Millî edebiyatın en büyük isimlerinden 1920’de genç yaşta vefat eden hikâyecimiz Ömer Seyfeddin’in bir eserinden örnek verelim: Mahcupluk İmtihanı komedisinde yazar, Bîcan Efendi’ye Türkçeden başka dil bilip bilmediği sorusunu sorduruyor. “Kuş dili” cevabının ardından “Yazısı da var mı?” sorusunu ekliyor. Cevabı ise şöyledir: “Türkçe harflerle de yazılır, Latin harfleri ile de.”
Zamanın ünlü gazetecilerinden Falih Rıfkı (Atay) Latin alfabesi komisyonunda bulunmuştu. Meşhur eseri Çankaya’da bu komisyondaki rolünden bahsetmektedir! Dil Devrimi döneminde gazeteci ve milletvekili olarak Çankaya sofrasının müdavimlerindendi. Ömrünün son devresinde Dil Devrimi’yle ilgili kanaatini değiştiren Atay, 18 Mayıs 1935’tarihli Hilal-i Ahmer gazetesinde şöyle yazıyor: “Bundan sonra torunlarınızın anlayacağı bir dille yazacaksınız”.
Falih Rıfkı’nın bu iddialı ifadesini kâğıda geçirdiği günlerde gazeteler süel, kamutay, erkin, erkinlik, danak, durluk, kaytaklık gibi kelimelerle doluydu. Bugün bu kelimeleri değil Falih Rıfkı’nın torunları, üniversitelerin Türkoloji hocaları dahi anlamakta güçlük çekiyorlar. O zamanın gözde kelimelerinin çoğu unutuldu, bazılarının ise anlamlan farklılaştı. O yüzden o günlerde yazılanların tam olarak anlaşılması mümkün değil!
Kültürün tarihîliği, Cumhuriyetçileri kültürel alana müdahaleden alıkoymadı. Dilin tarihîliği de, toplumun malı olması da umursanmadı.

Düşünmek için dile muhtacız. Eğer dil geçmişten devralınan bir yapı olmasaydı, bizden öncekilerin yaptıklarından habersiz hayata sıfırdan başlamak zorunda kalacaktık. İnsan hafızadır. Onu kaybettiğinde sadece bedendir. Bir milletin hafızası dilidir, onun kaybı kitleleri ruhundan yoksun hâle getirir. Kelimelerin değişmesi düşüncemizi etkilemekle kalmaz, toplum hayatını da etkiler.
[alert color=”red”]TIP TERMİNOLOJİSİ, Türkçe yerine Latince!
Türkiye’de Dil Devriminin en hızlı dönemlerinde “Latince kurs” modası vardı. Kursların hedefi “arı Türkçe” “Öztürkçe” olarak gösteriliyordu fakat ne hikmetse Latince dersleri veriliyordu. Türkiye’de modern tıp öğretimi 19. yüzyılda II. Mahmud zamanında başladı (1827). Zamanın padişahı Fransızca başlayan bu öğretimin kısa zaman sonra Türkçeleşeceğini söylemişti. 1850’lerden itibaren Türkçe öğretime geçilmeye başlandı ve 1870’te bu süreç tamamlandı. 19. yüzyılın sonunda Latince terimlerin tümünü karşılayacak Osmanlıca tıp terminolojisi ortaya konulmuştu. Şam’da dahi Türkçe öğretim yapan Tıbbiye açılmıştı. Dil Devrimi sırasında Tıp Fakültesi’nde terminoloji sessizce Latinceye çevrildi![/alert]
Cinnet hali
Öncesi olmayan bir dil ciddi iletişim problemlerine yol açar. Dille inşa edilen edebiyatı, İlmî ve fikrî faaliyetleri imkânsız hâle getirir. Türkiye bunu belli ölçülerde yaşadı. Dilin zorla değiştirilmesi edebiyatın ve ilmin gelişmesini sınırladı. Bugün, 20. yüzyılın başında yazmaya başlamış veya yetişmiş büyük ediplerimizin ölçüsünde güçlü yazarlarımızın olmayışını ancak böyle açıklayabiliriz. Dili baştan yaratmak gerçek ifadesiyle bir cinnet hâlidir.

Hatırlamayı sağlayan, idraki belirleyen dil, geçmişteki tecrübelerin korunmasına yardımcı olur. Kesintiye uğramamış bir dil düşünmeyi objektifleştirir. Dildeki cebrî değişiklikler düşüncemizi belli nispetlerde nesnellikten uzaklaştırır.

Dili, kültürü, değerleri, medeniyet unsurları yok edilen bir millet neden gerekli tepkiyi gösteremedi? Bunun birçok sebebi var. En önemlisi yıkıcılığın “milliyetçi” ve hayırhâh bir ifadeye dayandırılmasıdır.

19. yüzyılda esasında “Müslüman” olarak tanımlanan halklar Balkan ve Kafkasya coğrafyalarından büyük ölçüde sürüldüler. Kültür, inanç, düşünce ve hayat tarzlarıyla birlikte yaşadıkları topraklardan koptular. Müslüman unsurların bu topraklardan temizlenmesi, sırf nüfusla sınırlı kalmadı. Müslümanları ve Müslümanlığı (Osmanlılığı, Türklüğü de denilebilir) hatırlatan her unsur itinayla temizlendi. Bu acı son derece intikamcı, milliyetçi duyguların şiddete dönüşerek dışa vurmasıydı.
Maruz kaldığımız bu sert milliyetçi darbe şuur altımızda çok derin izler bıraktı. Onların dilinden konuşarak, onlar gibi hareket ederek onlara karşı gösteremediğimiz milliyetçi tepki daha sonra içe doğru işleyen, kendini tahrip eden bir toplum mühendisliğine dönüştü.

Dil Devrimi geniş kitlelere bir “Türkçeleşme” veya “öztürkçeleşme” faaliyeti olarak sunuldu. Hâlbuki bu uygulamalar kısa vadede Türkçenin fakirleşmesine, uzun vadede ise yabancı dillerin hâkimiyetine zemin hazırladı.

Yazıyla uğraşmak ister istemez Türkiye’de uygulanan dil siyasetinin sonuçlarıyla karşı karşıya kalmayı gerektirir. Bu hususta her tercih yazarın ifadesinin tesirini, eserinin gücünü, toplum içindeki etkisini tayin eder.

Binlerce yıl içinde teşekkül eden dilimiz 30-40 yıllık müdahale, düzenleme ve baskılarla doğal mecrasından çıkarılmaya çalışıldı. Bu hususta tam manasıyla muvaffak olunmuş mudur? Mutlak bir muvaffakiyet söz konusu değil elbette. Fakat etkisi ne seviyede olursa olsun bu müdahaleler bizi dil, iletişim ve kültürle ilgili ciddî sıkıntılara sokmuştur.
Tercüme mi, tarif mi?
Öztürkçenin sefaletini anlamak için tercümelere bakmak yeterlidir, Mevcut kelimeler yabancı metinleri tercüme etmeye yetmediğinden tarif yoluna gidiliyor, Türkçe bu tercümanların elinde adeta ‘tarifi’ bir dil hâline getirildi. Tercüme yapılırken bir anlamı karşılayan kelime veya bir kaç kelimelik terkipler yetersiz gelince, tarif ve açıklama mahiyetindeki cümlelere ihtiyaç duyuldu. Bunu sadece tercüme işinin müptedileri değil, çok sayıda kitabı ve tercümesi olan ustaları da yaptılar. Sonuçta kitabın asimin yansı kadar hacmi genişlemiş metinler çıktı ortaya.

Dil başka bir dille anlaşılır, tasvir edilir. Bir dilin ifadeleri dengi olan başka bir dilin ifade gücüyle aktarılabilirse ortaya iyi bir tercüme çıkmış olur. Bugün bazı tercümeler Türkçeyle değil “Öztürkçe” denilen kifayetsiz dille yapılmaya çalışılıyor, “öztürkçe” İngilizcenin ifade imkânlarını karşılayacak güce, niteliğe, derinliğe sahip değildir ki bu tercümelerde açıkça görülmektedir.

Türkçe-İngilizce sözlükler 19. yüzyılın sonundan beri mütemadiyen kelime kadrosu küçültülerek hazırlanmaktadır. J.W. Redhouse’ın 1890’da basılan sözlüğü Kitab-ı Meani-i Lehçe (A Turkish and English Lexicon) bugüne kadar yayınlanan Türkçeden İngilizceye sözlüklerin en genişi ve kapsamlısıdır. 1938’de hazırlanmaya başlanan ve 1950’de basılan Redhouse Sözlüğü 60 yıl sonra çıkmış olmasına rağmen ilki kadar geniş değildi. Bu sözlük 40 yıl kadar sürekli basıldı ve sonra yayıncılar Türkiye’deki duruma bakarak yeni bir sözlük hazırlatmayı gerekli gördüler.

Çağdaş
İngilizce-Türkçe Redhouse Sözlüğü 1990’larda hazırlandı ve neşredildi. Bu eser 20. asırda yaşayan Türklerin kullandığı sözlüklerin ne kadar daraldığını açıkça göstermektedir. Müessese bu daralmayı da aşın bulmuş olmalı ki, 2000 yılında Türkçe-İngilizce Redhouse Sözlüğü’nü yayınladı. Önsözde yapılan açıklamada şu bilgiler verilmektedir: “… Çağdaş Türkçe İngilizce Redhouse Sözlüğü’nün yeni baskısıdır, ilk baskıdaki yanlışları düzeltmenin yanı sıra sözlüğe yeni maddeler ekledik ve var olan maddelerin çoğunu genişlettik ya da yeniden yazdık. Bazı maddeleri örneklerle zenginleştirdik.”

İngilizcenin kelime hâzinesi bakımından ilk Redhouse Sözlüğü’nün yayınlandığı 1890’dan bugüne nasıl bir gelişme kaydettiği bütün dünyanın malûmudur. Peki, Türkçe geçen zamanda diliminde neden tersine bir değişime uğramış ve kelime kapasitesi daralmıştır? Bu sorunun cevabını Türkçe konuşan ve yazan herkes düşünmek zorundadır. Eğer dilimizin gelişimi tabiî seyrine bırakılsaydı Redhouse sözlüklerindeki Türkçe kelime sayısı İngilizceden aşağı kalmayacaktı. Bu daralma tercüme kitap okuma zevkimizi yok ettiği gibi okuyucuları da Türkçenin ifade güzelliklerinden mahrum bıraktı.

1940’lardan sonraki seyir
Yol açtığı problemler değerlendirildiğinde Dil Devrimi aracılığıyla devletin, açıkça kendi toplumunun millî değerlerine meydan okuduğunu görüyoruz. Gelinen noktada elimizde etnik temizliğe maruz bırakılan kelimeler, ihtiyaçtan bir süre yaşamasına izin verilenler ve sentetik olarak yapılmış, kabul görme veya yaygınlaşma şansı olmayan Türkçe “sözcük”ler mevcut.

Türkçenin binlerce yıllık müktesebatı etnik temizlik saplantısına kurban edildi. Millî hafızamızı şekillendiren zevk-i selim, hiss-i selim, hayata ve dünyaya karşı geliştirdiğimiz va-rolma tarzımızla birlikte, bunlar kadar önemli olan, kritik anlarda ayakta kalmamızı sağlayan mukavemet üretici değerlerimiz de Dil Devrimi tarzındaki müdahalelerle dönüştürülmek istendi.

Sonradan icat edilen sentetik Türkçe, zihnî işleyişimizi sekteye uğratarak düşünme yeteneğimizi, akıl yürütme gücümüzü zayıflattı. Sonuçta derinliksiz, ifade imkânları fevkalade kısıtlı bir dile mahkûm edildik.

Dil Devrimi’ni müdafaa edenlerin bugün dahi en önemli problemi anlamı ıskalamalarıdır. Bir kelimenin yerine yenisini koymak, eski kelimenin bütün anlam ve derinliğinin aktarılması sonucunu vermez. Kelime tasfiyesiyle -her birine doğru karşılık verilse bile- tam manasıyla olumlu bir sonuç elde edilmesi beklenemez. Çünkü kelimenin manada derinlik ve genişlik kazanması uzun süreli kullanımla mümkündür. Yeni kelimeye bunların olduğu gibi aktarılması ise imkânsızdır.

Acaba 20. yüzyılda milletin dini değiştirilemeyeceği için mi dili değiştirilmek yoluna gidildi? Yine yaşadığımız asırda hiçbir toplumun dili böyle bir ameliyeden geçirilmedi. Üstelik bu uygulama sırasında sadece kelime tasfiyesiyle yetinilmemiş, sözdizimine/ sentaksa müdahale etmek dahi ciddi olarak düşünülmüştü. Türkçenin sentaksının değiştirilmesi fikrinden daha sonra vazgeçildi fakat Nurullah Ataç gibi bazı aşırılar “devrik tümce” sloganıyla Türkçenin sözdizimini bozma yönünde gayretlerini sürdürdüler.
Türkçe ilk yazılı metinlerinden beri birçok dilden kelime almış, fakat cümle yapısını günümüze kadar korumuştur. Eğer sentaks da değiştirilseydi dil devrimi kemâle ulaşmış olacaktı!

“Etnik temizlik” mantığıyla yürütülen Dil Devriminin Rumeli, Kafkasya ve Doğu Anadolu’da yaşadığımız ve ma’şerî (ortak) şuurumuzun derinliklerine işleyen katliamlar, sürgünler ve göçlerden herhangi bir farkı var mıydı? Dil Devriminin sonuçlarına ve lisanımızın mevcut ahvaline baktığımızda hissettiğimiz hüzün ve ıstırap, tarihimize damgasını vuran bu kanlı katliamların uyandırdığı acılara eşdeğerde olmalıdır.

Evlad-ı fâtihandan bir Rumeli çocuğu olan ve doğduğu yerlere hasretini samimiyetle eserine yansıtan Yahya Kemal ünlü “Açık Deniz” şiirinde şunları söyler:
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular
Mahzun hudutların ötesinde akan sular,

Onun sarih olarak ne demek istediği ortada. Fakat bu beyti Türkçe açısından da yorumlayabiliriz.
Türkçe artık mahzun hudutların ötesinde mazimizi, birikimimizi taşıyan gür bir nehir olarak akmaktadır. Lakin o gür nehirde artık Türkçe yazan ve konuşanlar kulaç atamazlar. Çünkü bugünün Türkleri bu gür nehrin çekildiği alanlarda kalan kokuşmuş küçük su birikintileriyle meşguldür.
Dilde etnik temizlik!
Türkçenin kıyımdan geçirildiği 1930’lardan sonra 1945’te Dil Kurumu ilk Türkçe Sözlüğü’nü yayınladı. Bu sözlük Türkçenin kelime kadrosunun nasıl bir etnik temizliğe maruz bırakıldığının açık bir örneğidir. Kendinden önceki umumî Türkçe sözlüklerin en fakiridir ve Cumhuriyet devrinin İlk nesillerinin nasıl dar bir kelime dağarcığına mecbur edildiğini gösterir. Dünyanın hiçbir dilinin lügati böyle geçici bir süre kullanılan teklif nev’inden uydurma kelimelerle doldurulmamıştır.

Umumî bir sözlük o dilin ifade imkânlarını en geniş şekilde ortaya koyacak bir söz varlığına dayanmalıdır. Hâlbuki bizim sözlüklerimizde tercih edilen ifade imkânlarının genişliği değil, sadece seçilmiş dar bir kelime kadrosuyla ifadeye izin verilmesidir.
Bu uygulamalara bakarak bugün daha net bir şekilde, sosyal ve kültürel alana müdahalenin Türkiye’yi içinden çıkılması zor buhranlara sürüklediğini söyleyebiliriz. Sözlüğümüz sınırlanırken zihnî faaliyetlerimiz, bilme ve düşünme kapasitemiz de daraltılmıştır.

Son iki yüzyıllık tarihimizde önce fizikî varlığımız yok edildi, sonra dilimizin ve kültürel unsurlarımızı yok edilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kaldık. Dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak iddiası, yıkıcı uygulamalarla yabancı dillerin istilasına dönüştü. Dil Devrimi (veya inkılâbı) olarak ifade edilen kavramın dünya dillerinde karşılığı bile yoktur. Dil Devrimi mesela İngilizceye her defasında “dil ıslahı/reformu” (language reform) olarak çevrilmekte ve tüm dünyaya böyle takdim edilmektedir.

Dil Devrimi uygulamalarındaki aşırılıklardan zamanla uzaklaşıldı. 1935 yılından itibaren itidal yoluna dönüldü. Bununla beraber aşırılığı ve yıkıcılığı benimseyenlerin tahripleri devam etti. Nitekim daha 15 küsur yıl önce görev yapan Millî Eğitim Bakanlarından biri dilimizin bin yıllık kelimelerini yasakladı. Türkçeyi ve Türk Edebiyatı’nın bin yılını yok sayacak bir müfredat operasyonuna girişti. Eğer o zatın planladıkları hayata geçirilebilseydi, tüm öğretim kademeleri İngilizcenin hakimiyetine bırakılacaktı.

Günümüzde devlet bir taraftan kaypak bir Öztürkçeyi esas alırken öte taraftan da Latince ağırlıklı, Batı dillerinden aktarma kelimelerden oluşan geniş bir sözlük oluşturuyor. Çok yakın zamanda devleti anlayabilmek ve 10 binlerce sayfalık resmî metinleri çözümleyebilmek için Latince, Fransızca veya İngilizce bilmek mecburiyetinde kalacağız.

Anlambilim (semantik) Türkiye’de yürütülen zorlayıcı dil politikalarının neredeyse tamamen dışarıda tuttuğu bir alandır. Dili ve kelimeleri rastgele değiştirerek yeniden kurmak isteyenler, kelimelerin tarih içinde kazandığı anlamlan, cümle içindeki ağırlıklarını, ifade derinliklerini, hassasiyet belirten yönlerini ve bağlantılarını asla dikkate almazlar. Esasında anlamı sürekli ıskalarlar. Böylece anlaşılmak kaygısı çekmeden üst perdeden emredici bir anlatma yolunu seçerler. Böyle hareket edenlere karşı en doğru yaklaşım manayı dilin merkezine yerleştirmektir. DerinTarih
D.Mehmet Doğan,Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı, Türkiye Aile Birliği Yüksek İstişare Kurulu Üyesi t.me/BASINaciklamasi AileHaklari.org t.me/TurkiyeAileBirligi t.me/SectikleriniDenetle
DSÖ ve EŞCİNSEL LOBİLERİN "AIDS" OYUNU
Eşcinsel lobilerin oynadığı oyuna dikkat çeken AileAkademisi Başkanı, Türkiye Aile Meclisi Başkan Yardımcısı, Afyon Kocatepe Üniversitesi öğretim üyesi Mücahit Gültekin, Paul Rondeau, "Selling Homosexuality to America" (Amerika'ya Eşcinsellik Satmak) başlıklı makalesinde ilginç bir bilgi verdiğini belirtti.

Eşcinsel lobilerin “AİDS” oyunu

Bugün 1Aralık Dünya AIDS Günü...
​Bugün AIDS olarak bilinen hastalık, aslında eşcinsel ilişkiler sonucu oluşurken, asıl adı olan GRID de (Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) sonradan eşcinsel lobilerin devreye girmesiyle değiştirildi.

Bugün herkesin, AIDS ismini bilirken pek az kişinin GRID isminden haberdar olduğunu ifade eden Gültekin, halbuki GRID'in, AIDS'in ilk adı olduğunu ifade etti.

Gültekin, "AIDS ilk ortaya çıktığında tıp camiası bu yeni hastalığa GRID (Gay Related Immun Disorder/Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) ismini veriyor. GRID toplumda yaygınlaşmaya başlayınca, halk tedirgin oluyor, eşcinsel hareketin gelişimi yavaşlıyor. Sonra 1980'li yılların başlarında, eşcinsel lobiler devreye giriyor ve tıp camiasına baskı yaparak, hastalığın adını AIDS (Edinilmiş Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) olarak değiştiriyor." ifadelerine dikkat çekti.

Gültekin, "Küresel oligarşi sadece aşımıza, ekmeğimize, tohumumuza değil; hafızamıza da hükmediyor. Bizler, özgür bir şekilde unutup-hatırlayamıyoruz bile. Neyi anımsayacağız ve neyi unutacağız? Bu beyfendiler karar veriyor. GRID tarihten silindi." değerlendirmesinde bulundu.

Gültekin, ABD'li New York Times Gazetesinin 11 Mayıs 1982 tarihli Science Times ekinden Lawrence K. Altman'ın "Yeni Homoseksüel Bozukluk Sağlık Uzmanlarını Endişelendiriyor" başlıklı makalesini paylaşarak söz konusu duruma dikkat çekti.

Makalesinde, Atlanta'daki Hastalık Kontrol Merkez yetkililerinin yaptıkları açıklamayı aktaran K. Altman, bir yıldan az bir süredir doktorlar tarafından bilinen, öncelikle erkek eşcinselleri etkileyen, bağışıklık sistemindeki ciddi bir bozukluğun şimdiye kadar en az 335 kişiyi etkilediğini ve bunlardan 136'sını öldürdüğünü belirtiyor.

Federal Sağlık yetkililerinin de on binlerce "eşcinsel erkeğin" sessizce hastalığa yakalanacaklarını ve bu nedenle potansiyel olarak ciddi rahatsızlıklara karşı savunmasız olabileceğinden endişe duyduklarını duyurduğunu ifaden eden K. Altman, "Dahası, Kaposi sarkomu (deri üzerinde oluşan sistemli bir doku bozulması) adı verilen nadir bir kanser türüne karışan ve sonrasında çok çeşitli ciddi enfeksiyonlar ve diğer rahatsızlıkları beraberinde getiren bu bağışıklık sistemi bozukluğunun bazı heteroseksüel kadınlar ve biseksüel ve heteroseksüel erkekler arasında geliştiği ortaya çıktı." ifadelerine yer veriyor.

K. Altman, makalesinin devamında şunlara dikkat çekiyor:

"Yakın tarihli bir Kongre duruşmasında, Ulusal Kanser Enstitüsü'nden Dr. Bruce A. Chabner, büyüyen sorunun şu anda "tüm Amerikalılar için endişe verici" olduğunu söyledi.

Şimdilik bu bozukluğun nedeni bilinmemekle beraber, araştırmacılar, bağışıklık yetmezliği hastalığı için GRID, eşcinsel kişilerde oluşan bağışıklık yetmezliği hastalığına da A. I. D. diyorlar.

Hastalığın şimdiye kadar 7 ülkenin 20 farklı eyaletlerinde ortaya çıktığı belirtildi. Ancak vakaların ezici çoğunluğu New York şehrinde 158, New York eyaletinde 10, New Jersey'de 14 ve Kaliforniya'da 71 olarak ortaya çıktığı aktarıldı.

Hastalıktan etkilenenlerden 13'ünün heteroseksüel kadın olduğu açıklandı. Hastalığa yakalanan bazı erkeklerinde heteroseksüel olduğu ve esas olarak eroin ve diğer uyuşturucu madde kullandıkları tahmin ediliyor.

Hastalık, daha çok eşcinsellerde görülüyor

Ancak erkekler arasında beliren vakaların daha çok eşcinsel olanlarda meydana geldiği ve özellikle de çok sayıda cinsel partnere sahip olanlarda ya da tanımadıkları kişilerle tek seferlik ilişki yaşayanlarda ortaya çıktığı belirtildi.

Hem Hastalık Kontrol Merkezleri hem de Ulusal Kanser Enstitüsüne göre hastalığın salgın oranına ulaştığı ve mevcut vakaların aslında muhtemel bir "buz dağının gözüken ucu" olduğu söylendi.
Kaposi sarkomu ve fırsatçı enfeksiyonlarla ilgili hastalık kontrol merkezlerini koordine eden federal bir epidemiyolog olan Dr. James W. Curran, Kongre duruşmasında GRID'in "acil bir halk sağlığı ve bilimsel önemli mesele" olduğunu söyledi. Fırsatçı enfeksiyonlar, immünolojik direnci ilaçlar veya hastalık tarafından düşürülenler dışında nadiren hastalığa neden olan enfeksiyonlardır.

Hastalık giderleri ile ilgili bilgi veren Dr. Curran, şimdiye kadar hastane masraflarının hasta başına 64 bin doları aştığını ve eğer bu tür maliyetler tipik ise, ilk 300 vaka için hastane masraflarında tahmini 18 milyon doları aşacağını söyledi.

İmmünolojik saatli bomba: GRID

Uzmanlar şu anda GRID'i bir çeşit immünolojik saatli bomba olarak düşünüyorlar. Bir kere vücuda girdikten sonra, belli bir süre sessiz kalabileceği ve daha sonraki bir tarihte Kaposi sarkomu, fırsatçı bir enfeksiyon, oto-bağışıklık bozukluğu veya bunların herhangi biriyle bir kombinasyonu üretmeye devam edebileceği belirtiliyor.

Ayrıca, hiç kimse bağışıklık bozukluğunun tersine çevrilebileceğinden emin değil. GRID, birçok kronik bozukluğun, steroid ve bağışıklık sistemini baskılayan diğer ilaçlarla tedavisini zorlaştıran immünolojik sistemin başarısızlıklarını andırıyor.

Bağışıklık bastırıldığında, vücut çeşitli sorunlara karşı savunmasız hale gelir, esas olarak nadiren hastalığa neden olan organizmalar tarafından enfeksiyonlanır.

İmmünolojik bastırma derecesi, tıp dergilerindeki makalelere ve uzmanlarla yapılan röportajlara göre, genellikle immünosupresif ilaçlarla tedavi edilen hastalarda gözlemlenenden çok daha büyüktür.

Uzmanlar, geçtiğimiz yaz fark edilen GRID ile ilişkili daha geniş bir bozukluk yelpazesi bulduklarını bildirdiler. Bunlar arasında göz hasarı, deri veremi, I. T. P. (idiopatik trombositopenik purpura), bazı anemi türleri, burkitt lenfoması, dil ve anüs kanserleri dâhil diğer kanser türleri belirlediklerini aktardılar.

Doktorlar ayrıca, ağız ve boğazda sıklıkla bulunan bir mantar enfeksiyonundan kaynaklanan kilo kaybı, ateş ve pamukçuk ile birlikte, vücutta genelleştirilmiş bir lenf bezi şişmesi vakalarını da gördüklerini söylediler.

Şimdiye kadar, uzmanlar durumun insandan insana enflüanza veya kızamık gibi yayıldığına dair hiçbir kanıt bulamamış olsa da, bu tür bağışıklık sistemini çökerten hastalığa türlü nedenlerle bulaşma ihtimaline karşı uyarılarda bulundular.

Kaposi sarkomu ilk olarak 1872'de Romanya'da ortaya çıktı. Yakın zamana kadar, Amerika Birleşik Devletleri'nde, çoğunlukla yaşlı insanlarda, genellikle İtalyan ya da Yahudi kökenli ve immünosupresif tedavi alan hastalar arasında görüldü. Erkeklere bulaşma riskinin kadınlara nazaran 15 kat fazla olduğu belirtildi.

Konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Dr. Lawrence D. Mass, "Yaşam tarzı değişik cinsel karşılaşmalardan oluşan eşcinsel insanlar ciddi bir şekilde yeniden düşünmek zorunda" olduklarını söyledi.

Bağışıklık sistemi bozukluğunun nedenini keşfetmek ve neden olduğu sorunları önlemek için çalışma yürüten New York Üniversitesi Tıp Merkezi'nden Dr. Linda Laubenstein, sendromun önde gelen bir araştırmacısı olduğunu belirterek şimdiye kadar 62 hasta üzerinde tedavi uyguladıklarını aktarıp hastalığı şöyle özetledi: "Bu hastalık kesinlikle iyileşmiyor!"
DSÖ/WHO 17Mayıs 1990 da ‘eşcinsellik akıl hastalığı değildir cinsel tercihtir’ diyerek sapkınlığı teşvik etti.

1Aralık 2021
Mücahit Gültekin AileAkademisi Başkanı Türkiye Aile Meclisi Başkan Yardımcısı

https://t.me/basinaciklamasi

https://facebook.com/groups/ailehaklari/permalink/1213493439172848/

t.me/sectiklerinidenetle

ailehaklari.org

AileAkademisi.org

t.me/ailemeclisi
Medeniyet Coğrafyamızın Şahlanışı; İSLAM BİRLİĞİ Kongresi Başladı https://twitter.com/AdaletPlatformu/status/1472116771570307084?t=mSQl5MoxdtFzUrAaZECi3Q&s=09
18-19 Aralık Cumartesi (9.30-20.00) ve Pazar (10.00-20.00) günleri icra edilecek 5’inci Uluslararası ASSAM İslam Birliği Kongresi “ASRİKA Konfederasyon Dış Politika Stratejileri” ana temalı kongremizin online olarak izlenebilmesi için gerekli olan video konferans linkleri aşağıdaki üzeredir.
Kongremiz ZOOM üzerinden simultane çevirilerle Türkçe, Arapça ve İngilizce olarak yayınlanacaktır. https://www.youtube.com/channel/UCJqFnFCqI_LviTbKmdYhGAw
ZOOM Linkimiz: https://uskudar-edu-tr.zoom.us/j/92719820347
Sosyal Medya Canlı Yayınları;
ASSAM (Türkçe):
ASSAM CONGREESS (İngilizce-Arapça): https://www.youtube.com/c/ASSAMCongress assam.org.tr asder.org.tr idsb.org

RT
https://twitter.com/AdaletPlatformu/status/1472116771570307084?t=mSQl5MoxdtFzUrAaZECi3Q&s=09 haberimiz https://www.muslumandunya.com/5-inci-uluslararasi-assam-islam-birligi-kongresi-17-18-aralik-ta-yapilacak/2260/
Türkiye Aile Meclisi Genel Başkan Yardımcısı YunusEmre ALTUNTAŞ: TÜM SORUNLAR #önceAHLAKveMANEVİYAT ŞİARIYLA ÇÖZÜLEBİLİR. MEDYANIN ZEHİRLEDİĞİ GENÇLERİN SORUMLULUĞU MEB'DE. HATALI GİDİŞAT!IA BAKAN MAHMUT ÖZER'İN "REFORMA İHTİYAÇ YOK" BAKIŞI TERKEDİLMELİ #önceAHLAK ANLAYIŞI İLE AHLAKÎ ÇÖKÜŞÜ DURDURABİLİRİZ.

Türkiye Aile Meclisi Genel Başkan Yardımcısı Eğitimci Yazar Yunus Emre Altuntaş, " 20. Milli Eğitim Şûrasını ve Bakanı değerlendirdi. "Yapılan şûra memleket baştanbaşa yangınlarla uğraşırken ateşi nasıl söndürürüz konusunu ele almak yerine kargo ve lojistik konularını ele alan bir çalıştaya benzetilebilir." ifadelerini kullanan Altuntaş " Sayın Bakan ilk andan itibaren ne yaptığını bilen, alana hâkim ve pratik bir kişilik izlenimi bırakmaya çalışıyor. Fakat bu durum hatalar yapmasını önleyemiyor." ifadelerini kullandı.
İşte Türkiye Aile Meclisi Genel Başkan Yardımcısı Yunus Emre Altuntaş'ın MEB'DE HATALI GİDİŞAT! Uyarısı:
Sokrates bundan 24 asır önce felsefenin tümüyle ahlaktan ibaret olduğunu söylediğinde tepkileri üzerine çekmişti. Çünkü o zamanın Atina gençliği sefahatin, sapkınlığın, tembelliğin, taklitçiliğin esiri haline gelmişti. Bu çıkışından dolayı Sokrates’i idama mahkûm ettiler. Ondan sonra gelen Platon, Aristo, Diyojen, Plotinos ve çok daha sonraları Spinoza, Leibniz, Locke, Kant, Hegel, Kierkegaard, Bergson gibi filozoflar benzer konuların etrafında dönüp durmuşlardır. Batılılar varlıklarını bu silsilenin geliştirdiği ahlak anlayışına borçludur. Doğu toplumlarının ahlak anlayışı ise batınınki ile taban taban zıt bir kaynakla şekillenmiştir. Kınalızade Ali Çelebi’nin “Ahlak-ı Âlai”si bu konunun 16. Asra kadar ki seyrini özetler. 16. Asırdan sonrası ise hepimizin malumudur.
Türkiye’de alkol ve madde bağımlılığından ölümler 2006 yılında 50 bandındayken 2021 senesinde 1400 bandına dayanmış. Yine Emniyet Genel Müdürlüğünün yayınladığı istatistiklere göre 2014 yılında 30 bin tablet sentetik uyuşturucu ele geçirilmişken bu sayı 2020 yılında 2 Milyon rakamının üstüne çıkmıştır. Yeşilay verilerinde alkol ile tanışma yaşının 7’ye düştüğü, gençlerin%10’unun uyuşturucuyu,%50’sinin sigarayı en az bir kez denediği görülmektedir. Bu rakamlar madde bağımlılığının 20 yıl önceye göre ortalama 10 kat arttığını gösteriyor. LGBT eğilimleri de 20 yıl önceye göre olağan vaka haline gelmiştir.
Bu manzaranın ortaya çıkmasında belirleyici olan etken 2010’dan bu yana internete erişimin hızla artmasıdır. Sosyal medya ve Netflix tarzı kanalların zehirlediği gençlerimiz can çekişmektedir. Bu çağda ruhlar hastadır. Adeta “Beni kurtarın!” dercesine çırpınan bu gençlerimizin sorumluluğu çalışan aile sayısının artması dolayısıyla Milli Eğitime düşmektedir.
20. Milli Eğitim Şûrası işte böylesi manzaraların yaşandığı bir dönemde toplandı. Toplamda 3 gün süren şûrada ilk gün protokol konuşmaları, ikinci gün müzakereler ve son gün de oylama ile geçti. Yani toplamda sadece bir gün konular müzakere edilebildi. Genel Kurula gelen 128 maddeden 17'si oy çokluğuyla geri kalan maddeler ise oy birliği ile kabul edildi. Şûrada kabul edilen maddelerin konulara göre dağılımı şöyle:
Okul Öncesi Eğitim: 10 Madde
Özel Eğitim ve Rehberlik: 20 Madde
Temel Eğitime Erişimin ve Eğitimde Niteliğin Artırılması: 26 Madde
Eğitim Sisteminin Kalitesinin İzlenmesi: 6 Madde
Mesleki Eğitimin İyileştirilmesi: 32 Madde
Öğretmenlerin Mesleki Gelişimi: 33 Madde
Din ve Değerler Eğitimi: 1 Madde
Kabul edilen maddelerin dağılımından da anlaşılacağı gibi eğitimin felsefesinden ziyade mevcut anlayışın uygulamasından kaynaklanan sorunlar şûraya damga vurmuş görünüyor. Teşbihte hata olmaz derler. Yapılan şûra memleket baştanbaşa yangınlarla uğraşırken ateşi nasıl söndürürüz konusunu ele almak yerine kargo ve lojistik konularını ele alan bir çalıştaya benzetilebilir. Pek çoğu idare tarafından çözülebilecek konular genel kurul gündemine taşınmış. Bu durum Sayın Bakanın “Eğitimde reforma ihtiyaç yok” açıklamasıyla da uyuşuyor. Oysa ahlaki bakımdan 2010’dan bu yana ateş çemberine dönüşmüş ülkemizde gençliğin halini görmek için istatistiklere bakmaya da gerek yok.
Sayın Bakan program dışı ani bir ziyaretle her hangi bir liseyi ziyaret etse duruma vakıf olacaktır. Meslek Liselerindeki eğitim kalitesinin artırılması elbette önemlidir. Lakin daha da önemlisi Meslek Liselerini de kapsayan genel ahlaki çöküştür.
Sayın Özer’in eğitime dair dikkati daha çok mesleki eğitim alanına odaklanmış görünüyor. Sayın Bakan ilk andan itibaren ne yaptığını bilen, alana hâkim ve pratik bir kişilik izlenimi bırakmaya çalışıyor. Fakat bu durum hatalar yapmasını önleyemiyor. Örneğin eğitim alanında bir türlü çözülemeyen sorunlar dolayısıyla Bursa basınında yoğun olarak eleştirilen bir ismi ekibine alıp Ankara’ya taşıması, bu ismin yerine atadığı il müdürünü 20 gün sonra görevden alması, birkaç istisna dışında mesleki eğitimden gelen isimleri öncelemesi, Milli Görüş kökenli bürokratları görevden alması Sayın Bakanın dar alanda kısa paslaşmalar yaptığını gösteriyor. Daha da vahim olanı paradigma değişikliği adına geciken her adım eğitimimizin geleceği adına ümitlerimizi kırıyor. 20. MEB Şûrası bu durumun bir yansımasıdır. Şu halde görüntüde değişiklikler var gibi görünse de Ziya Selçuk döneminin devam ettiğini söyleyebiliriz. “Önce İnsan, Önce Tarih, Önce Şuur, Önce Ahlak ve Maneviyat” demeyen bir yaklaşım sorunların etrafından dolaşmayı tercih ediyor demektir. Sorunumuz gün gibi ortadadır. Sorunumuz profan eğitim anlayışıdır. Çözümü ise tarihimize ve değerlerimize dönmektir.
.......
t.me/basinaciklamasi t.me/SectikleriniDenetle t.me/milliirade t.me/ailemeclisi
ADALET PLATFORMU BASKAN YARDIMCISI HUKUKÇU MEHMET YAMAN: DEVLETİMİZİN İLK ANAYASASI'NDA OLDUĞU GİBİ YENİ ANAYASADA DA "DEVLETİN DİNİ İSLAM" OLMALI. DEVLETTE DEVAMLILIK ESASTIR.TÜM KANUNLAR İSLAMA AYKIRI OLMAMALI ve DEVLET KURULUŞ FELSEFESİNE FABRİKA AYARLARINA GERİ DÖNMELİ


KANUN-U ESASİ (OSMANLI ANAYASASI)’NİN 145. KABUL YILDÖNÜMÜ MÜNASEBETİYLE ADALET PLATFORMU BASIN BÜLTENİ

BİLİNDİĞİ GİBİ, DEVLETLERİMİZ İSİM DEĞİŞİKLİKLERİYLE DE OLSA, UZUN ASIRLARDAN BERİ BİRBİRLERİNİN DEVAMI OLARAK, BİR BÜTÜNLÜK HALİNDE GELİYOR OLUP, DEVLET HAYATIMIZIN TEMADİSİ AÇISINDAN, TÜM DEVLETLERİMİZİN İŞLEM VE FAALİYETLERDE BİR BÜTÜNLÜK VE BİRBİRİNİN DEVAMI OLMA NİTELİĞİ ESAS UNSURDUR.
OSMANLI DEVLETİ DE, TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİMİZ, GİBİ BİZİM DEVLETİMİZDİR VE YENİ DEVLETİMİZİN KURUCULARI DA, OSMANLI EĞİTİMİ ALMIŞ VE OSMANLI DİPLOMALARIYLA MÜCEHHEZ OLARAK, RESMİ GÖREVLERİNİ YAPMIŞLARDIR.
DEVLETİN TEMELİ OLAN HALKIMIZIN, UZUN ASIRLAR BOYUNCA BU DEVLETLERİMİZDE İNANÇ, KÜLTÜR VE TARİHİ BİRİKİMLERİMİZDEN KAYNAKALANAN ÖRF VE ADETLERİMİZ DE, BİR BÜTÜN OLARAK, DEVAM EDE GELMEKTE, YABANCI VE DÜŞMAN KÜLTÜR MENSUPLARINA KARŞI KENDİ MÜKTESEBATINI HER DAİM KORUMA, GELİŞTİRME VE YÜCELTME ANLAYIŞI İÇERİSİNDE, HAYAT VE AHİRETLE BAĞLARINI PEKİŞTİREN TEMEL DEĞERLERİNE, BÜTÜN GAYRETLERİYLE SAHİB OLMA ÇABASINI GÖSTERME GAYRETLERİ, HER ZAMAN ÖN PLANDA KENDİSİNİ GÖSTERMİŞTİR.
BU SÜREÇTE, OSMANLI DEVLETİMİZDE DE, GELİNİN ÇAĞIN GEREKLERİ DE DİKKATE ALINARAK, HUKUKİ ALT YAPIDA BAZI GÜNCELLEMELER YAPILMIŞ VE 1976 YILINA GELİNDİĞİNDE, LİTERATÜRÜMÜZDE İLK ANAYASAL KODİFİKASYON OLUŞTURULMUŞ OLUP, GENEL İTİBARİYLE, BU KODİFİKASYONLA İLGİLİ OLARAK ŞUNLARI SÖYLEYEBİLİRİZ:

İLK OSMANLI ANAYASASI KANUN-U ESASİ OLUP, ÜZERİNDEN TAM 145 YIL GEÇMİŞTİR. YANİ BUGÜN KANUN-U ESASİ’NİN 145. YILIDIR.
OSMANLI KANUN-U ESASİSİ, 23.12.1876 YILINDA, PADİŞAH 2. ABDULHAMİD TARAFINDAN KABUL VE İLAN EDİLMİŞ OLUP, BU ANAYASA “TEŞKİLAT-I ESASİYYE” ADI ALTINDA, 1960 YILINA KADAR UYGULAMADA KALDI.
BU ANAYASA TOPLAM 12 BÖLÜM VE 120 MADDEDEN İBARET OLUP, BU ANAYASANIN ÖNEMLİ MADDELERİNİ AŞAĞIDA ARZ EDİYORUZ:
2. MADDEYLE, “İSTANBUL’UN BAŞŞEHİR OLDUĞU” KABUL EDİLMİŞTİR.
3. MADDEYLE PADİŞAHIN, “MEMALİK-İ İSLAMİYYE’NİN HALİFESİ BULUNDUĞU” KABUL EDİLMİŞTİR.
4. MADDESİYLE, “PADİŞAHIN İSLAM DİNİ’NİN HAMİSİ BULUNDUĞU” KABUL EDİLMİŞTİR.
8. MADDESİYLE, HANGİ DİN VE MEZHEPTEN OLURSA OLSUN, TABEA OLAN HERKESİN, “OSMANLI” SIFATINI ALDIĞI KABUL EDİLMİŞTİR. Buna göre, bir Hıristiyan veya Yahudi de Osmanlı vatandaşı olup, dışlanamaz.
9. MADDESİYLE, TÜM OSMANLILARIN “ŞAHSİ HÜRRİYETE SAHİP” OLUP, BAŞKALARININ HAK VE HÜRRİYETLERİNE TECAVUZ EDİLEMEYECEĞİ” KABUL EDİLMİŞTİR.
10. MADDESİYLE, “ŞAHSİ HÜRRİYETİN, HER TÜRLÜ TAARRUZDAN MASUN OLDUĞU” KABUL EDİLMİŞTİR.
11. MADDESİNDE, “DEVLET-İ OSMANİYYE’NİN DİNİ İSLAM’DIR” DENMİŞTİR.
18. MADDESİNDE, “DEVLETİN RESMİ LİSANI TÜRKÇE’DİR” DENMİŞTİR.
22. MADDESİYLE “MESKEN MASUNİYETİ” GETİRİLMİŞTİR.
24. MADDESİYLE, “MÜSADERE VE ANGARYA” YASAKLANMIŞTIR.
26. MADDESİYLE, “İŞKENCE VE HER TÜRLÜ EZİYET” YASAKLANMIŞTIR.
86. MADDESİYLE, “MAHKEMELERE HER TÜRLÜ BASKI VE MÜDAHALE” YASAKLANMIŞTIR.
92. MADDESİYLE, “ŞURAY-I DEVLET (Danıştay), TEMYİZ VE İSTİNAF MAHKEMELERİ” KABUL EDİLMİŞTİR.
114. MADDESİYLE, BÜTÜN OSMANLI FERTLERİNİN, “1. DERECE MAARİF EĞİTİMİ ALMALARI MECBURİYETİ” GETİRİLMİŞTİR.

DAHA ÖNCE BİR VESİLEYLE ARZ ETTİĞİMİZ, 1921 TEŞKİLAT-I ESASİYYE KANUNU, 29 EKİM 1923 TARİHLİ, “CUMHURİYETİN İLANI BELGESİ”, 1924 TEŞKİLAT-I ESASİYYE KANUNU DA OSMANLI DEVLETİMİZİN İLK ANAYASAL KODİFİKASYONU OLAN KANUN-U ESASİ’NİN IŞIĞINDA YAPILMIŞ VE BİR MİLLET OLARAK, KENDİLERİNİ ASIRLAR BOYU AYAKTA TUTAN İNANÇ VE KÜLTÜR DEĞERLERİ, BU MANİFESTOLARDA MUHAFAZA EDİLMİŞTİR.
ÖZELLİKLE DEVLETİMİZİN KURUCU FELSEFESİNİN TEMELİNİ OLUŞTURAN İLKELERLE, ÇEŞİTLİ IRKLAR VE MEZHEPLERDEN OLUŞAN HALKIMIZI BİR ARADA TUTUP BÜTÜNLEŞTİREN KÜLTÜR, AHLAK VE ÖRF VE ADET DEĞERLERİMİZ, BU CUMHURİYETİMİZİN KURUCU ANAYASASINDA MUHAFAZA EDİLMİŞ OLUP, BUNUN EN ÖNEMLİ ÖRNEĞİ DE;
1876 “KANUN-U ESASİ” SİNİN 11 - 1921 “TEŞKİLAT-I ESASİYYE” KANUNUMUZUN 7 - 29 EKİM 1923 “CUMHURİYET İLANI BELGESİ” NİN 2 ve 1924 “TEŞKİLATI-I ESASİYYE” KANUNUMUZUN 2. MADDELERİNDE BİR BÜTÜN OLARAK YERİNİ ALAN, “DEVLETİN DİNİNİN İSLAM” OLDUĞUNU,N ANAYASAL BİR TEMELE OTURTULMUŞ OMASIDIR.
Tabii, 1876 Teşkilat-ı Esasisi’nde belirtildiği ve esasen inancımızın temelini oluşturan Kur’an’da, “LEKÜM DİNİKÜM VE LİYE DİN/SİZİN DİNİNİZ SİZE, BENİM DİNİM DE BANADIR” ilkesiyle de belirtilmiş bulunduğu gibi, her fert dünyevi hayatında kendi iradesiyle kendi dinini ve dini hayatının gereğini yapma özgürlüğünü seçer ve uhrevi hayatında da kendisi bunun sorumluluğunu taşır.
YENİ ANAYASA YAPILMASININ GÜNDEMDE OLMASI NEDENİYLE, İLK ANAYASA OLAN 1876 TEŞKİLAT-I ESASİYYE” NİN KABUL GÜNÜ OLAN BUGÜN, SİZİN ARACILIĞINIZLA ŞUNU İFADE ETMEK İSTİYORUZ:
ZAMAN ZAMAN LAİKLİK İLKESİ ADI ALTINDA DEPREŞEN VE ÖZELLİKLE İSLAM DİNİNE KARŞI OLAN DÜŞMANLIKLARA, HALKI BİRBİRİYLE BOĞUŞMAYA VE ÜLKEMİZ İLE HALKIMIZI PARÇALAMAYA YÖNELİK POLİTİKALARA FIRSAT VERMEMEK AÇISINDAN, İNANÇ SİSTEMİMİZİN DETAYLI BİR BİÇİMDE ANAYASAL GÜVENCEYE ALINMASIYLA, KUTSAL DİNİMİZLE İLGİLİ OLARAK, TOPLUMSAL DÜZEYDE, MİLLETİN BİRLİĞİ, BÜTÜNLÜĞÜ VE ÇAĞDAŞ KRİTERLER ÖLÇÜTLERİNDE, BİRBİRİNE KARŞI SAYGINLIK VE SOSYAL SORUMLULUK KAZANIMLARI AÇISINDAN, SOSYO-PSİKOLOJİK VE KÜLTÜREL GELİŞİMLERİMİZİN IŞIĞINDA; POZİTİF DİNSEL DEĞERLENDİRMELER YAPILMASINI VE CUMHURİYETİN KURULUŞ FELSEFESİNİN ESAS UMDELERİ ARASINDA BULUNUP TA, SONRADAN OLUŞAN AYRIMCI, SAVRULMACI VE JAKOBENİST SİYASAL ANLAYIŞLARCA, ANAYASADAN SİSTEMATİK BİR BİÇİMDE ÖTELENEN, KUTSAL DİNİMİZİN GERÇEK ESASLARINA UYGUN BİR MADDENİN, TEKRAR GERİ GETİRİLMESİNİ TEKLİF EDİYORUZ.
YANİ BİR KERE DAHA AÇIKÇA DİYORUZ Kİ, CUMHURİYETİMİZİN KURUCU FELSEFESİNİN IŞIĞINDA, SÜR’ATLE FABRİKA AYARLARINA GERİ DÖNÜLSÜN!.. KANUNİ ESASİ'NİN ORJİNAL ORJİNAL METNİ VE MANASI TBMM, ANAYASA MAHKEMESİ ve CUMHURBAŞKANLIĞI WEB SAYFALARI BAŞTA OLMAK ÜZERE TÜM KURUMLARIMIZDA İLK ANAYASA (1876) MADDELER HALİNDE YAYİMLANMALI.
Saygılarımızla!..
23.12.2021

Mehmet Yaman, Araştırmacı-Hukukçu, Türkiye Adalet Platformu Genel Başkan Yardımcısı
https://www.tenkitmedia.com/haber-hukukcu-mehmet-yaman-devletin-dini-islam-olmalI-6348.html

t.me/basinaciklamasi

t.me/milliirade

t.me/SectikleriniDenetle
KÂNÛN-I ESÂSÎ / İLK ANAYASA 1876 ORJİNALİ ve LATİNCESİ TÜM KURUMLARIN WEB SİTESİNDE YER ALMALIDIR
Türkiye Aile Meclisi ve Adalet Platformu Genel Başkan Yardımcısı Anayasa Hukukçusu Adnan Küçük: TBMM, AYM, MEB ve CUMHURBAŞKANLIĞI'NA ÇAĞRI! İLK ANAYASA 1876 KÂNÛN-I ESÂSÎ ORJİNALİ ve LATİNCESİ TÜM KURUMLARIN WEB SİTESİNDE YER ALMALIDIR.

Harf Devriminin Türk Dili üzerinde meydana getirdiği sonuçları konu almıştım. Bu yazıda, Osmanlıcayı terk etmenin akabinde, özellikle bazı harfler üzerindeki şapkaların, bazı kelimelerde yer alan tire ve kesme işaretlerinin kaldırılmasının meydana getirdiği ağır hasarları belirtmiştim.
Bu yeni yazımda, TBMM sitesinde yer alan ve bazı kamu kurumları tarafından da aynen kendi sitelerine aktarılan Kânûn-ı Esâsî’nin Osmanlıca orijinal metninden yeni Türk harflerine (Latince harflere) çevrilen metnindeki bazı ciddi çeviri hatalarına temas edeceğim.
Önce şunu belirtmek isterim. 1876 tarihli Kânûn-ı Esâsî siyasi tarihimizin ilk modern Anayasasıdır. Bu, resmi bir metindir ve ABD için 1787 Anayasası ne ise bizde de Kânûn-ı Esâsî odur. Bu metnin doğru bir şekilde muhafaza edilmesi hayati derecede önemlidir. Belki, mahalli bir yörede geçerli olan ya da ülke genelinde geçerli olmakla birlikte pek bilinmeyen Osmanlıca harflerle yazılı bir hukuki düzenlemenin yeni harflere çevirisinde bazı çeviri hataları olabilir, bu hatalar sehven yapılmış olabilir. Bu metinlerin fazla bilinebilir olmaması sebebiyle, bu hatalar göz ardı edilebilir. Belki bu hatalar hiç kimsenin dikkatini çekmeyebilir.
Ama siyasî tarihimizin ilk modern Anayasasında bazı hatalı çevirilerin olması kabul edilebilir bir durum değildir. Bu sebeple Kânûn-ı Esâsî alelade metinlerle mukayese edilemez. Aksi halde, Kânûn-ı Esâsî’nin pek fazla önemsenmediği yönünde bir algı ortaya çıkabilir.
Burada bahsini edeceğim hususları, kendisi çok değerli ve birikimli bir hukukçu olan ve Osmanlıcaya ileri düzeyde vâkıf olan TBMM Başkanı Sayın Prof. Dr. Mustafa Şentop’un da takdir edeceği kanaatindeyim. Muhtemelen bu husustan Şentop Hoca’nın malumatı yoktur. Malumatı olsa bu hataların derhal giderilmesi yönünde bir çalışma başlatacağı kanaatindeyim.
Burada amacım suçluyu arayarak, birilerini rahatsız etmek ya da taşlamak değildir. Bu çeviri, TBMM sitesine, A. Şeref Gözübüyük ve Suna Kili’nin “Türk Anayasa Metinleri (1839-1980)” başlıklı kitabından aynen konulmuştur. Fakat bu metnin ne zaman konulduğunu bilmiyorum. Bu metin belki de 30 ya da 35 yıl önce TBMM sitesine konmuştur.
Burada maksadım, Türk demokrasisinin gözbebeği mesabesinde olan TBMM’nin sitesinde siyasi tarihimiz açısından bu kadar ehemmiyetli ve kıymetli bir yere sahip olan Kânûn-ı Esâsî’nin çevirisinde bulunan hataların varlığına dikkat çekmektir.
Bu hataların geri planında, çeviriyi yapanların özensizliği ve TBMM’nin bunlara olan güveni ve yukarıda sözünü ettiğim bazı harfler üzerindeki şapkaların, bazı kelimelerdeki tire ve kesme işaretlerinin atılmış olması yer almaktadır. Belki de bu çevirinin TBMM sitesinde yer almasını sağlayan TBMM Başkanı Osmanlıcayı hiç bilmiyordur. Uzman olduğuna inandığı kişilerin hatalarından Meclis Başkanlarını sorumlu tutmak hakkaniyetli olmaz. Burada asıl sorumlular, Kânûn-ı Esâsî’yi bu kadar özensiz şekilde çeviren kişilerdir.
Elbette ki Kânûn-ı Esâsî’nin Latin harflerine çevirisinde, şapkaların, tire ve kesme işaretlerinin tamamen terk edildiği söylenemez. Ama, bu kurallara tam olarak uyulduğu da söylenemez. Çeviride çok ciddi tutarsızlıklar, çok sayıda maddî kelime hataları var. Benzer hatalar Kânûn-ı Esâsî’de yapılan değişikliklerde de mevcuttur.
Burada bunların her birine ayrı ayrı değineceğim.
Maddî Kelime ve Yazılım Hataları
Bir kelime Kânûn-ı Esâsî’nin muhtelif maddelerinde, dört farklı şekilde yazılmış, bunlardan üçü maddî olarak hatalı, biri doğrudur. Bu hatalı kullanımlar şu şekildedir:
“Meclisi Umuminin yevmi ‘hüşad’ında …resmi ‘küşat’ icra olunup…” (md. 45).
“…nasbolunan zevat meclisin yevmi ‘küşad’ında sadrıazam huzurunda…” (md. 46). Diğer bazı maddelerde de (md. 99., 101. ve 1909 değişikliği 7) “küşad” kelimesi kullanılmış.
1914 değişikliğinin ikinci çevirisinin 43. maddesinde “küşâd” kelimesi yer almıştır.
Burada doğru olan kullanım şekli “küşâd”dır.
Bir başka kelime üç türlü kullanılmıştır ve bunlardan sadece biri doğrudur.
“…rey ve ‘mütalca’ beyanında …beyan ettiği ‘mütalea’lardan dolayı…” (md. 47).
“…görür ise ‘mütalâa’sını ilâvesiyle …ise ilâvei ‘mütalâa’ ile beraber…” (md. 64).
Burada doğru kullanım şekli “mütalâa”dır.
Bir örnek daha vereyim.
“Meclisi Umumi âzasından birinin, ‘hiyanet’ ve Kanunu Esasiyi ‘nakız’ ve ‘ilgaye’ tasaddi ve irtikâp töhmetlerinden ‘birile’ müttehem olduğuna mensup olduğu heyet azayı mevcudesinin sülüsanı ekseriyeti ‘mutlakasile’ karar verilür veyahut kanunen hapis ve nefyi mucip bir ceza ile mahkûm olur ise azalık sıfatı zail olur ve bu ‘af'alin’ ‘muhakemesile’ mücazatı ait olduğu mahkeme tarafından ‘rüyet’ ve hükmolunur” (md. 48).
Bu maddede: “hiyanet” değil “hıyanet”, “nakız” değil “nakz”, “ilgaye” değil “ilgaya”, “birile” değil “biriyle”, “mutlakasile” değil “mutlakasıyla”, “af’al” değil “ef’al”, “muhakemesile” değil “muhakemesiyle”dir, “rüyet” değil “rü’yet”tir.
Sadece bir maddede sekiz tane hatalı kullanım mevcuttur. Ayrıca burada hatalı olarak kullanılan birçok kelimenin hatalı kullanımı diğer bazı maddelerde de söz konusu olmuştur.
Mana farklarına ilişkin izahata girmeksizin birkaç örnek daha vereceğim.
“…bedel karar heyeti mecmuası” (md. 65). “meclis-i vükelâda bade’l müzakere” (1909 değişikliği md. 29). Doğru olan “bade’l müzâkere”dir.
“…Kendü taleplerile devketce sair memuriyete tâyin olunanlar” (md. 62). Buradaki “taleplerile” değil “talepleriyle”, “devketce” değil, “devletçe” yazılış şekli doğrudur.
“…âzalığı mücazdırvesair memurinden” (md. 67). Burada “mücazdırvesair” kelimesinin “mücazdır ve sair” şeklinde ayrılarak yazılması gerekir.
“…sene teşrisani iptidasında” (md. 43). “…içtimaı olan teşrini saniden” (md. 70). “…sene Teşrinisani iptidasında” (1909 değişikliği md. 43). Buradaki üç kullanım hali de doğru değil. Doğru olan: “Teşrîn-i sânî”dir.
“…makule mevaddan ‘müzekereye’ mühtaç olmıyanların…” (md. 29). Bu hükümde yer alan ‘müzekereye’ kelimesi yanlış yazılmış, doğru olan ‘müzakereye’dir.
“…‘yövmü’ müzakereden…” (md. 57). Burada yövm diye anlamlı bir kelime yoktur. Doğru olan “yevm”dir. Yevm: gün demektir. Yevm-i müzakere: müzakere günü.
Bazı Harflerin Üzerindeki Şapkaların Kaldırılmış Olması
Kânûn-ı Esâsî’nin metni yeni harflere çevrilirken, bazı harflerin üzerinde bulunması gereken şapkalar (^), bazı kelimelerde kullanılmış, bazılarında kullanılmamıştır. Harflerin üzerindeki şapkalar, aynı kelimenin, farklı maddelerdeki kullanımlarında, bazı maddelerde kullanılmış, bazı maddelerde kullanılmamıştır. Bu konuda ciddi bir karmaşa mevcuttur.
Harfler üzerinde bulunması gereken şapkaların bulunmaması bazı kereler ciddi mana değişikliklerine sebep olmuş, madde metninin mana bütünlüğü ile kesinlikle uyumlu olmayan durumlar ortaya çıkmıştır.
Bazı örnekler şu şekilde sıralanabilir.
“Heyeti Âyanın azalık maaşı ‘şehriye’ onbin kuruştur” (md. 63). “… yirmibin kuruş verilecek ve şehriye beşbin kuruş maaş… (md. 76). “…her birine … ‘şehrî’ beş bin kuruş maaş. …bulduğu suretde ‘şehrî’ beş bin kuruş itibariyle” (1909 değişikliği md. 76).
“Şehriye” “çorba ve pilav yapımında kullanılan, buğday unu hamurundan türlü biçimlerde kesilerek kurutulmuş besin maddesi”dir.
Burada “şehriye” kelimesi yanlış kullanılmıştır. 63. ve 76. maddelerde “şehriye’ kelimesinin kullanılması, bu maddelerin metnindeki manalarla tamamen uyumsuzdur.
Kânûn-ı Esâsî’nin metni ile uyumlu doğru kullanım şekli “şehrîye”dir. “Şehrîye”nin manası “aylık”tır. Bu durumda “Heyeti Âyanın azalık maaşı ‘şehrîye’ onbin kuruştur” hükmünün manası şu şekildedir: “Heyet-i Âyanın azalık maaşı aylık onbin kuruştur”.
Kânûn-ı Esâsî’de doğru kullanım şekli “Âyân” olan kelimenin dört şekilde yazıldığı görülmektedir. (1) “Heyeti Ayan” (md. 54., 55. ve 61). (2) “Heyeti Âyan” (md. 42., 53., 60., 62.-64., 92., 93., 95., 116., 117). (3) “Heyet-i Ayân” (1909 değişikliği md. 7). (4) “Âyân” (1909 değişikliği md. 53., 54., 71).
Ayan: belli, açık, aşikâr gibi manalara gelmektedir.
Âyân: Osmanlı İmparatorluğu’nda şehir ve kasabalarda, belli bir zümre veya bir devrin ileri gelen nüfuzlu kimselerine verilen ad, ileri gelenler, ekâbir, eşraf.
Meclis-i Âyân: Osmanlı İmparatorluğu zamanında üyelerinin tamamı padişah tarafından atanan Meclis-i Umuminin bir kanadıdır.
Burada doğru kullanım şekli “Meclis-i Âyân”dır.
Bunlara çok sayıda daha başka örnekler de verilebilir.
Kelimelerdeki tirelerin kaldırılması
Bazı kelimelerde, ya kelimenin ortasında ya da kelimelerin son bir ya da iki harfini ana kelimeden ayırmak için tire (-) işareti kullanılır. Bu kelimelerde tire kullanılmadığı zaman, ciddi mana değişiklikleri meydana gelebildiği gibi, bazı kelimelerde de telaffuz noktasından karmaşalar ortaya çıkabilmektedir.
Bazı misaller şu şekildedir.
“…münhasırran ‘yedi iktidar’ı hazreti padişahidedir” (md. 35). “…intihap olunur ise kabul edip etmemek ‘yedi ihtiyar’ındadır” (md. 67), “…‘yedi iktidar’ındadır” (md. 113).
Burada, doğru olan “yed-i iktidar” ve “yed-i ihtiyar”dır. Burada “yed” el demektir. Oysa Kânûn-ı Esâsî’de kullanılan “yedi” kelimesi “7” rakamının yazılışına tekabül etmektedir. Ortaya çıkan mana “yedi (7) iktidar”, “yedi (7) ihtiyar”dır.
“Emri intihap reyi hafi kaidesi üzerine müessestir” (md 66).
Burada “emri intihap” “emri seçmek”, “reyi hafi” de “reyi gizli” manalarına gelir. Tire kullanılmaksızın yazılan 66. maddeye şu şekilde bir mana verilebilir: “emri seçmek reyi gizli kaidesi üzerine müessestir”. Bunun, 66. maddede amaçlanan manayla hiçbir alakası yoktur.
66. maddenin doğru yazılışı “Emr-i intihap rey-i hafî kaidesi üzerine müessestir” şeklindedir. Manası şu şekildedir: “seçim işleri gizli oy kaidesi üzerine tesis edilmiştir”.
Kanunu Esasi (md. 36., 46., 48., 64., 80., 115.-117), “meclisi umumi (md. 7., 14., 36., 42., 43., 45.-49., 51., 52., 98., 99., 101., 104., 109., 119), Meclisi Mebusan (md. 38., 102., 112), Meclisi Âyan (md. 112), heyeti mebusan (md. 7., 31., 35., 36., 42., 53.-55., 60., 64., 65., 67., 68., 71., 73., 74., 77.-80., 105., 106., 116), Heyeti Âyan (md. 42., 53.-55., 60.-64., 92., 93., 95., 116., 117), Devleti Osmaniye (md. 1., 2., 8., 11).
Buradaki kullanımların tamamı tire konulması kuralına aykırıdır.
Kânûn-ı Esâsî (Anayasanın Adı), Kanun-ı Esasi (1909 değişikliği md. 36., 118., 120, 1914 değişikliği md. 43), Meclis-i Umûmî (1909 değişikliği md. 3., 7., 36., 43., 44., 1914 değişikliği md. 43), Meclis-i Meb’usan (1909 değişikliği md. 7., 30., 35., 38., 54., 121, 1914 değişikliği md. 35., 43), Meclis-i Âyân (1909 değişikliği md. 53., 121, 1914 değişikliği md. 43), Heyet-i Umûmîye (md. 44), Heyet-i Ayân (1909 değişikliği md. 7., 121), Heyet-i meb’usan (1909 değişikliği md. 35., 36., 38., 77., 80., 121).
Burada Anayasanın başlığı (Kânûn-ı Esâsî) doğru, ama sair kullanımları (Kanunu Esasi, Kanun-ı Esasi) doğru değildir. Heyet-i Ayân kullanımı hatalıdır. Doğru olan “Hey’et-i Âyân”dır. “Heyet” kelimesi de yanlıştır. Doğru olan “Hey’et”dir.
Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere, Kânûn-ı Esâsî’nin ve değişikliklerin bütününe bakıldığında, tire kullanılması konusunda aşırı derecede karmaşa ve özensizlik söz konusudur.
Kesme İşaretinin Kaldırılması
Kânûn-ı Esâsî’de bazı kelimelerde kesme (’) işareti kullanılarak, kelimeler farklı manalara büründürülmektedir. Bu işaretlerin kaldırılması, kelimelerin manalarında da değişikliklere sebep olabilmektedir.
Bu konuda bazı misaller şu şekilde verilebilir.
“…ve tesavii ara vukuunda reisin reyi iki addedilür (md. 51).