@AKparti AKP'li @MehmetOzhaseki “LGBT’nin başımızın üstünde yeri var”
TürkiyeAileMeclisi:Sapkınları Allah yarattı iftiradır Allah'a,2milyar Müslümana hakarettir
#ToplumsalCinsiyetAdaleti/Eşitliği LGBT/İQP #TCE maskesiyle sapkınlığı teşvik #ihanet! #TevbeEt
LANETLENMİŞLERİ LANETLEMEK YERİNE TEŞVİK ETMEK İHANETTİR AKIL TUTULMASIDIR... İşte bu tür ihanet kafası sebebiyle istanbul belediyesi LGBT'lilere verildi... sıra da genel iktidar mı #WAR!

Dünya sağlık örgütü de eşcinselliği teşvik ediyor eywah...

Mehmet Özhaseki'den tevbe edip sözlerini düzeltmesini düzeltmiyor ise istifasını bekliyoruz Allah'a iftira ve hakaret eden ozhasekiye suç duyurusu yapacağız inşaallah

#EşcinselleştirmeOperasyonu'na hizmet ihanettir kitabımızı hediye olarak göndereceğiz
ve 21Kasım pazar gün Hatay Meclisi'nde yapılacak #önceAile panelimize davet ediyoruz #AileMeclisi Nûr19/55

habermotto.com/mehmet-ozhaseki-lgbt/

https://twitter.com/AdaletPlatformu/status/1460460901627269122?t=XCoItb3W2qdg_xN3bgXyWw&s=09

ailehaklari.org
t.me/TurkiyeAileBirligi
t.me/AileMeclisi
t.me/milliirade
t.me/SectikleriniDenetle
Aileni Nesli Devleti Koru! #VaroluşSavaşımız: #önceAile
Genetigiyle Oynanmış Aile Medeniyetini Diriltmek
PANEL
21Kasım Pazar🕰18:39 #Hatay Meclisi eskibinası
organizasyon:
Türkiye Aile Meclisi

https://twitter.com/AdaletPlatformu/status/1460604838882983944?s=09

PANELİSTLER
SefaSaygılı,Psikiyatrist,Prof, FSM universitesi dekan

AdnanKüçük,Hukukçu,Dr, Kırıkkale univ. Öğretim üyesi

MahmutBıyıklı,Eğitimci, Türkiye Yazarlar Birliği ist.bsk

AdnanKalkan,Sosyolog, Aile Bilim derneği Bşk.

MehmetOnur,İlahiyatçı,Dr. Hatay Milli İrade Platformu baskani

FeyzullahAkdağ, Psikolojik Danışman

GülsümYılmaz,İşKadını, Türkiye Aile Meclisi Hatay il Başkanı

MuzafferDoğan,Yazar, Türkiye Aile Birliği Başkan Yardımcısı

Moderatör:
AdemÇevik,Gazeteci, Türkiye Aile Meclisi Genel Başkanı

canlı yayın
sosyal medya hesaplarimiz:

AileHaklari.org
YouTube.com/AileMeclisi
Instagram.com/AileHaklari
twitter.com/AdaletPlatformu
t.me/TurkiyeAileBirligi

Destekleyenler:
Hatay Milliirade Platformu,
Dünya Çocuk Hakları Derneği,
iyilik insan hakları derneği

https://fb.me/e/dSaPqe0BW

wa.me/905327036115
BiZ DEVLETiZ t.me/DEVLET YANINDAYIZ Nûr19/55 http://bit.ly/30TlK9K
24Kasım🕰is
is.gd/YDDBrr
25Kasm🕰Şiddet
İçki Kumar Fuhuş Riba/Faiz/Libor YASAKLANSIN
#TCE MASKEli SAPKINLIK,DSÖ,STK Kapatılsın
25Kasm🕰9 Dava/ANK 12AHM

26Kasm🕰19GIDAoyunu

28Kasım🕰13TaximGS

9/12🕰 t.me/EngelliHaklari
9/12🕰DSÖ is.gd/CoUIgd
10/12🕰 t.me/insanHaklari
20/12🕰DEVAW
27/12🕰FULBRiGHT/İSTİKLÂL
is.gd/1i7hyp
20/1🕰1921ANAyasa
30/1🕰 t.me/EzanPlatformu
CEDAW
is.gd/oZkoGX
is.gd/kzsXGg
is.gd/Aetj7b
MEB
is.gd/eqAK4Q
TCE
is.gd/QGgVun
is.gd/tio4Tb
Virüsün adı GRiD, kod adı #TCE AiDS HiV sponsoru: DSÖ/WHO
Dünya AiDS/GRiD Eşcinsellik ile Mücadele Günü
Türkiye Aile Meclisi basın aciklamasi
Bugün 1 Aralık Dünya AiDS ile Mücadele Günü. işgale önce beynimizde başladılar algı operasyonu yaptılar. Tıpkı onursuzluk yürüyüşlerine "onur" dedikleri gibi. AIDS'in ilk isminin eşcinsel Hastalığı GRID (Gay Related Immun Disorder/Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) olduğunu biliyordunuz değil mi? Bu sapkınlığı gizlemek teşvik etmek değil mi?
İfsada kelimeler ve harf darbesi ile başladılar, bugün 1 Aralık 1928 Harf darbesi #SOYKIRIM'ın yürürlük yıldönümü. İzzet şeref namus haysiyet onur ahlak âile din tarih gelenek örf gibi kelimelere savaş açarak içini boşalttılar. #önceAile şiariyla hareket eden bizler kelimelerimizi kavramlarımızı diriltmeliyiz. Ailesiz Ahlaksız Cinsiyetsiz toplum operasyonuna karşı elbirliği ile mücadele etmeliyiz bu insanlığımız için VAROLUS SAVAŞIMIZ.
17 Mayıs 1990 da Dünya Sağlık Örgütü Eşcinsel Sapkınlığı akıl hastalığı olarak tanımaktan vazgeçerek sapkınlığı teşvik etmeye başladı.
Sağlık Bakan Yardımcısı Emine Meşe, “2010 yılında HIV pozitif kişi sayısı 539 iken, 2018 yılında bu sayı yedi kat artış göstererek 3 bin 719 olmuştur" demiş.
Aids'li oranı 8 senede 7 kat artmış. Eşcinsel sapkın olanların oranı %4 olduğu iddia ediliyor
Artışın sebebi; 2011'de imzaladığımız İstanbul Sözleşmesi'nin dayattığı #ToplumsalCinsiyetAdaleti veya Eşitliği maskesiyle ve güya şiddeti önleme iddiasıyla halen yürürlükte olan 6284 fitnesi değil mi?
İnternetten, TV'den, basından, okuldan, belediyelerden bulabildiğiniz her yerden Toplumsal Cinsiyet Eşitliği veya adaleti adı altında kadına şiddet numarası ile korumaya eşcinselliğin, gayliğin, lezbiyenliğin ibneligin homoseksüelligin pedefolini ensestin propagandasını yapıyor
CİNSEL ŞİDDETİN ne olduğunu öğrenelim
LGBT/İQPE+ çevrelerdeki bir tartışmanın haberi çıktı.
Konu HIV (yani tedavi altındaki AİDS) Eşcinsel Hastası biri beraber olacağı, yatacağı, cinsel ilişkiye gireceği birine hastalığını haber vermeli mi, vermemeli mi?
Eğer Kanser, şeker, veba ya da bir başka hastalığınız varsa ve doktor tedavisi aldığınızda; hala kanser, şeker veya veba hastasısınızdır. Ama AİDS'li iseniz doktora gidince hastalığınız değişir ismi HIV olur...!
"İyi de bu AIDS'i gizlemek" değil mi?
Feministler HAYIR, vermek zorunda değil iddiasındalar..
Yattığı, cinsel ilişkiye girdiği kişinin HIV'li (AİDS'li) olup olmadığını sormak CİNSEL ŞİDDETtir. diyorlar..
-İyi de GRİD/HIV'li/AİDS'li iken biri ile yatmak neredeyse onu bilerek öldürmek demektir. Bir nevi cinayettir. TCK da da suçtur.
Hani virüs ile mücadele ediliyordu...
Virüs ile mücadelenin yolu içki kumar faiz fuhuş teşhircilik zina kumar sapkınlık yasaklmaktan ve dindersi ahlak dersini mecburi yapmaktan geçer. Siz pozitif ayrımcılık yaparak 3kasim 1839'dan beri gavura gavur fahişeyle fahise demeyi yasaklar iseniz LGBT/İQPE sapkınlığa teşvik vermiş olursunuz dolayısıyla pedefoli zeofoli nekrofoli ve ensest sapkınlığa yol vermiş olursunuz. Türkiye'de ensest ilişkinin cezası yok. Yakın akraba ile evlenmek yasak ama yakın akraba ile zina ensest ilişki serbest... Genç evlilik, çok eslilik yasak ama çok metres/fahise ile fuhuş serbest kanunlar fuhuşu zinayı teşvik ediyor. Zaten bu asgari ücret ile evlenmek mümkün değil. Evlilik yaş ortalaması 30 olmuş çare genç evliliği ve aile kurmayı teşvik etmek. Fuhuşu zinayı önlemenin yolu çok eşliligi yasaklamak değil fahiseligi yasaklmaktan geçer. Sinek öldürmek yerine bataklığı kurutmak gerekir.
Çare Macaristan ve Rusya gibi her ne isim altında olursa olsun başta ToplumsalCinsiyet maskesiyle Eşcinsel sapkınlığ savunmak yasaklanmalı soykırım ve terör suçu kapsamına alınmalı sapkınlığı savunanlara cezai müeyyide uygulanmalı sapkın sivil toplum kuruluşları kapatılmalı mal varlığına el konulmalı işe IMF ye defol dediğimiz gibi DSÖ/WHO DEFOL diyerek başlamalıyız.
Aileyi Nesli Devleti korumak için Allah'a fıtrata savaş açanlara karşı en az namussuzlar kadar cesur olmalıyız. Bunun yolu ToplumsalCinsiyet adaleti/eşitliği maskeli sapkınlığa dur demektir. Gönder/ birey dayatması dan vazgecerek genetigiyle oynanmış aile medeniyetimizi yeniden inşa ihya ıslah etmeliyiz yoksa bu ateş hepimizi yakar ve helâk oluruz âilemiz de neslimiz de devletimiz de yok olur. Biz de bu zulümlere karşı 4 maymunu oynar isek suça ortak olur soykırım suçu işlemiş oluruz
"Aileyi Nesli Devleti korumak için #SapkınlığaDurDe!" imza kampanyamıza destek için dilekcemiz e-devlet üzerinden TBMM ve CİMER'e ulaştırabilirsiniz. 1 Aralık 2021
Âdem Çevik,
@AdaletPlatformu Başkanı, Türkiye Aile Meclisi Sözcüsü
Https://t.me/Basinaciklamasi ailehaklari.org t.me/ailemeclisi
Tel.02124365966 wa.me/905327036115 wa.me/905322033274
#1Aralık1928 #monark #Soykırım! Yıldönümü...
Türkiye YazarlarBirliği Vakfı Genel Başkanı, Türkiye AileBirliği YİK Üyesi mütefekkir D.Mehmet Doğan'ın Dil Devrimi Tahlili:
#DilDarbesi #HarfDarbesi SOYKIRIMdır ve insanlık Suçudur
yenifetih.com/haber/turkiye-aile-birligi-yik-uyesi-tybv-baskani-mutefekkir-d-mehmet-doganin-dil-devrimi-1kasim-tahlili-397#.Yaeb0rHJK9h.twitter
#öncedil #önceAile #önceAhlak https://twitter.com/AdaletPlatformu/status/1466076459433439244?t=uzNfxCLbjnWbB3ZWEhjhqg&s=19 t.me/SectikleriniDenetle HARF DARBESİ ve DİL DARBESİ SOYKIRIMDIR!, İNSANLIĞA, ÜMMETE, MİLLETE, VATANA İHANETTİR ve İNSANLIK SUÇUDUR!
Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı, Türkiye AileBirliği YİK Üyesi mütefekkir D. Mehmet Doğan'ın 1Aralık1928 yıldönümü'nde DİL DEVRİMİ Tahlili https://t.co/Xulhf5PaOW
Dil Devrimi Manevî Bir Soykırım!
Dünya dilleri içinde Türkçe, 20. yüzyılda başka hiçbir dilin maruz kalmadığı bir kıyım ve kırıma uğradı.
Bin yıllık, kendisiyle yüzbinlerce kitap yazılmış alfabesi yasaklandı. Osmanlı bürokrasisinde Fatih Sultan Mehmed dönemine kadar Uygur alfabesiyle yazan bitikçiler olduğu söylenir. 1929 yılından itibaren Türkiye bürokrasisi kendi yazısını unuttu, Latin harfleri ile ifade-i merama mecbur kaldı. “Eski” alfabe ile yazılmış kitaplar dolaşımdan çıkarıldı, kütüphaneler kullanılmaz hâle geldi.

20. yüzyıl devrimler çağıydı. Fakat Türkçe hariç hiçbir dil böylesine tam teşekküllü bir “devrim”e maruz bırakılmadı.

Türkçe konuşan dünyada alfabe değişikliği sadece Türkiye’de yapılmadı. Türk dilli Sovyet topluluklarında da değiştirildi. Hem de iki defa! Önce Latin alfabesine geçirildiler, sonra Kiril. Ne gariptir ki, her birinin Kiril’i farklıydı.

Sovyet sistemi çökünce Türkîler bin yıllık alfabelerine dönmeyi düşünmedi/düşünemedi. Sovyetlerin din karşıtlığı baştan bu alfabeyi “gerici” ilan etmişti. Sovyetler çökmüştü ama yeni “müstakil” devletlerin eski yöneticileri iktidardaydı. Latin alfabesine geçenler oldu, geçmeye çalışanlar da. Kirille yoluna devam edenler de var…

Dil Devrimi olmasaydı harf inkılabı operasyonu yarım kalabilirdi. Kitap katliamı geçmişe yönelikti, kelime katliamı ise geleceğe… Harfleri değiştirerek zihnimizden geçmişi sildik, geleceğimizi ise kelimeleri yasaklayarak tahdit ettik. Edebiyatımıza, düşüncemize, muhayyilemize sınır çektik.

Sözlüğümüzdeki binlerce kelime tard edildi. Şemseddin Sami’nin 20. yüzyılın başında yayınlanan Kamus-ı Türkî’sinde takriben 30 bin kelime vardı. Bu bir el sözlüğüydü. Dil Kurumu’nun ilk genel Türkçe Sözlük’ünde ise kelime sayısı 15 bin! Cumhuriyet döneminin ilk resmî sözlüğü ancak bir mektep lügati mesabesindeydi.

Başka bir ölçü verelim: Vilyam Redhouse Efendi’nin Kitab-ı Meani-i Lehçe’ sinde (A Turkish and English Lexicon) 90 bin madde başı kelime vardı, metin içinde ise 30 bin. Yayın yılı 1890 ve Türkçe Sözlük’ten 55 sene önce… “İlerleme” diye buna denir! Redhouse Efendi önsözde ayrıca elinde daha fazla malzeme bulunmasına rağmen yayıncının acelesi yüzünden tamamı-nı değerlendiremediğini de kaydeder.

20. yüzyılda Türkçe dünya dili olmaya yürüyordu. Batı ile erken temas, Batı dillerinden yapılan tercümeler ve modem ilimlerin öğretimi Türkçeyi bazı hususlarda Arapça ve Farsçanın önüne geçirmişti. 19. yüzyılın sonunda Batı’nın fen ve sosyal bilimlerinde kullanılan terimlere karşılık Osmanlıcaları üretildi. Batı’da kök dil addedilen İncil’in yazımında kullanılan Latince esas alınırken, Osmanlılar ise Kur’an’ın dili Arapçayı esas aldılar. Bu bir medeniyet tercihiydi ve bu kelimeler artık klasik Arapçaya ait değildi.
Millî değerlere düşman bir milliyetçilik olur mu?
Dil Devrimi operasyonu kaba bir milliyetçi ifadeyle ortaya konuldu ve savunuldu: “Arap harfleri” Türkçenin yazılmasına uygun değildi; yeni alfabeyse bu kusurlardan âri ve millîydi. Millîlik kılıfı altında Latin alfabesi göklere çıkartılıyor, yüz yıllardır kullandığımız Araplar, Farslar ve diğer Müslümanların müşterek alfabesi ise “Arap alfabesi” şeklinde öteleniyordu. Eğer bir alfabenin millî olmasının ölçüsü Türkler tarafından kullanılmasıysa İslâmî yazı da bu durumda bize aitti.
Millî edebiyatın en büyük isimlerinden 1920’de genç yaşta vefat eden hikâyecimiz Ömer Seyfeddin’in bir eserinden örnek verelim: Mahcupluk İmtihanı komedisinde yazar, Bîcan Efendi’ye Türkçeden başka dil bilip bilmediği sorusunu sorduruyor. “Kuş dili” cevabının ardından “Yazısı da var mı?” sorusunu ekliyor. Cevabı ise şöyledir: “Türkçe harflerle de yazılır, Latin harfleri ile de.”
Zamanın ünlü gazetecilerinden Falih Rıfkı (Atay) Latin alfabesi komisyonunda bulunmuştu. Meşhur eseri Çankaya’da bu komisyondaki rolünden bahsetmektedir! Dil Devrimi döneminde gazeteci ve milletvekili olarak Çankaya sofrasının müdavimlerindendi. Ömrünün son devresinde Dil Devrimi’yle ilgili kanaatini değiştiren Atay, 18 Mayıs 1935’tarihli Hilal-i Ahmer gazetesinde şöyle yazıyor: “Bundan sonra torunlarınızın anlayacağı bir dille yazacaksınız”.
Falih Rıfkı’nın bu iddialı ifadesini kâğıda geçirdiği günlerde gazeteler süel, kamutay, erkin, erkinlik, danak, durluk, kaytaklık gibi kelimelerle doluydu. Bugün bu kelimeleri değil Falih Rıfkı’nın torunları, üniversitelerin Türkoloji hocaları dahi anlamakta güçlük çekiyorlar. O zamanın gözde kelimelerinin çoğu unutuldu, bazılarının ise anlamlan farklılaştı. O yüzden o günlerde yazılanların tam olarak anlaşılması mümkün değil!
Kültürün tarihîliği, Cumhuriyetçileri kültürel alana müdahaleden alıkoymadı. Dilin tarihîliği de, toplumun malı olması da umursanmadı.

Düşünmek için dile muhtacız. Eğer dil geçmişten devralınan bir yapı olmasaydı, bizden öncekilerin yaptıklarından habersiz hayata sıfırdan başlamak zorunda kalacaktık. İnsan hafızadır. Onu kaybettiğinde sadece bedendir. Bir milletin hafızası dilidir, onun kaybı kitleleri ruhundan yoksun hâle getirir. Kelimelerin değişmesi düşüncemizi etkilemekle kalmaz, toplum hayatını da etkiler.
[alert color=”red”]TIP TERMİNOLOJİSİ, Türkçe yerine Latince!
Türkiye’de Dil Devriminin en hızlı dönemlerinde “Latince kurs” modası vardı. Kursların hedefi “arı Türkçe” “Öztürkçe” olarak gösteriliyordu fakat ne hikmetse Latince dersleri veriliyordu. Türkiye’de modern tıp öğretimi 19. yüzyılda II. Mahmud zamanında başladı (1827). Zamanın padişahı Fransızca başlayan bu öğretimin kısa zaman sonra Türkçeleşeceğini söylemişti. 1850’lerden itibaren Türkçe öğretime geçilmeye başlandı ve 1870’te bu süreç tamamlandı. 19. yüzyılın sonunda Latince terimlerin tümünü karşılayacak Osmanlıca tıp terminolojisi ortaya konulmuştu. Şam’da dahi Türkçe öğretim yapan Tıbbiye açılmıştı. Dil Devrimi sırasında Tıp Fakültesi’nde terminoloji sessizce Latinceye çevrildi![/alert]
Cinnet hali
Öncesi olmayan bir dil ciddi iletişim problemlerine yol açar. Dille inşa edilen edebiyatı, İlmî ve fikrî faaliyetleri imkânsız hâle getirir. Türkiye bunu belli ölçülerde yaşadı. Dilin zorla değiştirilmesi edebiyatın ve ilmin gelişmesini sınırladı. Bugün, 20. yüzyılın başında yazmaya başlamış veya yetişmiş büyük ediplerimizin ölçüsünde güçlü yazarlarımızın olmayışını ancak böyle açıklayabiliriz. Dili baştan yaratmak gerçek ifadesiyle bir cinnet hâlidir.

Hatırlamayı sağlayan, idraki belirleyen dil, geçmişteki tecrübelerin korunmasına yardımcı olur. Kesintiye uğramamış bir dil düşünmeyi objektifleştirir. Dildeki cebrî değişiklikler düşüncemizi belli nispetlerde nesnellikten uzaklaştırır.

Dili, kültürü, değerleri, medeniyet unsurları yok edilen bir millet neden gerekli tepkiyi gösteremedi? Bunun birçok sebebi var. En önemlisi yıkıcılığın “milliyetçi” ve hayırhâh bir ifadeye dayandırılmasıdır.

19. yüzyılda esasında “Müslüman” olarak tanımlanan halklar Balkan ve Kafkasya coğrafyalarından büyük ölçüde sürüldüler. Kültür, inanç, düşünce ve hayat tarzlarıyla birlikte yaşadıkları topraklardan koptular. Müslüman unsurların bu topraklardan temizlenmesi, sırf nüfusla sınırlı kalmadı. Müslümanları ve Müslümanlığı (Osmanlılığı, Türklüğü de denilebilir) hatırlatan her unsur itinayla temizlendi. Bu acı son derece intikamcı, milliyetçi duyguların şiddete dönüşerek dışa vurmasıydı.
Maruz kaldığımız bu sert milliyetçi darbe şuur altımızda çok derin izler bıraktı. Onların dilinden konuşarak, onlar gibi hareket ederek onlara karşı gösteremediğimiz milliyetçi tepki daha sonra içe doğru işleyen, kendini tahrip eden bir toplum mühendisliğine dönüştü.

Dil Devrimi geniş kitlelere bir “Türkçeleşme” veya “öztürkçeleşme” faaliyeti olarak sunuldu. Hâlbuki bu uygulamalar kısa vadede Türkçenin fakirleşmesine, uzun vadede ise yabancı dillerin hâkimiyetine zemin hazırladı.

Yazıyla uğraşmak ister istemez Türkiye’de uygulanan dil siyasetinin sonuçlarıyla karşı karşıya kalmayı gerektirir. Bu hususta her tercih yazarın ifadesinin tesirini, eserinin gücünü, toplum içindeki etkisini tayin eder.

Binlerce yıl içinde teşekkül eden dilimiz 30-40 yıllık müdahale, düzenleme ve baskılarla doğal mecrasından çıkarılmaya çalışıldı. Bu hususta tam manasıyla muvaffak olunmuş mudur? Mutlak bir muvaffakiyet söz konusu değil elbette. Fakat etkisi ne seviyede olursa olsun bu müdahaleler bizi dil, iletişim ve kültürle ilgili ciddî sıkıntılara sokmuştur.
Tercüme mi, tarif mi?
Öztürkçenin sefaletini anlamak için tercümelere bakmak yeterlidir, Mevcut kelimeler yabancı metinleri tercüme etmeye yetmediğinden tarif yoluna gidiliyor, Türkçe bu tercümanların elinde adeta ‘tarifi’ bir dil hâline getirildi. Tercüme yapılırken bir anlamı karşılayan kelime veya bir kaç kelimelik terkipler yetersiz gelince, tarif ve açıklama mahiyetindeki cümlelere ihtiyaç duyuldu. Bunu sadece tercüme işinin müptedileri değil, çok sayıda kitabı ve tercümesi olan ustaları da yaptılar. Sonuçta kitabın asimin yansı kadar hacmi genişlemiş metinler çıktı ortaya.

Dil başka bir dille anlaşılır, tasvir edilir. Bir dilin ifadeleri dengi olan başka bir dilin ifade gücüyle aktarılabilirse ortaya iyi bir tercüme çıkmış olur. Bugün bazı tercümeler Türkçeyle değil “Öztürkçe” denilen kifayetsiz dille yapılmaya çalışılıyor, “öztürkçe” İngilizcenin ifade imkânlarını karşılayacak güce, niteliğe, derinliğe sahip değildir ki bu tercümelerde açıkça görülmektedir.

Türkçe-İngilizce sözlükler 19. yüzyılın sonundan beri mütemadiyen kelime kadrosu küçültülerek hazırlanmaktadır. J.W. Redhouse’ın 1890’da basılan sözlüğü Kitab-ı Meani-i Lehçe (A Turkish and English Lexicon) bugüne kadar yayınlanan Türkçeden İngilizceye sözlüklerin en genişi ve kapsamlısıdır. 1938’de hazırlanmaya başlanan ve 1950’de basılan Redhouse Sözlüğü 60 yıl sonra çıkmış olmasına rağmen ilki kadar geniş değildi. Bu sözlük 40 yıl kadar sürekli basıldı ve sonra yayıncılar Türkiye’deki duruma bakarak yeni bir sözlük hazırlatmayı gerekli gördüler.

Çağdaş
İngilizce-Türkçe Redhouse Sözlüğü 1990’larda hazırlandı ve neşredildi. Bu eser 20. asırda yaşayan Türklerin kullandığı sözlüklerin ne kadar daraldığını açıkça göstermektedir. Müessese bu daralmayı da aşın bulmuş olmalı ki, 2000 yılında Türkçe-İngilizce Redhouse Sözlüğü’nü yayınladı. Önsözde yapılan açıklamada şu bilgiler verilmektedir: “… Çağdaş Türkçe İngilizce Redhouse Sözlüğü’nün yeni baskısıdır, ilk baskıdaki yanlışları düzeltmenin yanı sıra sözlüğe yeni maddeler ekledik ve var olan maddelerin çoğunu genişlettik ya da yeniden yazdık. Bazı maddeleri örneklerle zenginleştirdik.”

İngilizcenin kelime hâzinesi bakımından ilk Redhouse Sözlüğü’nün yayınlandığı 1890’dan bugüne nasıl bir gelişme kaydettiği bütün dünyanın malûmudur. Peki, Türkçe geçen zamanda diliminde neden tersine bir değişime uğramış ve kelime kapasitesi daralmıştır? Bu sorunun cevabını Türkçe konuşan ve yazan herkes düşünmek zorundadır. Eğer dilimizin gelişimi tabiî seyrine bırakılsaydı Redhouse sözlüklerindeki Türkçe kelime sayısı İngilizceden aşağı kalmayacaktı. Bu daralma tercüme kitap okuma zevkimizi yok ettiği gibi okuyucuları da Türkçenin ifade güzelliklerinden mahrum bıraktı.

1940’lardan sonraki seyir
Yol açtığı problemler değerlendirildiğinde Dil Devrimi aracılığıyla devletin, açıkça kendi toplumunun millî değerlerine meydan okuduğunu görüyoruz. Gelinen noktada elimizde etnik temizliğe maruz bırakılan kelimeler, ihtiyaçtan bir süre yaşamasına izin verilenler ve sentetik olarak yapılmış, kabul görme veya yaygınlaşma şansı olmayan Türkçe “sözcük”ler mevcut.

Türkçenin binlerce yıllık müktesebatı etnik temizlik saplantısına kurban edildi. Millî hafızamızı şekillendiren zevk-i selim, hiss-i selim, hayata ve dünyaya karşı geliştirdiğimiz va-rolma tarzımızla birlikte, bunlar kadar önemli olan, kritik anlarda ayakta kalmamızı sağlayan mukavemet üretici değerlerimiz de Dil Devrimi tarzındaki müdahalelerle dönüştürülmek istendi.

Sonradan icat edilen sentetik Türkçe, zihnî işleyişimizi sekteye uğratarak düşünme yeteneğimizi, akıl yürütme gücümüzü zayıflattı. Sonuçta derinliksiz, ifade imkânları fevkalade kısıtlı bir dile mahkûm edildik.

Dil Devrimi’ni müdafaa edenlerin bugün dahi en önemli problemi anlamı ıskalamalarıdır. Bir kelimenin yerine yenisini koymak, eski kelimenin bütün anlam ve derinliğinin aktarılması sonucunu vermez. Kelime tasfiyesiyle -her birine doğru karşılık verilse bile- tam manasıyla olumlu bir sonuç elde edilmesi beklenemez. Çünkü kelimenin manada derinlik ve genişlik kazanması uzun süreli kullanımla mümkündür. Yeni kelimeye bunların olduğu gibi aktarılması ise imkânsızdır.

Acaba 20. yüzyılda milletin dini değiştirilemeyeceği için mi dili değiştirilmek yoluna gidildi? Yine yaşadığımız asırda hiçbir toplumun dili böyle bir ameliyeden geçirilmedi. Üstelik bu uygulama sırasında sadece kelime tasfiyesiyle yetinilmemiş, sözdizimine/ sentaksa müdahale etmek dahi ciddi olarak düşünülmüştü. Türkçenin sentaksının değiştirilmesi fikrinden daha sonra vazgeçildi fakat Nurullah Ataç gibi bazı aşırılar “devrik tümce” sloganıyla Türkçenin sözdizimini bozma yönünde gayretlerini sürdürdüler.
Türkçe ilk yazılı metinlerinden beri birçok dilden kelime almış, fakat cümle yapısını günümüze kadar korumuştur. Eğer sentaks da değiştirilseydi dil devrimi kemâle ulaşmış olacaktı!

“Etnik temizlik” mantığıyla yürütülen Dil Devriminin Rumeli, Kafkasya ve Doğu Anadolu’da yaşadığımız ve ma’şerî (ortak) şuurumuzun derinliklerine işleyen katliamlar, sürgünler ve göçlerden herhangi bir farkı var mıydı? Dil Devriminin sonuçlarına ve lisanımızın mevcut ahvaline baktığımızda hissettiğimiz hüzün ve ıstırap, tarihimize damgasını vuran bu kanlı katliamların uyandırdığı acılara eşdeğerde olmalıdır.

Evlad-ı fâtihandan bir Rumeli çocuğu olan ve doğduğu yerlere hasretini samimiyetle eserine yansıtan Yahya Kemal ünlü “Açık Deniz” şiirinde şunları söyler:
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular
Mahzun hudutların ötesinde akan sular,

Onun sarih olarak ne demek istediği ortada. Fakat bu beyti Türkçe açısından da yorumlayabiliriz.
Türkçe artık mahzun hudutların ötesinde mazimizi, birikimimizi taşıyan gür bir nehir olarak akmaktadır. Lakin o gür nehirde artık Türkçe yazan ve konuşanlar kulaç atamazlar. Çünkü bugünün Türkleri bu gür nehrin çekildiği alanlarda kalan kokuşmuş küçük su birikintileriyle meşguldür.
Dilde etnik temizlik!
Türkçenin kıyımdan geçirildiği 1930’lardan sonra 1945’te Dil Kurumu ilk Türkçe Sözlüğü’nü yayınladı. Bu sözlük Türkçenin kelime kadrosunun nasıl bir etnik temizliğe maruz bırakıldığının açık bir örneğidir. Kendinden önceki umumî Türkçe sözlüklerin en fakiridir ve Cumhuriyet devrinin İlk nesillerinin nasıl dar bir kelime dağarcığına mecbur edildiğini gösterir. Dünyanın hiçbir dilinin lügati böyle geçici bir süre kullanılan teklif nev’inden uydurma kelimelerle doldurulmamıştır.

Umumî bir sözlük o dilin ifade imkânlarını en geniş şekilde ortaya koyacak bir söz varlığına dayanmalıdır. Hâlbuki bizim sözlüklerimizde tercih edilen ifade imkânlarının genişliği değil, sadece seçilmiş dar bir kelime kadrosuyla ifadeye izin verilmesidir.
Bu uygulamalara bakarak bugün daha net bir şekilde, sosyal ve kültürel alana müdahalenin Türkiye’yi içinden çıkılması zor buhranlara sürüklediğini söyleyebiliriz. Sözlüğümüz sınırlanırken zihnî faaliyetlerimiz, bilme ve düşünme kapasitemiz de daraltılmıştır.

Son iki yüzyıllık tarihimizde önce fizikî varlığımız yok edildi, sonra dilimizin ve kültürel unsurlarımızı yok edilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kaldık. Dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak iddiası, yıkıcı uygulamalarla yabancı dillerin istilasına dönüştü. Dil Devrimi (veya inkılâbı) olarak ifade edilen kavramın dünya dillerinde karşılığı bile yoktur. Dil Devrimi mesela İngilizceye her defasında “dil ıslahı/reformu” (language reform) olarak çevrilmekte ve tüm dünyaya böyle takdim edilmektedir.

Dil Devrimi uygulamalarındaki aşırılıklardan zamanla uzaklaşıldı. 1935 yılından itibaren itidal yoluna dönüldü. Bununla beraber aşırılığı ve yıkıcılığı benimseyenlerin tahripleri devam etti. Nitekim daha 15 küsur yıl önce görev yapan Millî Eğitim Bakanlarından biri dilimizin bin yıllık kelimelerini yasakladı. Türkçeyi ve Türk Edebiyatı’nın bin yılını yok sayacak bir müfredat operasyonuna girişti. Eğer o zatın planladıkları hayata geçirilebilseydi, tüm öğretim kademeleri İngilizcenin hakimiyetine bırakılacaktı.

Günümüzde devlet bir taraftan kaypak bir Öztürkçeyi esas alırken öte taraftan da Latince ağırlıklı, Batı dillerinden aktarma kelimelerden oluşan geniş bir sözlük oluşturuyor. Çok yakın zamanda devleti anlayabilmek ve 10 binlerce sayfalık resmî metinleri çözümleyebilmek için Latince, Fransızca veya İngilizce bilmek mecburiyetinde kalacağız.

Anlambilim (semantik) Türkiye’de yürütülen zorlayıcı dil politikalarının neredeyse tamamen dışarıda tuttuğu bir alandır. Dili ve kelimeleri rastgele değiştirerek yeniden kurmak isteyenler, kelimelerin tarih içinde kazandığı anlamlan, cümle içindeki ağırlıklarını, ifade derinliklerini, hassasiyet belirten yönlerini ve bağlantılarını asla dikkate almazlar. Esasında anlamı sürekli ıskalarlar. Böylece anlaşılmak kaygısı çekmeden üst perdeden emredici bir anlatma yolunu seçerler. Böyle hareket edenlere karşı en doğru yaklaşım manayı dilin merkezine yerleştirmektir. DerinTarih
D.Mehmet Doğan,Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı, Türkiye Aile Birliği Yüksek İstişare Kurulu Üyesi t.me/BASINaciklamasi AileHaklari.org t.me/TurkiyeAileBirligi t.me/SectikleriniDenetle
DSÖ ve EŞCİNSEL LOBİLERİN "AIDS" OYUNU
Eşcinsel lobilerin oynadığı oyuna dikkat çeken AileAkademisi Başkanı, Türkiye Aile Meclisi Başkan Yardımcısı, Afyon Kocatepe Üniversitesi öğretim üyesi Mücahit Gültekin, Paul Rondeau, "Selling Homosexuality to America" (Amerika'ya Eşcinsellik Satmak) başlıklı makalesinde ilginç bir bilgi verdiğini belirtti.

Eşcinsel lobilerin “AİDS” oyunu

Bugün 1Aralık Dünya AIDS Günü...
​Bugün AIDS olarak bilinen hastalık, aslında eşcinsel ilişkiler sonucu oluşurken, asıl adı olan GRID de (Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) sonradan eşcinsel lobilerin devreye girmesiyle değiştirildi.

Bugün herkesin, AIDS ismini bilirken pek az kişinin GRID isminden haberdar olduğunu ifade eden Gültekin, halbuki GRID'in, AIDS'in ilk adı olduğunu ifade etti.

Gültekin, "AIDS ilk ortaya çıktığında tıp camiası bu yeni hastalığa GRID (Gay Related Immun Disorder/Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) ismini veriyor. GRID toplumda yaygınlaşmaya başlayınca, halk tedirgin oluyor, eşcinsel hareketin gelişimi yavaşlıyor. Sonra 1980'li yılların başlarında, eşcinsel lobiler devreye giriyor ve tıp camiasına baskı yaparak, hastalığın adını AIDS (Edinilmiş Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) olarak değiştiriyor." ifadelerine dikkat çekti.

Gültekin, "Küresel oligarşi sadece aşımıza, ekmeğimize, tohumumuza değil; hafızamıza da hükmediyor. Bizler, özgür bir şekilde unutup-hatırlayamıyoruz bile. Neyi anımsayacağız ve neyi unutacağız? Bu beyfendiler karar veriyor. GRID tarihten silindi." değerlendirmesinde bulundu.

Gültekin, ABD'li New York Times Gazetesinin 11 Mayıs 1982 tarihli Science Times ekinden Lawrence K. Altman'ın "Yeni Homoseksüel Bozukluk Sağlık Uzmanlarını Endişelendiriyor" başlıklı makalesini paylaşarak söz konusu duruma dikkat çekti.

Makalesinde, Atlanta'daki Hastalık Kontrol Merkez yetkililerinin yaptıkları açıklamayı aktaran K. Altman, bir yıldan az bir süredir doktorlar tarafından bilinen, öncelikle erkek eşcinselleri etkileyen, bağışıklık sistemindeki ciddi bir bozukluğun şimdiye kadar en az 335 kişiyi etkilediğini ve bunlardan 136'sını öldürdüğünü belirtiyor.

Federal Sağlık yetkililerinin de on binlerce "eşcinsel erkeğin" sessizce hastalığa yakalanacaklarını ve bu nedenle potansiyel olarak ciddi rahatsızlıklara karşı savunmasız olabileceğinden endişe duyduklarını duyurduğunu ifaden eden K. Altman, "Dahası, Kaposi sarkomu (deri üzerinde oluşan sistemli bir doku bozulması) adı verilen nadir bir kanser türüne karışan ve sonrasında çok çeşitli ciddi enfeksiyonlar ve diğer rahatsızlıkları beraberinde getiren bu bağışıklık sistemi bozukluğunun bazı heteroseksüel kadınlar ve biseksüel ve heteroseksüel erkekler arasında geliştiği ortaya çıktı." ifadelerine yer veriyor.

K. Altman, makalesinin devamında şunlara dikkat çekiyor:

"Yakın tarihli bir Kongre duruşmasında, Ulusal Kanser Enstitüsü'nden Dr. Bruce A. Chabner, büyüyen sorunun şu anda "tüm Amerikalılar için endişe verici" olduğunu söyledi.

Şimdilik bu bozukluğun nedeni bilinmemekle beraber, araştırmacılar, bağışıklık yetmezliği hastalığı için GRID, eşcinsel kişilerde oluşan bağışıklık yetmezliği hastalığına da A. I. D. diyorlar.

Hastalığın şimdiye kadar 7 ülkenin 20 farklı eyaletlerinde ortaya çıktığı belirtildi. Ancak vakaların ezici çoğunluğu New York şehrinde 158, New York eyaletinde 10, New Jersey'de 14 ve Kaliforniya'da 71 olarak ortaya çıktığı aktarıldı.

Hastalıktan etkilenenlerden 13'ünün heteroseksüel kadın olduğu açıklandı. Hastalığa yakalanan bazı erkeklerinde heteroseksüel olduğu ve esas olarak eroin ve diğer uyuşturucu madde kullandıkları tahmin ediliyor.

Hastalık, daha çok eşcinsellerde görülüyor

Ancak erkekler arasında beliren vakaların daha çok eşcinsel olanlarda meydana geldiği ve özellikle de çok sayıda cinsel partnere sahip olanlarda ya da tanımadıkları kişilerle tek seferlik ilişki yaşayanlarda ortaya çıktığı belirtildi.

Hem Hastalık Kontrol Merkezleri hem de Ulusal Kanser Enstitüsüne göre hastalığın salgın oranına ulaştığı ve mevcut vakaların aslında muhtemel bir "buz dağının gözüken ucu" olduğu söylendi.
Kaposi sarkomu ve fırsatçı enfeksiyonlarla ilgili hastalık kontrol merkezlerini koordine eden federal bir epidemiyolog olan Dr. James W. Curran, Kongre duruşmasında GRID'in "acil bir halk sağlığı ve bilimsel önemli mesele" olduğunu söyledi. Fırsatçı enfeksiyonlar, immünolojik direnci ilaçlar veya hastalık tarafından düşürülenler dışında nadiren hastalığa neden olan enfeksiyonlardır.

Hastalık giderleri ile ilgili bilgi veren Dr. Curran, şimdiye kadar hastane masraflarının hasta başına 64 bin doları aştığını ve eğer bu tür maliyetler tipik ise, ilk 300 vaka için hastane masraflarında tahmini 18 milyon doları aşacağını söyledi.

İmmünolojik saatli bomba: GRID

Uzmanlar şu anda GRID'i bir çeşit immünolojik saatli bomba olarak düşünüyorlar. Bir kere vücuda girdikten sonra, belli bir süre sessiz kalabileceği ve daha sonraki bir tarihte Kaposi sarkomu, fırsatçı bir enfeksiyon, oto-bağışıklık bozukluğu veya bunların herhangi biriyle bir kombinasyonu üretmeye devam edebileceği belirtiliyor.

Ayrıca, hiç kimse bağışıklık bozukluğunun tersine çevrilebileceğinden emin değil. GRID, birçok kronik bozukluğun, steroid ve bağışıklık sistemini baskılayan diğer ilaçlarla tedavisini zorlaştıran immünolojik sistemin başarısızlıklarını andırıyor.

Bağışıklık bastırıldığında, vücut çeşitli sorunlara karşı savunmasız hale gelir, esas olarak nadiren hastalığa neden olan organizmalar tarafından enfeksiyonlanır.

İmmünolojik bastırma derecesi, tıp dergilerindeki makalelere ve uzmanlarla yapılan röportajlara göre, genellikle immünosupresif ilaçlarla tedavi edilen hastalarda gözlemlenenden çok daha büyüktür.

Uzmanlar, geçtiğimiz yaz fark edilen GRID ile ilişkili daha geniş bir bozukluk yelpazesi bulduklarını bildirdiler. Bunlar arasında göz hasarı, deri veremi, I. T. P. (idiopatik trombositopenik purpura), bazı anemi türleri, burkitt lenfoması, dil ve anüs kanserleri dâhil diğer kanser türleri belirlediklerini aktardılar.

Doktorlar ayrıca, ağız ve boğazda sıklıkla bulunan bir mantar enfeksiyonundan kaynaklanan kilo kaybı, ateş ve pamukçuk ile birlikte, vücutta genelleştirilmiş bir lenf bezi şişmesi vakalarını da gördüklerini söylediler.

Şimdiye kadar, uzmanlar durumun insandan insana enflüanza veya kızamık gibi yayıldığına dair hiçbir kanıt bulamamış olsa da, bu tür bağışıklık sistemini çökerten hastalığa türlü nedenlerle bulaşma ihtimaline karşı uyarılarda bulundular.

Kaposi sarkomu ilk olarak 1872'de Romanya'da ortaya çıktı. Yakın zamana kadar, Amerika Birleşik Devletleri'nde, çoğunlukla yaşlı insanlarda, genellikle İtalyan ya da Yahudi kökenli ve immünosupresif tedavi alan hastalar arasında görüldü. Erkeklere bulaşma riskinin kadınlara nazaran 15 kat fazla olduğu belirtildi.

Konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Dr. Lawrence D. Mass, "Yaşam tarzı değişik cinsel karşılaşmalardan oluşan eşcinsel insanlar ciddi bir şekilde yeniden düşünmek zorunda" olduklarını söyledi.

Bağışıklık sistemi bozukluğunun nedenini keşfetmek ve neden olduğu sorunları önlemek için çalışma yürüten New York Üniversitesi Tıp Merkezi'nden Dr. Linda Laubenstein, sendromun önde gelen bir araştırmacısı olduğunu belirterek şimdiye kadar 62 hasta üzerinde tedavi uyguladıklarını aktarıp hastalığı şöyle özetledi: "Bu hastalık kesinlikle iyileşmiyor!"
DSÖ/WHO 17Mayıs 1990 da ‘eşcinsellik akıl hastalığı değildir cinsel tercihtir’ diyerek sapkınlığı teşvik etti.

1Aralık 2021
Mücahit Gültekin AileAkademisi Başkanı Türkiye Aile Meclisi Başkan Yardımcısı

https://t.me/basinaciklamasi

https://facebook.com/groups/ailehaklari/permalink/1213493439172848/

t.me/sectiklerinidenetle

ailehaklari.org

AileAkademisi.org

t.me/ailemeclisi