@BASINAciklamasi
190 subscribers
419 photos
1 video
444 files
3.23K links
#AileyiKoru Teröre Cinayete Darbeye ÇARE: KISAS!
Siyonizm Masonluk KAOS/GLPT FUHŞ içki kumar riba YASAKLANSIN! #önceAHLAK #önceHAK #önceADALET #önceinsan @HakBirr @milliirade @KULHAKLARI @AileHaklari @insanhaklari @TurkiyeSTKBirligi @SectikleriniDenetle !
Download Telegram
7- Özellikle, Mavi Marmara konusunun istinafta olduğu bir zamanda, bu şekildeki bir yaklaşım asla kabul edilemez.. Bu tür saldırı ve tecavüzler devam ettiği sürece görüşmelerin askıya alınması ve konunun islam dünyası ve uluslararası divanlarda görüşülmesi için girişimlerde bulunulması gerekir..
8- Bu saldırılar 2 milyar Müslümana hakarettir ve Türkiyenin şahsında İslam dünyasına karşı bir meydan okuma girişimidir. Bu konu Müslüman halkımızın infialine sebeb olabilir.. Konunun acil bir şekilde ele alınması gerekir..
9- Mescid-i Aksa Müslümanların ilk kıblesidir ve çevresinde bir çok Osmanlı emlaki, vakfı, arazisi bulunmaktadır.
10- Anayasal sorumluluğun gereği olan yasal sorumlulukların yerine getirmeyenler ve getirilmesini engelleyenlerin cezalandırılarak vatandaşlarımızın hak ve hukukunun, aynı zamanda uhdemizde olan hak, hukuk ve sorumluluklarımızın gereğinin ifası ile mukaddes belde, tarihi vakfiyelerimiz ve diğer Müslüman toplulukların hak ve hukuklarının korunması açısından gereğinin yapılmasını
11-Mescidi aksayı ziyarete giden ziyaretçilere karşı kaba davranışlar, dini inançlarının gereğini yerine getirmek isteyen insanlara karşı suçlu muameleri yapılması ve itiraz edenlere karşı kaba şiddet uygulanması, Kabul edilemez bir hukuk ihlalidir..
12 -İsrail askerleri, arkeolojik kazı bahanesi ile Mescidi aksanın altını boşaltarak yıkımı için ne gerekiyorsa yapmaktadır.. Yeraltından çıkan taşlar götürülerek, üzerine eski döneme ait görüntüsü verilerek üzerine ,ibranice yazılar yazılmakta ve sonra eski yerine konulmaktadır.. Mescidi aksanın etrafına yüksek binalar ve tapınaklar inşa edilerek Mescidi Aksa ve Ömer Mescidinin görünmesi engellenmeye çalışılmakta, giriş kapılarında kazı çalışmaları başlatılarak girişler engellenmekte, zaman zaman İsrail askerleri ve beraberindeki fanatiklerle Mescide baskınlar yapılmaktadır. Ayakkabıları ile Mescidi Aksaya giren İsrail askerleri Mescide belli yaşın altındakileri ve hedef seçtikleri kişilerin girmesine izin vermemekte ve belli bölümleri sudan bahanelerle kapatmaktadırlar..
13- Kudüs ve Mescid-i Aksa konusunda gerçek ilgi ve alakanın gösterilmesini
14- Burada dikkat çekici bir diğer hususta, Hilafetin şekli, idari yapısı, görev ve yetkileri, Osmanlıdan aynen devralınmıştır. Dolayısı ile Osmanlı mevzuatındaki Hilafetle ilgili düzenlemeler de aynen geçerlidir. Hilafetin merkezi İstanbul olmakla birlikte yetki alanı itibarı ile Türkiye ile sınırlı bir kurum değil, beynel müslimin bir kurumdur. Dolayısı ile uluslararası hak ve yetkileri vardır ve bütün bu haklar, uluslararası sözleşme ve anlaşmalarla koruma altına alınmıştır. Tüm dünyadaki dini kurum ve dini vakıflar, münhasıran da Kabe, Medinei Münevveredeki Mescidi Nebevi ve Mescidi Aksa hilafetin koruması altındadır.. Bu konuda Osmanlıdan tevarüs eden düzenlemeler ve işin icab ve mahiyeti çok açıktır. Ve bu hak ve sorumluluklar Türkiye Cumhuriyetine aynen intikal etmiştir.. Dini vergilerin toplanması ve dağıtılması da bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir..
Emaneti mukaddesenin halen İstanbulda bulunması da, bu konudaki hak ve sorumlulukların devam ettiğinin bir başka kanıtıdır.. TBMM'nin acilen Hilafet merkezinin işgal edilmemesi için Hindistan Hilafet Fonundan gönderilen paralarla kurulan İŞbankası'ndaki CHP hisselerinin bulunması hukuka anayasaya yasalara aykırıdır. CHP hisselerinin Diyanete veya vakıflara devri gerekir.
Mescidi Aksaya yönelik tehdit ve tecavüzlerin def’inin de bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir..
-Konu ile ilgili olarak bölgeye bir TBMM heyeti gönderilmesini
Yukarıda sayılan ve re’sen tespit edilebilecek benzer fiiller insanlığa karşı suçlar kapsamında olduğundan, 5237 Sayılı Kanunun 13. maddesi uyarınca hangi ülkede kim tarafından işlenirse işlensin, Türkiye Cumhuriyeti Mahkemeleri’nin bu suçların faillerini yargılama yetkisi ve görevi bulunmaktadır.
-Bu konuda hukuki işlemlerin başlatılmasını, TBMM’nin suç duyurusunda bulunmasını, mecliste özel bir oturum yapılmasını ve Meclis Araştırma Komisyonu kurulmasını, İslam İşbirliği Teşkilatında değerlendirilmesini ayrıca uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızın kullanılması talebimizi Bilgilerinize arzeder,saygılar sunarız. 29 Kasım 2019
Adem Çevik,
İYİLİK Uluslararası İnsan Hakları Derneği Başkanı
@AdaletPlatformu @KIBLEplatformu Sözcüsü
t.me/KIBLEplatformu
https://twitter.com/AdaletPlatformu/status/1465365944327360512?t=B7_MGZxKqEjW2wNMN1Tc_g&s=19 t.me/basinaciklamasi
karma egitim raporu 20.meb.doc
857 KB
Paylaş 'karma egitim raporu 20.meb.doc'
karma egitim raporu 20.meb(3).pdf
947 KB
Paylaş 'karma egitim raporu 20.meb(3).pdf'
89Yıldır Şiddete YolAçan #ÇocukHaczi EYS #EbeveynYabancılaştırma #Velayet Sorunu hamdolsun Bugün Çözüldü

inşaallah.. SIRA diğer proplemlerin çözümünde Konuyla ilgili raporları ilgililere ve 1Haziran2018'de Devlet Başkanımıza bizzat kendisine ilettiğimiz konulardan bir kısmı...

TCE
Sapkınlık
İçki
Kumar
Faiz
Zina
Fuhş
Fulbright
6251/6284
GençEvli
NaFaKa/Haps
MalRejim
Şiddet
CEDAW
HÜKÜMETE Partilere,STK'lara,Medyaya
@RTErdogan'a DUA Teşekkür Ederiz

@CocukHaklariDe
Dünya Çocuk Hakları Derneği, @AdaletPlatformu ve
Türkiye Aile Meclisi Başkanı @AdemCevik

https://twitter.com/AdaletPlatformu/status/1465734623581945856?t=k0r35xi1jZGhuV0DbjiN7g&s=09

t.co/aFTQhP3dxV

t.me/cocukhaklari
t.me/milliirade
AileHaklari.org
wa.me/905327036115
t.me/SectikleriniDenetle
Virüsün adı GRiD, kod adı #TCE AiDS HiV sponsoru: DSÖ/WHO
Dünya AiDS/GRiD Eşcinsellik ile Mücadele Günü
Türkiye Aile Meclisi basın aciklamasi
Bugün 1 Aralık Dünya AiDS ile Mücadele Günü. işgale önce beynimizde başladılar algı operasyonu yaptılar. Tıpkı onursuzluk yürüyüşlerine "onur" dedikleri gibi. AIDS'in ilk isminin eşcinsel Hastalığı GRID (Gay Related Immun Disorder/Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) olduğunu biliyordunuz değil mi? Bu sapkınlığı gizlemek teşvik etmek değil mi?
İfsada kelimeler ve harf darbesi ile başladılar, bugün 1 Aralık 1928 Harf darbesi #SOYKIRIM'ın yürürlük yıldönümü. İzzet şeref namus haysiyet onur ahlak âile din tarih gelenek örf gibi kelimelere savaş açarak içini boşalttılar. #önceAile şiariyla hareket eden bizler kelimelerimizi kavramlarımızı diriltmeliyiz. Ailesiz Ahlaksız Cinsiyetsiz toplum operasyonuna karşı elbirliği ile mücadele etmeliyiz bu insanlığımız için VAROLUS SAVAŞIMIZ.
17 Mayıs 1990 da Dünya Sağlık Örgütü Eşcinsel Sapkınlığı akıl hastalığı olarak tanımaktan vazgeçerek sapkınlığı teşvik etmeye başladı.
Sağlık Bakan Yardımcısı Emine Meşe, “2010 yılında HIV pozitif kişi sayısı 539 iken, 2018 yılında bu sayı yedi kat artış göstererek 3 bin 719 olmuştur" demiş.
Aids'li oranı 8 senede 7 kat artmış. Eşcinsel sapkın olanların oranı %4 olduğu iddia ediliyor
Artışın sebebi; 2011'de imzaladığımız İstanbul Sözleşmesi'nin dayattığı #ToplumsalCinsiyetAdaleti veya Eşitliği maskesiyle ve güya şiddeti önleme iddiasıyla halen yürürlükte olan 6284 fitnesi değil mi?
İnternetten, TV'den, basından, okuldan, belediyelerden bulabildiğiniz her yerden Toplumsal Cinsiyet Eşitliği veya adaleti adı altında kadına şiddet numarası ile korumaya eşcinselliğin, gayliğin, lezbiyenliğin ibneligin homoseksüelligin pedefolini ensestin propagandasını yapıyor
CİNSEL ŞİDDETİN ne olduğunu öğrenelim
LGBT/İQPE+ çevrelerdeki bir tartışmanın haberi çıktı.
Konu HIV (yani tedavi altındaki AİDS) Eşcinsel Hastası biri beraber olacağı, yatacağı, cinsel ilişkiye gireceği birine hastalığını haber vermeli mi, vermemeli mi?
Eğer Kanser, şeker, veba ya da bir başka hastalığınız varsa ve doktor tedavisi aldığınızda; hala kanser, şeker veya veba hastasısınızdır. Ama AİDS'li iseniz doktora gidince hastalığınız değişir ismi HIV olur...!
"İyi de bu AIDS'i gizlemek" değil mi?
Feministler HAYIR, vermek zorunda değil iddiasındalar..
Yattığı, cinsel ilişkiye girdiği kişinin HIV'li (AİDS'li) olup olmadığını sormak CİNSEL ŞİDDETtir. diyorlar..
-İyi de GRİD/HIV'li/AİDS'li iken biri ile yatmak neredeyse onu bilerek öldürmek demektir. Bir nevi cinayettir. TCK da da suçtur.
Hani virüs ile mücadele ediliyordu...
Virüs ile mücadelenin yolu içki kumar faiz fuhuş teşhircilik zina kumar sapkınlık yasaklmaktan ve dindersi ahlak dersini mecburi yapmaktan geçer. Siz pozitif ayrımcılık yaparak 3kasim 1839'dan beri gavura gavur fahişeyle fahise demeyi yasaklar iseniz LGBT/İQPE sapkınlığa teşvik vermiş olursunuz dolayısıyla pedefoli zeofoli nekrofoli ve ensest sapkınlığa yol vermiş olursunuz. Türkiye'de ensest ilişkinin cezası yok. Yakın akraba ile evlenmek yasak ama yakın akraba ile zina ensest ilişki serbest... Genç evlilik, çok eslilik yasak ama çok metres/fahise ile fuhuş serbest kanunlar fuhuşu zinayı teşvik ediyor. Zaten bu asgari ücret ile evlenmek mümkün değil. Evlilik yaş ortalaması 30 olmuş çare genç evliliği ve aile kurmayı teşvik etmek. Fuhuşu zinayı önlemenin yolu çok eşliligi yasaklamak değil fahiseligi yasaklmaktan geçer. Sinek öldürmek yerine bataklığı kurutmak gerekir.
Çare Macaristan ve Rusya gibi her ne isim altında olursa olsun başta ToplumsalCinsiyet maskesiyle Eşcinsel sapkınlığ savunmak yasaklanmalı soykırım ve terör suçu kapsamına alınmalı sapkınlığı savunanlara cezai müeyyide uygulanmalı sapkın sivil toplum kuruluşları kapatılmalı mal varlığına el konulmalı işe IMF ye defol dediğimiz gibi DSÖ/WHO DEFOL diyerek başlamalıyız.
Aileyi Nesli Devleti korumak için Allah'a fıtrata savaş açanlara karşı en az namussuzlar kadar cesur olmalıyız. Bunun yolu ToplumsalCinsiyet adaleti/eşitliği maskeli sapkınlığa dur demektir. Gönder/ birey dayatması dan vazgecerek genetigiyle oynanmış aile medeniyetimizi yeniden inşa ihya ıslah etmeliyiz yoksa bu ateş hepimizi yakar ve helâk oluruz âilemiz de neslimiz de devletimiz de yok olur. Biz de bu zulümlere karşı 4 maymunu oynar isek suça ortak olur soykırım suçu işlemiş oluruz
"Aileyi Nesli Devleti korumak için #SapkınlığaDurDe!" imza kampanyamıza destek için dilekcemiz e-devlet üzerinden TBMM ve CİMER'e ulaştırabilirsiniz. 1 Aralık 2021
Âdem Çevik,
@AdaletPlatformu Başkanı, Türkiye Aile Meclisi Sözcüsü
Https://t.me/Basinaciklamasi ailehaklari.org t.me/ailemeclisi
Tel.02124365966 wa.me/905327036115 wa.me/905322033274
#1Aralık1928 #monark #Soykırım! Yıldönümü...
Türkiye YazarlarBirliği Vakfı Genel Başkanı, Türkiye AileBirliği YİK Üyesi mütefekkir D.Mehmet Doğan'ın Dil Devrimi Tahlili:
#DilDarbesi #HarfDarbesi SOYKIRIMdır ve insanlık Suçudur
yenifetih.com/haber/turkiye-aile-birligi-yik-uyesi-tybv-baskani-mutefekkir-d-mehmet-doganin-dil-devrimi-1kasim-tahlili-397#.Yaeb0rHJK9h.twitter
#öncedil #önceAile #önceAhlak https://twitter.com/AdaletPlatformu/status/1466076459433439244?t=uzNfxCLbjnWbB3ZWEhjhqg&s=19 t.me/SectikleriniDenetle HARF DARBESİ ve DİL DARBESİ SOYKIRIMDIR!, İNSANLIĞA, ÜMMETE, MİLLETE, VATANA İHANETTİR ve İNSANLIK SUÇUDUR!
Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı, Türkiye AileBirliği YİK Üyesi mütefekkir D. Mehmet Doğan'ın 1Aralık1928 yıldönümü'nde DİL DEVRİMİ Tahlili https://t.co/Xulhf5PaOW
Dil Devrimi Manevî Bir Soykırım!
Dünya dilleri içinde Türkçe, 20. yüzyılda başka hiçbir dilin maruz kalmadığı bir kıyım ve kırıma uğradı.
Bin yıllık, kendisiyle yüzbinlerce kitap yazılmış alfabesi yasaklandı. Osmanlı bürokrasisinde Fatih Sultan Mehmed dönemine kadar Uygur alfabesiyle yazan bitikçiler olduğu söylenir. 1929 yılından itibaren Türkiye bürokrasisi kendi yazısını unuttu, Latin harfleri ile ifade-i merama mecbur kaldı. “Eski” alfabe ile yazılmış kitaplar dolaşımdan çıkarıldı, kütüphaneler kullanılmaz hâle geldi.

20. yüzyıl devrimler çağıydı. Fakat Türkçe hariç hiçbir dil böylesine tam teşekküllü bir “devrim”e maruz bırakılmadı.

Türkçe konuşan dünyada alfabe değişikliği sadece Türkiye’de yapılmadı. Türk dilli Sovyet topluluklarında da değiştirildi. Hem de iki defa! Önce Latin alfabesine geçirildiler, sonra Kiril. Ne gariptir ki, her birinin Kiril’i farklıydı.

Sovyet sistemi çökünce Türkîler bin yıllık alfabelerine dönmeyi düşünmedi/düşünemedi. Sovyetlerin din karşıtlığı baştan bu alfabeyi “gerici” ilan etmişti. Sovyetler çökmüştü ama yeni “müstakil” devletlerin eski yöneticileri iktidardaydı. Latin alfabesine geçenler oldu, geçmeye çalışanlar da. Kirille yoluna devam edenler de var…

Dil Devrimi olmasaydı harf inkılabı operasyonu yarım kalabilirdi. Kitap katliamı geçmişe yönelikti, kelime katliamı ise geleceğe… Harfleri değiştirerek zihnimizden geçmişi sildik, geleceğimizi ise kelimeleri yasaklayarak tahdit ettik. Edebiyatımıza, düşüncemize, muhayyilemize sınır çektik.

Sözlüğümüzdeki binlerce kelime tard edildi. Şemseddin Sami’nin 20. yüzyılın başında yayınlanan Kamus-ı Türkî’sinde takriben 30 bin kelime vardı. Bu bir el sözlüğüydü. Dil Kurumu’nun ilk genel Türkçe Sözlük’ünde ise kelime sayısı 15 bin! Cumhuriyet döneminin ilk resmî sözlüğü ancak bir mektep lügati mesabesindeydi.

Başka bir ölçü verelim: Vilyam Redhouse Efendi’nin Kitab-ı Meani-i Lehçe’ sinde (A Turkish and English Lexicon) 90 bin madde başı kelime vardı, metin içinde ise 30 bin. Yayın yılı 1890 ve Türkçe Sözlük’ten 55 sene önce… “İlerleme” diye buna denir! Redhouse Efendi önsözde ayrıca elinde daha fazla malzeme bulunmasına rağmen yayıncının acelesi yüzünden tamamı-nı değerlendiremediğini de kaydeder.

20. yüzyılda Türkçe dünya dili olmaya yürüyordu. Batı ile erken temas, Batı dillerinden yapılan tercümeler ve modem ilimlerin öğretimi Türkçeyi bazı hususlarda Arapça ve Farsçanın önüne geçirmişti. 19. yüzyılın sonunda Batı’nın fen ve sosyal bilimlerinde kullanılan terimlere karşılık Osmanlıcaları üretildi. Batı’da kök dil addedilen İncil’in yazımında kullanılan Latince esas alınırken, Osmanlılar ise Kur’an’ın dili Arapçayı esas aldılar. Bu bir medeniyet tercihiydi ve bu kelimeler artık klasik Arapçaya ait değildi.
Millî değerlere düşman bir milliyetçilik olur mu?
Dil Devrimi operasyonu kaba bir milliyetçi ifadeyle ortaya konuldu ve savunuldu: “Arap harfleri” Türkçenin yazılmasına uygun değildi; yeni alfabeyse bu kusurlardan âri ve millîydi. Millîlik kılıfı altında Latin alfabesi göklere çıkartılıyor, yüz yıllardır kullandığımız Araplar, Farslar ve diğer Müslümanların müşterek alfabesi ise “Arap alfabesi” şeklinde öteleniyordu. Eğer bir alfabenin millî olmasının ölçüsü Türkler tarafından kullanılmasıysa İslâmî yazı da bu durumda bize aitti.
Millî edebiyatın en büyük isimlerinden 1920’de genç yaşta vefat eden hikâyecimiz Ömer Seyfeddin’in bir eserinden örnek verelim: Mahcupluk İmtihanı komedisinde yazar, Bîcan Efendi’ye Türkçeden başka dil bilip bilmediği sorusunu sorduruyor. “Kuş dili” cevabının ardından “Yazısı da var mı?” sorusunu ekliyor. Cevabı ise şöyledir: “Türkçe harflerle de yazılır, Latin harfleri ile de.”
Zamanın ünlü gazetecilerinden Falih Rıfkı (Atay) Latin alfabesi komisyonunda bulunmuştu. Meşhur eseri Çankaya’da bu komisyondaki rolünden bahsetmektedir! Dil Devrimi döneminde gazeteci ve milletvekili olarak Çankaya sofrasının müdavimlerindendi. Ömrünün son devresinde Dil Devrimi’yle ilgili kanaatini değiştiren Atay, 18 Mayıs 1935’tarihli Hilal-i Ahmer gazetesinde şöyle yazıyor: “Bundan sonra torunlarınızın anlayacağı bir dille yazacaksınız”.
Falih Rıfkı’nın bu iddialı ifadesini kâğıda geçirdiği günlerde gazeteler süel, kamutay, erkin, erkinlik, danak, durluk, kaytaklık gibi kelimelerle doluydu. Bugün bu kelimeleri değil Falih Rıfkı’nın torunları, üniversitelerin Türkoloji hocaları dahi anlamakta güçlük çekiyorlar. O zamanın gözde kelimelerinin çoğu unutuldu, bazılarının ise anlamlan farklılaştı. O yüzden o günlerde yazılanların tam olarak anlaşılması mümkün değil!
Kültürün tarihîliği, Cumhuriyetçileri kültürel alana müdahaleden alıkoymadı. Dilin tarihîliği de, toplumun malı olması da umursanmadı.

Düşünmek için dile muhtacız. Eğer dil geçmişten devralınan bir yapı olmasaydı, bizden öncekilerin yaptıklarından habersiz hayata sıfırdan başlamak zorunda kalacaktık. İnsan hafızadır. Onu kaybettiğinde sadece bedendir. Bir milletin hafızası dilidir, onun kaybı kitleleri ruhundan yoksun hâle getirir. Kelimelerin değişmesi düşüncemizi etkilemekle kalmaz, toplum hayatını da etkiler.
[alert color=”red”]TIP TERMİNOLOJİSİ, Türkçe yerine Latince!
Türkiye’de Dil Devriminin en hızlı dönemlerinde “Latince kurs” modası vardı. Kursların hedefi “arı Türkçe” “Öztürkçe” olarak gösteriliyordu fakat ne hikmetse Latince dersleri veriliyordu. Türkiye’de modern tıp öğretimi 19. yüzyılda II. Mahmud zamanında başladı (1827). Zamanın padişahı Fransızca başlayan bu öğretimin kısa zaman sonra Türkçeleşeceğini söylemişti. 1850’lerden itibaren Türkçe öğretime geçilmeye başlandı ve 1870’te bu süreç tamamlandı. 19. yüzyılın sonunda Latince terimlerin tümünü karşılayacak Osmanlıca tıp terminolojisi ortaya konulmuştu. Şam’da dahi Türkçe öğretim yapan Tıbbiye açılmıştı. Dil Devrimi sırasında Tıp Fakültesi’nde terminoloji sessizce Latinceye çevrildi![/alert]
Cinnet hali
Öncesi olmayan bir dil ciddi iletişim problemlerine yol açar. Dille inşa edilen edebiyatı, İlmî ve fikrî faaliyetleri imkânsız hâle getirir. Türkiye bunu belli ölçülerde yaşadı. Dilin zorla değiştirilmesi edebiyatın ve ilmin gelişmesini sınırladı. Bugün, 20. yüzyılın başında yazmaya başlamış veya yetişmiş büyük ediplerimizin ölçüsünde güçlü yazarlarımızın olmayışını ancak böyle açıklayabiliriz. Dili baştan yaratmak gerçek ifadesiyle bir cinnet hâlidir.

Hatırlamayı sağlayan, idraki belirleyen dil, geçmişteki tecrübelerin korunmasına yardımcı olur. Kesintiye uğramamış bir dil düşünmeyi objektifleştirir. Dildeki cebrî değişiklikler düşüncemizi belli nispetlerde nesnellikten uzaklaştırır.

Dili, kültürü, değerleri, medeniyet unsurları yok edilen bir millet neden gerekli tepkiyi gösteremedi? Bunun birçok sebebi var. En önemlisi yıkıcılığın “milliyetçi” ve hayırhâh bir ifadeye dayandırılmasıdır.

19. yüzyılda esasında “Müslüman” olarak tanımlanan halklar Balkan ve Kafkasya coğrafyalarından büyük ölçüde sürüldüler. Kültür, inanç, düşünce ve hayat tarzlarıyla birlikte yaşadıkları topraklardan koptular. Müslüman unsurların bu topraklardan temizlenmesi, sırf nüfusla sınırlı kalmadı. Müslümanları ve Müslümanlığı (Osmanlılığı, Türklüğü de denilebilir) hatırlatan her unsur itinayla temizlendi. Bu acı son derece intikamcı, milliyetçi duyguların şiddete dönüşerek dışa vurmasıydı.
Maruz kaldığımız bu sert milliyetçi darbe şuur altımızda çok derin izler bıraktı. Onların dilinden konuşarak, onlar gibi hareket ederek onlara karşı gösteremediğimiz milliyetçi tepki daha sonra içe doğru işleyen, kendini tahrip eden bir toplum mühendisliğine dönüştü.

Dil Devrimi geniş kitlelere bir “Türkçeleşme” veya “öztürkçeleşme” faaliyeti olarak sunuldu. Hâlbuki bu uygulamalar kısa vadede Türkçenin fakirleşmesine, uzun vadede ise yabancı dillerin hâkimiyetine zemin hazırladı.

Yazıyla uğraşmak ister istemez Türkiye’de uygulanan dil siyasetinin sonuçlarıyla karşı karşıya kalmayı gerektirir. Bu hususta her tercih yazarın ifadesinin tesirini, eserinin gücünü, toplum içindeki etkisini tayin eder.

Binlerce yıl içinde teşekkül eden dilimiz 30-40 yıllık müdahale, düzenleme ve baskılarla doğal mecrasından çıkarılmaya çalışıldı. Bu hususta tam manasıyla muvaffak olunmuş mudur? Mutlak bir muvaffakiyet söz konusu değil elbette. Fakat etkisi ne seviyede olursa olsun bu müdahaleler bizi dil, iletişim ve kültürle ilgili ciddî sıkıntılara sokmuştur.
Tercüme mi, tarif mi?
Öztürkçenin sefaletini anlamak için tercümelere bakmak yeterlidir, Mevcut kelimeler yabancı metinleri tercüme etmeye yetmediğinden tarif yoluna gidiliyor, Türkçe bu tercümanların elinde adeta ‘tarifi’ bir dil hâline getirildi. Tercüme yapılırken bir anlamı karşılayan kelime veya bir kaç kelimelik terkipler yetersiz gelince, tarif ve açıklama mahiyetindeki cümlelere ihtiyaç duyuldu. Bunu sadece tercüme işinin müptedileri değil, çok sayıda kitabı ve tercümesi olan ustaları da yaptılar. Sonuçta kitabın asimin yansı kadar hacmi genişlemiş metinler çıktı ortaya.

Dil başka bir dille anlaşılır, tasvir edilir. Bir dilin ifadeleri dengi olan başka bir dilin ifade gücüyle aktarılabilirse ortaya iyi bir tercüme çıkmış olur. Bugün bazı tercümeler Türkçeyle değil “Öztürkçe” denilen kifayetsiz dille yapılmaya çalışılıyor, “öztürkçe” İngilizcenin ifade imkânlarını karşılayacak güce, niteliğe, derinliğe sahip değildir ki bu tercümelerde açıkça görülmektedir.

Türkçe-İngilizce sözlükler 19. yüzyılın sonundan beri mütemadiyen kelime kadrosu küçültülerek hazırlanmaktadır. J.W. Redhouse’ın 1890’da basılan sözlüğü Kitab-ı Meani-i Lehçe (A Turkish and English Lexicon) bugüne kadar yayınlanan Türkçeden İngilizceye sözlüklerin en genişi ve kapsamlısıdır. 1938’de hazırlanmaya başlanan ve 1950’de basılan Redhouse Sözlüğü 60 yıl sonra çıkmış olmasına rağmen ilki kadar geniş değildi. Bu sözlük 40 yıl kadar sürekli basıldı ve sonra yayıncılar Türkiye’deki duruma bakarak yeni bir sözlük hazırlatmayı gerekli gördüler.

Çağdaş
İngilizce-Türkçe Redhouse Sözlüğü 1990’larda hazırlandı ve neşredildi. Bu eser 20. asırda yaşayan Türklerin kullandığı sözlüklerin ne kadar daraldığını açıkça göstermektedir. Müessese bu daralmayı da aşın bulmuş olmalı ki, 2000 yılında Türkçe-İngilizce Redhouse Sözlüğü’nü yayınladı. Önsözde yapılan açıklamada şu bilgiler verilmektedir: “… Çağdaş Türkçe İngilizce Redhouse Sözlüğü’nün yeni baskısıdır, ilk baskıdaki yanlışları düzeltmenin yanı sıra sözlüğe yeni maddeler ekledik ve var olan maddelerin çoğunu genişlettik ya da yeniden yazdık. Bazı maddeleri örneklerle zenginleştirdik.”

İngilizcenin kelime hâzinesi bakımından ilk Redhouse Sözlüğü’nün yayınlandığı 1890’dan bugüne nasıl bir gelişme kaydettiği bütün dünyanın malûmudur. Peki, Türkçe geçen zamanda diliminde neden tersine bir değişime uğramış ve kelime kapasitesi daralmıştır? Bu sorunun cevabını Türkçe konuşan ve yazan herkes düşünmek zorundadır. Eğer dilimizin gelişimi tabiî seyrine bırakılsaydı Redhouse sözlüklerindeki Türkçe kelime sayısı İngilizceden aşağı kalmayacaktı. Bu daralma tercüme kitap okuma zevkimizi yok ettiği gibi okuyucuları da Türkçenin ifade güzelliklerinden mahrum bıraktı.

1940’lardan sonraki seyir
Yol açtığı problemler değerlendirildiğinde Dil Devrimi aracılığıyla devletin, açıkça kendi toplumunun millî değerlerine meydan okuduğunu görüyoruz. Gelinen noktada elimizde etnik temizliğe maruz bırakılan kelimeler, ihtiyaçtan bir süre yaşamasına izin verilenler ve sentetik olarak yapılmış, kabul görme veya yaygınlaşma şansı olmayan Türkçe “sözcük”ler mevcut.

Türkçenin binlerce yıllık müktesebatı etnik temizlik saplantısına kurban edildi. Millî hafızamızı şekillendiren zevk-i selim, hiss-i selim, hayata ve dünyaya karşı geliştirdiğimiz va-rolma tarzımızla birlikte, bunlar kadar önemli olan, kritik anlarda ayakta kalmamızı sağlayan mukavemet üretici değerlerimiz de Dil Devrimi tarzındaki müdahalelerle dönüştürülmek istendi.

Sonradan icat edilen sentetik Türkçe, zihnî işleyişimizi sekteye uğratarak düşünme yeteneğimizi, akıl yürütme gücümüzü zayıflattı. Sonuçta derinliksiz, ifade imkânları fevkalade kısıtlı bir dile mahkûm edildik.

Dil Devrimi’ni müdafaa edenlerin bugün dahi en önemli problemi anlamı ıskalamalarıdır. Bir kelimenin yerine yenisini koymak, eski kelimenin bütün anlam ve derinliğinin aktarılması sonucunu vermez. Kelime tasfiyesiyle -her birine doğru karşılık verilse bile- tam manasıyla olumlu bir sonuç elde edilmesi beklenemez. Çünkü kelimenin manada derinlik ve genişlik kazanması uzun süreli kullanımla mümkündür. Yeni kelimeye bunların olduğu gibi aktarılması ise imkânsızdır.

Acaba 20. yüzyılda milletin dini değiştirilemeyeceği için mi dili değiştirilmek yoluna gidildi? Yine yaşadığımız asırda hiçbir toplumun dili böyle bir ameliyeden geçirilmedi. Üstelik bu uygulama sırasında sadece kelime tasfiyesiyle yetinilmemiş, sözdizimine/ sentaksa müdahale etmek dahi ciddi olarak düşünülmüştü. Türkçenin sentaksının değiştirilmesi fikrinden daha sonra vazgeçildi fakat Nurullah Ataç gibi bazı aşırılar “devrik tümce” sloganıyla Türkçenin sözdizimini bozma yönünde gayretlerini sürdürdüler.
Türkçe ilk yazılı metinlerinden beri birçok dilden kelime almış, fakat cümle yapısını günümüze kadar korumuştur. Eğer sentaks da değiştirilseydi dil devrimi kemâle ulaşmış olacaktı!

“Etnik temizlik” mantığıyla yürütülen Dil Devriminin Rumeli, Kafkasya ve Doğu Anadolu’da yaşadığımız ve ma’şerî (ortak) şuurumuzun derinliklerine işleyen katliamlar, sürgünler ve göçlerden herhangi bir farkı var mıydı? Dil Devriminin sonuçlarına ve lisanımızın mevcut ahvaline baktığımızda hissettiğimiz hüzün ve ıstırap, tarihimize damgasını vuran bu kanlı katliamların uyandırdığı acılara eşdeğerde olmalıdır.

Evlad-ı fâtihandan bir Rumeli çocuğu olan ve doğduğu yerlere hasretini samimiyetle eserine yansıtan Yahya Kemal ünlü “Açık Deniz” şiirinde şunları söyler:
Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular
Mahzun hudutların ötesinde akan sular,

Onun sarih olarak ne demek istediği ortada. Fakat bu beyti Türkçe açısından da yorumlayabiliriz.
Türkçe artık mahzun hudutların ötesinde mazimizi, birikimimizi taşıyan gür bir nehir olarak akmaktadır. Lakin o gür nehirde artık Türkçe yazan ve konuşanlar kulaç atamazlar. Çünkü bugünün Türkleri bu gür nehrin çekildiği alanlarda kalan kokuşmuş küçük su birikintileriyle meşguldür.
Dilde etnik temizlik!
Türkçenin kıyımdan geçirildiği 1930’lardan sonra 1945’te Dil Kurumu ilk Türkçe Sözlüğü’nü yayınladı. Bu sözlük Türkçenin kelime kadrosunun nasıl bir etnik temizliğe maruz bırakıldığının açık bir örneğidir. Kendinden önceki umumî Türkçe sözlüklerin en fakiridir ve Cumhuriyet devrinin İlk nesillerinin nasıl dar bir kelime dağarcığına mecbur edildiğini gösterir. Dünyanın hiçbir dilinin lügati böyle geçici bir süre kullanılan teklif nev’inden uydurma kelimelerle doldurulmamıştır.

Umumî bir sözlük o dilin ifade imkânlarını en geniş şekilde ortaya koyacak bir söz varlığına dayanmalıdır. Hâlbuki bizim sözlüklerimizde tercih edilen ifade imkânlarının genişliği değil, sadece seçilmiş dar bir kelime kadrosuyla ifadeye izin verilmesidir.
Bu uygulamalara bakarak bugün daha net bir şekilde, sosyal ve kültürel alana müdahalenin Türkiye’yi içinden çıkılması zor buhranlara sürüklediğini söyleyebiliriz. Sözlüğümüz sınırlanırken zihnî faaliyetlerimiz, bilme ve düşünme kapasitemiz de daraltılmıştır.

Son iki yüzyıllık tarihimizde önce fizikî varlığımız yok edildi, sonra dilimizin ve kültürel unsurlarımızı yok edilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kaldık. Dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak iddiası, yıkıcı uygulamalarla yabancı dillerin istilasına dönüştü. Dil Devrimi (veya inkılâbı) olarak ifade edilen kavramın dünya dillerinde karşılığı bile yoktur. Dil Devrimi mesela İngilizceye her defasında “dil ıslahı/reformu” (language reform) olarak çevrilmekte ve tüm dünyaya böyle takdim edilmektedir.

Dil Devrimi uygulamalarındaki aşırılıklardan zamanla uzaklaşıldı. 1935 yılından itibaren itidal yoluna dönüldü. Bununla beraber aşırılığı ve yıkıcılığı benimseyenlerin tahripleri devam etti. Nitekim daha 15 küsur yıl önce görev yapan Millî Eğitim Bakanlarından biri dilimizin bin yıllık kelimelerini yasakladı. Türkçeyi ve Türk Edebiyatı’nın bin yılını yok sayacak bir müfredat operasyonuna girişti. Eğer o zatın planladıkları hayata geçirilebilseydi, tüm öğretim kademeleri İngilizcenin hakimiyetine bırakılacaktı.

Günümüzde devlet bir taraftan kaypak bir Öztürkçeyi esas alırken öte taraftan da Latince ağırlıklı, Batı dillerinden aktarma kelimelerden oluşan geniş bir sözlük oluşturuyor. Çok yakın zamanda devleti anlayabilmek ve 10 binlerce sayfalık resmî metinleri çözümleyebilmek için Latince, Fransızca veya İngilizce bilmek mecburiyetinde kalacağız.

Anlambilim (semantik) Türkiye’de yürütülen zorlayıcı dil politikalarının neredeyse tamamen dışarıda tuttuğu bir alandır. Dili ve kelimeleri rastgele değiştirerek yeniden kurmak isteyenler, kelimelerin tarih içinde kazandığı anlamlan, cümle içindeki ağırlıklarını, ifade derinliklerini, hassasiyet belirten yönlerini ve bağlantılarını asla dikkate almazlar. Esasında anlamı sürekli ıskalarlar. Böylece anlaşılmak kaygısı çekmeden üst perdeden emredici bir anlatma yolunu seçerler. Böyle hareket edenlere karşı en doğru yaklaşım manayı dilin merkezine yerleştirmektir. DerinTarih
D.Mehmet Doğan,Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı Başkanı, Türkiye Aile Birliği Yüksek İstişare Kurulu Üyesi t.me/BASINaciklamasi AileHaklari.org t.me/TurkiyeAileBirligi t.me/SectikleriniDenetle