirebiliriz? Milli eğitimde ıslahat yerine inkılap şart olmuştur.

5. Aile Kurumu Güçlendirilmeli
Medeniyet ancak aile ile güçlenir. Ailenin her bir ferdi medeniyeti meydana getiren bir ferd ve aynı zamanda bir potansiyel kilit taşıdır. Aile yapısı güçlü olan toplumlar güçlü medeniyetler meydana getirmişlerdir. Bu gün bütün toplum tabakaları aileyi güçlendirmek için topyekûn seferber olmalı ve aile bağlarını kuvvetlendirmelidir. Eğitim, medya, sivil toplum vedahi bütüncül bir halde samimiyetle gayret etmelidir. Medeniyetin devamı ancak aile kurumunu ihya etmekle inşa edilir.

6. Devlet Kanunları Kendi Milli ve Manevi Değerleri İle Yeniden Düzenlemeli
Yaklaşık 200 yıldır ifsat komiteleri en büyük güçleri ile saldırıya geçmiş ve toplumu ciddi anlamda kaos, acı ve gözyaşına boğmuştur. Özellikle Batı, var olan medeniyeti çıkmaza sürüklemiş ve yerine de bir medeniyet inşa edememiştir. İnsanlığı bir nevi çıkmaz sokağa sürüklemiştir. Bu hukuksuzluğu da hak/hukuk kisvesiyle genelde yapmıştır.
Birçok ülke gibi Türkiye de Kanunlarını batıdan ithal etmesi sebebiyle genelde toplumu özelde aileyi ve ferdi batı hukuku, batı pedagojisi, batı psikolojisi, batı sosyolojisi ile inşa etmeye çalışmıştır. Oysa inanç, patolojik, psikolojik açıdan birçok farklılıklar olması sebebiyle insana göre elbise değil, elbiseye göre insan oluşturmaya yol açmıştır. Batı elbisesi doğu toplumlarına zorla giydirilmiştir. Böylece elbise farklı, içindeki farklı olunca kişilik/kimlik ferdiyeti krizine girmiş ve fıtratından uzaklaşmış bir toplum ortaya çıkmıştır.
Bir toplum ancak kendi öz fıtrat benliği ile ihya olur. Bir medeniyet ancak kendi inanç kodlarıyla inşa edilir.
Bu gün ferdi, ülkeyi, medeniyeti yeniden inşa etmenin en önemli yollarından biri kendi toplum fıtratına uygun kanun/yasalar çıkararak iyi bir denetime tabi tutmaktır. Devlet insanı yaşatmalıdır ki kendi yaşasın. Şeyh Edebali'in Osman Gazi'ye en önemli tavsiyelerinden biri "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın" idi. İnsanı yaşatan devletler uzun ömürlü olur, köklü medeniyetler kurar.
Pozitif ayrımcılık adı altında adaletin kılıcı kırılmamalıdır. Kadın-erkek arasında pozitif ayrımcılık gibi adalete zarar veren uygulamalar yerine, kadın da olsa erkek de olsa adaleti tesis eden kanunlar uygulanmalıdır. Kadının beyanı esastır, 6284 nolu yasa, süresiz nafaka gibi pozitif ayrımcılık adı altında aile toplum ve nihayetinde medeniyetimize çok ciddi zarar verilmektedir. Devletin bu anlamda adaleti uygulaması, medeniyetin yeniden inşa edilmesinde ciddi katkısı olacaktır. Nitekim devletin temeli adalettir, kökü yine adalettir.

7. Topyekûn Aile Eğitim Çalışmaları Başlatılmalı
İlhamını kendi medeniyetinden alan, ipi dışarda olmayan sosyologlar, psikologlar, psikyatristler, eğitimciler, en önemlisi anne babalar ciddi bir aile eğitim çalışmaları başlatmalıdır. Hiç bir projeye bağlamadan, birinden destek alma derdine düşmeden, birbirine havale etmeden, nesil yetiştirmeye çalışmalıdır. Yardımı Allah'tan bekleyerek, ihlas ve gayretle çalışmalıdır. Her ferdi bir potansiyel dava adamı olarak görerek toplumun her ferdini yetiştirmeye çalışmalıdır.

8. Sivil Toplum Kuruluşları Sivilleşmeli ve Asli Görevlerini Yerine Getirilmeli
Malumdur ki sivil toplum kuruluşları kendi bakış açılarına sahip siyasi hareketlerin iktidar olmasıyla birçok devlet kapısı, ekonomik kapılar kendilerine de açılır. Tam da bu noktadan sonra sivil toplum kuruluşları sivilliğini kaybetmeye yüz tutar. Sivil Toplum Kuruluşları artık Sivil Devlet Kurumu oluvermiştir. Malum bir sözdür ki "para alan emir alır." Emir alan ihtiyarını ve idrakını vedahi fikir, vicdanını kaybeder. Yavaş yavaş kendi tabanı ile yabancılaşmış olur.
Sivil toplum kuruluşları toplumu ihya Medeniyeti inşa eden damarlar olması sebebiyle azami dikkat etmeli ve yalnızca Hakka ve Halka hizmet etmelidir. Gerektiğinde devletle ve gerektiğinde bağımsız olarak kanunlar çerçevesinde topluma hizmet etmelidir. Asli görevini icra ederken toplumla bütünleşeceklerdir. Nitekim ikinci toplumsal bunalımı yaşadığımız bu çağda ancak vakıf kültürümüz ile bu bunalımdan çıkacağız.

9. Rol Modellerimize Sahip Çıkarak Neslimizi İhya Etmeliyiz
Bu ümmetin âlimleri nice Melikşahlar, Selahaddinler, Fatihler, yetiştirmiştir. Lakin maddi saltanatı elinde bulunduranların yanında onlara manevi kuvvet olan İmam Gazali, Akşemsettin gibi Âlimler vardı. Son zamanlarda Âlimlerimize, Eğitimcilerimize ve ebeveynlerimize karşı ciddi bir itibarsızlaştırma operasyonu başlatılmıştır. Evvela nesli ihya ve medeniyeti inşa etmek için bunlara sahip çıkmalıyız. Alimlerimizi rol model olarak neslimize sunmalıyız. Nitekim rol modeli, öncü irşat ehilleri, Allah dostları olmayan bir nesil zamanla kendi inanç ve yaşam kodlarına yabancılaşır. Böyle bir nesille medeniyet inşa etmek mümkün değil.
Batının ve içimizdeki işbirlikçilerinin bize empoze ettiği seküler yaşamı reddederek bize Hak ve Hakikat yolunu gösteren Gönül Ehli Allah Dostlarına gereken değeri ölmeden önce vermeli ve onların çizdiği yolda Fıtrat Medeniyetini inşa etmeliyiz.

10. Eğitim Ailede Başlar, Ebeveynler Çocuğun Eğitimini Bizzat Üstlenmeli
Anne babalar, daha hayatının ilk yıllarında çocuklarını önce bakıcıya daha sonra ise anaokullarına teslim etmektedir. Okul öncesi öğretmeni(ana okulu) bir anda 20-30 çocukla ilgilenmek zorunda ve ancak müfredat üzere çalışma yapabilmektedir. Maalesef eğitim müfredatımız ise genel anlamda kendi inanç değerlerimize yabancıdır. Ve hatta birçok ders kitabı İslam dinine aykırı bir içeriğe sahip olabilmektedir.
Anne babalar çocuklarını bakıcı ve eğitim kurumlarına teslim etmekle onların sorumluluklarını taşıdıklarını ve yerine getirdiklerini düşünmeleri sebebiyle, zamanla ebeveyn ve çocuk birbirine yabancılaşmakdadır. Anne babalar havalecilikten yakalarını kurtarıp kendi çocuklarını bizzat kendileri yetiştirmeye çalışmalı ve gerektiğinde ciddi bir takiple çocuklarının eğitim hayatını takip etmelidir. Hiçbir insan anne baba kadar çocuğuna faydalı olamaz. Nitekim hesap günü de en evvel kendi çocuklarından sorumlu olacaklardır.

11. İnsan ve Devletin Geleceğine Zarar Veren Her Türlü Yapı ile Mücadele Edilmeli
Her devletin ve milletin içinden çıkıp celladına aşık olmuş birey ve kurumları vardır. Bunlar hizmet adı altında toplumu hezimete uğratanlardır. Kendisini hak ehli olarak sunarlar. Lakin özünde Hakka düşmandırlar.
Bu gün kadını koruduğunu iddia eden feminizm akımı, kadına en büyük zararı vermiştir. Kadını fıtratından koparmaya, aile yapısını dağıtmaya çalışmaktadır. Boşanana kadar kadının zihnini kirletip boşandıktan sonra onu zor bir yaşamda kendi haline bırakmakta ve zehir zemberek bir hayata maruz bırakmaktadır.
Devlet kendi milletini korumak zorundadır. Zarar verecek her türlü yapı ile mücadele etmelidir. Sivil toplum ise bütün olarak bu konuda devlete destek olmalıdır.
Bu gün en büyük sorun insan fıtratını bozmaya çalışan yapıların medya ve sosyal hayatta aktif çalışmasıdır. Gerek hukuk gerekse RTÜK bu konuda hassas bir şekilde çalışmalıdır. Gereken yasalar değişmelidir.
Devlet ve millet inanç ve fıtrat üzere bir olursa, onu top sindiremez. 7 Ocak 2022 #2022AileYılı

Adnan Kalkan
Psikoloji Bilim Uzmanı
Aile Danışmanı
Aile Bilim Kültür Eğitim Derneği Başkanı ve
Türkiye ÂİLE MECLİSİ Genel Başkan Yardımcısı

https://t.me/BasinAciklamasi
https://channels.bip.ai/join/basintoplantisi

AileHaklari.org

t.me/AileMeclisi
#AileReisi #DevletReisi Sayın @RTErdogan'a #AleninKorunmasıHakkı Çocuğun, Gençliğin Korunması adına #önceAile DAVAMIZA sahip çıktıkları (2022/1 Genelge) için #Dua ederiz

İlk iş:#TCE/#GENDER #ToplumsalCinsiyet ifsat projeleri iptal edilmeli, Sapkın STK'lara ve AHLAKSIZLIĞA ahlaksız yayınlara CEZA! Verilmeli
#TürkiyeAileMeclisi
https://twitter.com/AdaletPlatformu/status/1487331867749765120?t=0BTOUqv1udJTAjJHTByfjQ&s=09

AileHaklari.org

t.me/SectikleriniDenetle

Acil Toplantı Daveti
Dünya Aile Birliği, Türkiye Aile Birliği, Türkiye Aile Meclisi ve Aile Divanı yönetimi, Şura heyeti, bileşenleri kuruluşları, il/ilçe teşkilatları, bölge başkanları ve tüm #önceAile gönüllülerimizi 30 OCAK Pazar günü Saat:20 #OrtakAKIL/İSTİŞARE Toplantımıza DAVET ediyoruz
Ahmet Ziya İbrahimoğlu başkanlığında yapılacak toplantımız da #AileOkulu projemizde gündem olacak
Toplantı adresimiz:
Eyüp Demirkapı Durağı Vakifbank üstü 5.kat OrtakAKIL Derneğimizdedir
LCV/Tel:02124365966 wa.me/905327036115
#önceAile şiariyla ABC Anne/Baba/Çocuk Okulu başladı. Genetiğiyle oynanmış Aile Medeniyetimizi Aile Okulları ile Diriltmek şiariyla #önceAile Okulu seminerleri başladı.
İlk Hâtip: Ahmed Ziya İbrahimoğlu idi. AhmedZiya hocaefendi 53 yıllık evli ve 10 çocuk babası; Hamzalı #AileOkulu kurucusu İNTURSAB Başkanı ve DünyaAileBirliği Başkanvekilinin dün sunduğu program çok feyizli bereketli ve tesirli oldu. Her hafta pazar Saat:20'de #OrtakAKIL Kültür Merkezi'nde yapılacak ve medya adreslerimiz den de canlı yayınlanacaktır.
Eyüp Rami KışlaCad.1 (Demirkapı Vakıfbank Üstü) merkezine tüm #önceAile gönüllülerimizi bekleriz t.me/ailemeclisi Tearüf:02124365966 05327036115
https://m.facebook.com/groups/ailehaklari/permalink/1251696228685902/?sfnsn=scwspmo&ref=share
Canlı Yayın adresleri: AileHaklari.org
instagram.com/ailehaklari YouTube.com/AileMeclisi twitter.com/AdaletPlatformu t.me/AileHaklari
#önceAile OKULU
Her hafta pazar Saat:20
Hatipler:
Prof.Sefa Saygılı 6 Şubat
Hülya Şekerci 13 Şubat
Sami Şener 20 Şubat
Ramazan Kayan 27 Şubat
Asiye Türkan 6 Mart
Hamza Türkmen 13 Mart
Burhaneddin Can 20 Mart
Ali Erkan Kavaklı 27 Mart
Asiye/@aDilipak 3 Nisan
Sibel Eraslan 10 Nisan
Ali Rıza Demircan 17 Nisan
Saffet Köse 24 Nisan
Şahin Uzun Mizaç 1 Mayıs
Ömer Yüzgül 8 Mayıs
İlhami Sayan 15 Mayıs
Sami Erdoğan 22 Mayıs
Adem Çevik 29 Mayıs
Genetiğiyle Oynanmış #AileMedeniyeti'mizi Diriltmek Hatip: Prof.SefaSaygılı Türkiye AileMeclisi GenelBaşkanVekili 6Şubat Saat:20 #önceAile Okulu CANLI
https://twitter.com/AdaletPlatformu/status/1488583939170217985?t=4DyjVP6GbfNQEx3m8OQOvg&s=19

AileHaklari.org YouTube.com/AileMeclisi Instagram.com/AileHaklari
#OrtakAKIL KültürMerkezi Eyüp Rami Kışla Cad.1/5

#önceAile Okulu Seminer PROGRAMI:
Prof. Sefa Saygılı 6 Şubat
Hülya Şekerci 13 Şubat
Prof. Sami Şener 20 Şubat
Ali Erkan Kavaklı 27 Şubat

Asiye Türkan 6 Mart
Hamza Türkmen 13 Mart
Burhaneddin Can 20 Mart
Ramazan Kayan 27 Mart

Asiye/@aDilipak 3 Nisan
Sibel Eraslan 10 Nisan
Şerife Orkunoğlu 17 Nisan
Saffet Köse 24 Nisan

Şahin Uzun 1 Mayıs
Ömer Yüzgül 8 Mayıs
İlhami Sayan 15 Mayıs
Sami Erdoğan 22 Mayıs
Adem Çevik 29 Mayıs