@BASINAciklamasi
199 subscribers
420 photos
1 video
447 files
3.3K links
AileyiKoru Teröre Cinayete Darbeye ÇARE: KISAS!
Siyonizm Masonluk KAOS/GLPT FUHŞ içki kumar riba $ YASAKLANSIN! #önceAHLAK #önceHAK #önceADALET #önceinsan @HakBirr @milliirade @KULHAKLARI @AileHaklari @insanhaklari @TurkiyeSTKBirligi @SectikleriniDenetle!
Download Telegram
Psikanalizim_ İ-WPS Office.doc
39 KB
Paylaş 'Psikanalizim_ İ-WPS Office.doc'
Masonlardan_Aileye_İnsanlığa_psikanalizm_hilesiyle_sahte_peygamberlerle.pdf
250.8 KB
Paylaş 'Masonlardan Aileye İnsanlığa psikanalizm hilesiyle sahte peygamberlerle operasyn.pdf'
Masonlardan Aileye İnsanlığa psikanalizm hilesiyle ve sahte peygamberlerle operasyon!
Türkiye Aile Meclisi Başkan Yardımcısı sosyolog eğitimci stratejist Dr. Abdulkadir Turan: Masonlar Aileye İnsanlığa psikanalizm hilesiyle ve sahte peygamberlerle operasyon çekiyor!
Psikanalizim: İnsanlığa karşı psikoloji!
1990’lı yılların başları… Marksizm fiilen çökmüştü. Milyonlarca Solcu, ideolojik bunalım yaşıyordu. Yakın bir dönemde Fransa için tutulan bir raporda belirtildiği gibi, fikir namına geriye sadece İslamî düşünce kalmıştı.
Solda yer alan pek çok ünlü isim İslam’a, daha doğrusu İslamî çevrelere meylediyor; İslam’ı ve İslamî kesimi tanımaya çalışıyorlardı. Çünkü bir zamanlar seçmen kitlesi yüzde kırkları bulan Sol dünyada fikir artık konuşulmuyor; fikri olanlar içlerini rahatlatacak, kendilerini ifade edecek başka bir ortam bulamıyorlardı.
Söz konusu ünlü isimleri bir bir bulup onları liberal dünyaya çekmek ve ABD veya Avrupa Birliği hizmetinde çalıştırmak pek de güç olmadı.
Geçmişte Sol’da yer alan tanıdık isimler, hızlı bir yön değişikliğiyle liberal-sosyal demokrat karışımına doğru yol aldılar ve her biri kendi fetret döneminin getirdiği tanışıklıkları satışa çıkararak Batı hesabına bir “İslamcılık uzmanı” kesildi.
Üstelik bu eski Solcu militan, yeni İslamcılık uzmanları Batı hesabına sadece bilgilendirme hizmeti vermiyorlardı. Aynı zamanda İslamî kesimlere hitap ederek İslamî kesimi dönüştürme yönünde de bir vazife görüyorlardı. Bunun için Sol ideolojiden sonra çöküşü kârlı bir ekonomik kazanca dönüştürmekte kimse onlarla yarışamadı.
Lâkin mesele birkaç ünlü değildi, milyonlarla ifade edilen Sol cenah, hatta milliyetçi kökenli Sağ cenahın bir kısmı da bunalımdaydı ve hızla İslam’a yöneliyordu. Onların da ünlüleri kısa sürede liberalizme kaydırıldı ama büyük bir kesim açıkta kaldı.
yüzyılda çöken sadece Marksizm değildi. Marksizm, kendi fanatik karşıtlarını da anlamsızlaştırmış, onları da boşluğa atmış, böylece küresel bir ideolojik boşluk doğmuştu. Toplumu kontrol etmek için yeni bir yola ihtiyaç vardı.
Modernizm, reform ve aydınlanmadan başlayarak nasıl oluşmuşsa oluşsun, bugüne kadar konuşulmamışsa da sonraki süreçte hâşâ bir tür çok nebili İsrailîlik gibi dizayn edilmiştir. Bir nebi ölmeden diğeri görev üstlenebilir, biri vefat ettiğinde ise mutlaka görev bir başkasına geçer, böylece süreklilik sağlanır.
Modernizmin ilk safhası, 18. Yüzyılda oluşup 19. Yüzyılda dünyaya yayılan Fransız İhtilali sürecidir, ikinci safhası 19. Yüzyılda oluşup 20. Yüzyılda etkili olan Marksist süreçtir.
Marks, 21. Yüzyılı bulmadan ölmüş sayılır. Yeni yüzyılda modern sürecin kontrolü için onun yerinin mutlaka doldurulması gerekirdi. Oysa neo-liberal isimler seçkinci yapılarıyla kitleleri etkileyip sürüklemekten uzaktılar.
Modern dünya krizdeydi ve bu kez sağ bir isim değil, ölü bir isim çağın hâşâ bir tür nebisi, seküler sahte peygamberi olarak atandı: Sigmund Freud.
1939’da ölen bu Yahudi psikolog tam da Batılı akademilerin arşivlerine mahkûm oluyordu ki tabiri caizse yeniden canlandırıldı ve 21. Yüzyılın bir tür nebisi gibi seçildi.
Görünüşte: Genel olarak beşeri ideolojiler, özelde Marksizm, arkalarında milyonlarca klinik vaka bırakmışlardı da Freudçular, fırsatı kaçırmayıp dünyayı koca bir kliniğe çevirerek parsayı toplamaya yönelmişlerdi. Oysa vaka, o kadar basit değildi. Meselenin arkasında uluslararası bir yapılanma vardı. Freudçuluk, yeni dünyada bir klinik tedavisi hekimliğini aşarak toplumun bütün kesimlerini ilgilendiren bir kültürel dönüştürme aracına dönüşüyordu.
“Psikanalizim” adı altında bir klinik hekimliği olarak vücut bulan Freudçuluk, buna uygun muydu? Evet! Bizzat Freud, klinikçiliği aşmış, kitle psikolojisine el atarak psikiyatri ile ilgili tezlerini toplumları dönüştürüp yönlendirecek bir boyuta taşımıştı.
Kaldı ki tek kutuplu yeni dünyanın yeni bir ideolojiye ihtiyacı yoktu. Tek kutuplu dünyada ihtiyaç duyulan; yönetilebilir, dolayısıyla kitleleşmiş bir insanlıktı.
Bunun için, mümkün oldukça az düşünen, lazım olduğu kadar üreten, meselelere zevk odaklı bakan, örgütlenmeyi bireysel keyfine müdahale gibi görüp ondan tiksinen, bireyci, bencil ve bedeniyle meşgul bir insan tipi talep ediliyordu.
Kökleri insanlık tarihi kadar eski olan zevkperizmi sistemleştiren Freudçuluk, böyle bir insan tipi üretimi için biçilmiş kaftan gibiydi.
Freud’un, Yahudi önderliğindeki modernizm içindeki yeri; psikanalizim kamuflajıyla bütün sevgileri kirletmesidir. Freud, sevgideki masumiyeti tamamen ortadan kaldırmaya yeltenir, bütün sevgileri hatta akla gelebilecek bütün bağları şehevi bir çıkar üzerinden izah etmeye kalkışır. Onun insanlık okyanusunu kirleten bu zehri ile aile, toplum, ulus bütün örgütsel yapılar tiksindirici oluverir.
Kişi, Freud’un etkisine girdiğinde istisna tanımadan, bütün toplumsal bağlarda şehevi bir çıkar düşüklüğü görmek gibi bir kuşkuya kapılır, dolayısıyla her şeyden kuşku duyar, her şeyden nefret eder, yalnızlığa yönelir. Lâkin insan için tek başına kalış imkânsız gibi olunca kişi, toplumsal bağlardan uzaklaşıp yalnızlaşma sürecine girerken Freud’un bilincine yerleştirdiği hislere teslim olup yaşamı zevk-şehvet üzerinden okumaya başlar.
Tek kutuplu dünyanın aradığı yeni insan tipi tam da buydu. İnsanlar, bugüne kadar güçlüler lehine saldırganlığı ile köpek, yük taşımasıyla eşek olarak kullanılmıştı. Sistemin hizmetinde yeteri kadar köpek de eşek de vardı, sistem o türde dilediği kadar devşirme yapabiliyordu.
Bu kez istenen; etinden ve duyarsızlığından kazanç sağlanacak domuz sürüleriydi. Freud, itinalı yaklaşımıyla tam da bu yönde üretimler yapma imkânı oluşturuyordu. İnsan türü “rahatlama” adına helal haram demeden yiyip içecek, şehvetini tatmin edecekti. Ama sisteme yük getirmemek için, nüfus artışını kontrol altında tutacaktı. Bu, düşünsel üretime karşı duyarsız, zevk konusunda ise sınırsız insan tipi, hem ayrıntılı düşünmeyecek, meselelerin arka planını görmeyecek hem de rahatını bozacak hiçbir eğilim içine girmeyecekti. Böylece mevcut dünyaya karşı yeni bir dünya kurmaya asla yeltenmeyecekti.
Eski uygarlıklarda kölenin şehevi yanı kısıtlanarak köle verimlileştirilirdi. Bunun için kabiliyetli uzmanlar çalıştırılıyordu. Yeni dünyada insanın şehevi arzuları azdırılarak insan köleleştiriliyordu, bunun da uzmanı Freud ve Freudçulardı. Freud ve Freudçuların işlevi o idi.
Freud’u canlandırmaya kalkışanlar, işlevlerinin farkındaydılar, meseleye bizzat “zevk/haz/şehvet’” meselesinden başladılar, insanlığın zevkle ilişkisini yeniden araştırarak Freud’u o ilişkinin içinde son büyük isim diye 21. Yüzyılın önderi ilan ettiler. Önceki çağ düşünce çağıydı, yeni çağ zevk çağı olacaktı.
TÜRKİYE’DE PSİKANALİZİM
Takipçilerine göre Freud, “psikanalizim” sözcüğünü ilk kez 1896’da kullanmıştır. Türkiye ise örgütlü psikanalizim ile yaklaşık yüzyıl sonra tanıştı. Bu tanışma, 1994’te “İstanbul Psikanaliz Grubu” adı altında bir derneğin faaliyetiyle başladı.
O süreçte İslamî gelişmelere karşı 28 Şubat’a hazırlık izlenimi veren bir hükümet kurulmuş, SHP-DYP hükümeti ülkede İslâmî hizmetlere karşı kayda değer tedbirler almaya başlamıştı. Diyarbakır ve çevresinde ise Sol örgütün siyasal kanadı toplumu dönüştürecek bir trend yakalamıştı. Ama bütün dünyada olduğu gibi önlemler yetersizdi, İslâmî uyanış özellikle gençlik arasında hızla yayılıyordu. Tesettüre yönelik önlemler, tesettürü azaltmak bir yana daha da yaygınlaştırıyordu.
Psikanaliz Grubu tam da böyle bir aşamada zuhur etmişti. Grup, kuruluş amacını psikanalizimin klinik hizmetlerinin yanı sıra kültürel alanda da var oluşunu sağlamak olarak izah ediyordu. Dolayısıyla topluma açılma ve toplumu dönüştürüp kitleleştirme yönünde açık bir hedefe sahipti.
Araştırmayı yaparken böyle bir hedefe sahip bir grubun, küresel yanını göz önünde bulundurarak, başında bir mason bulunmalı, diye düşündüm. Evet, grubun başındaki genç psikiyatrist, masonlar derneğinin açık bir üyesiydi.
Grup, kuruluşundan itibaren Freud’un hayatını bir nebinin hayatı gibi adım adım takip ederek bir tür kutsayacak ve onun hayatının her aşamasını Türkiye’de psikanalizim lehine değerlendirecekti. Hazırlıklar, ilk anda 1996 yılı için yoğunlaştırıldı. Zira 1996, Freud’un psikanalizim sözcüğünü ilk kez kullanmasının yüzüncü yılıydı. Grubun bütün faaliyetleri bankaların kültüre ayırdıkları ve aslında vergiden kaçırdıkları ekonomik olanakla destekleniyordu. Grup oradan bulduğu destekle yoğun bir faaliyet sürecine girdi, çalışmalarını sistematikleştirdi. Freud’un Salı günü derslerinden ilhamla Salı Toplantıları serisi dahi başlatıldı.
Büyük hazırlıklar ise küresel çaptaydı ve 2006 yılı içindi. Zira küresel yapı, 2006 yılını “21. Yüzyılın Keşfi” sloganıyla “Freud Yılı” ilan etti. Özdeki tema “Freud ve Kültür” olarak belirlendi, dolayısıyla toplumsal dönüşüm merkezli bir çalışma sahası seçildi. Topluma ulaşmak için araç sanat olunca üzerinde durulan diğer bir tema olarak “Psikanalizim ve Sanat” belirlendi.
Bu mahiyette toplum, masonların yapımcısı olduğu diziler üzerinden psikanalizimle tanıştırıldı, okullarda yaygınlaşan rehberlik hizmetleri de ona hizmet etti ve neticede psikanalizim neredeyse her eve girdi.
Psikanalizim, diyalog yöntemi üzerinden hastanın sırlarına vakıf olma ve onları arşivleyip analiz etme yöntemiyle bugüne kadar bilinen en yaygın insan iç dünyası taraması mahiyetindedir. Psikanalistler, birey ve dolayısıyla toplum bilgilerini dünyanın hâkim güçlerine sunma konusunda en verimli grup konumundalar. Sistem; onlar üzerinden insanlığın eğilimini tanımakla kalmıyor, psikanalistlerin günah çıkaran bir rahip ve dert ortağı bir dost rolü üstlenmesiyle aynı zamanda onlar üzerinden insanlığı yönlendirme imkânı da buluyor.
MÜSLÜMANLAR VE PSİKANALİZİM
İslam hem ruh hem akıl ve bedene hitap eder. Müslümanlar, daima ruhu önemsediler, akıl hastalıklarını da ciddiye aldılar. Ne yazık ki peş peşe gelen felaketlerin ardından bu alanlar ihmal edildi.
yüzyılın ilk üç çeyreğinde Müslümanlar düşünsel sorunlar yaşıyorlardı. O günün dünyasında pek çok Müslüman genç, Marksizm’in düşünsel ağırlıklı dönüştürme faaliyetleriyle özünden uzaklaştırıldı. Bugünün İslâmî kesimlerinin önemli bir bölümü, o dönüştürme faaliyetlerinden kendilerini kurtaranlar ya da sonradan ondan uzaklaşanlardan oluşuyor.
Yüzyılın ortalarına doğru Müslümanlar düşünsel donanımlarını yeniden yakaladılar ama bu kez, özellikle Vehhabiliğin Suudi’yi aşıp bütün İslam dünyasında etkili olmaya başladığı süreçte, insanın ruh halleri ihmal edildi, düşünce gelişirken insanın iç dünyası ile ilgili sorunları açıkta kaldı.
Marks, düşünsel olarak ölmeden biz onu yenmiştik. Onun düşünsel ölümüyle ise Marksizm bizim için bir tehdit olmaktan neredeyse tamamen uzaklaştı. Ne var ki imtihan dünyası sürekli diri olmayı gerektirir. Marks’ın yerini Freud aldı ve kendilerini dün Marksizmden koruyan İslâmî kesimin evlatları, bugün Freudçu psikanalizimin tuzaklarıyla yüz yüzedir.
İslam, insanın beden yanını ihmal etmeden onu ruhen yüceltir; insanı, bu yönde kendisini kontrol etmeye çağırır. Psikanalizim, tam aksi yönde bir tutumla ama Marks gibi bağırmadan, slogan atmadan, kulağa fısıldayarak insanı beden yanı üzerinde odaklanmaya sevk eder, insanın kendisine yönelik her tür kontrolünü insanın kendisine zulmetmesi gibi ifade eder ve üstelik, bunu “ruhsal tedavi” gibi bir aldatma ile gerçekleştirir.
Dolayısıyla psikanalist etki, ister dizi izlemek ve roman okumak gibi dolaylı yollarla olsun, ister doğrudan psikanalistleri dinlemek ve okumak yoluyla olsun kişi üzerinde görüldüğünde Müslüman hanesi bir çatışma alanına dönüşüyor. Psikanalizim, bir hekimlik olarak görülünce de ona karşı mücadele etmek güçleşiyor.
Kadim istila orduları atlarla, gemilerle, top ve tüfeklerle gelirlerdi. Marksizm, sloganlarla bağıra çağıra geldi. Psikanalizim, fısıldayarak ve hekimlik kamuflajıyla geliyor.
Psikanalizim, eski hekim kılıklı rahiplerin ya da mason duvar ustalarının sinsiliğinden çok daha kötü bir niyetle evlerimizin içine giriyor ve ruhumuzu tedavi iddiasıyla bizi darmadağın ediyor. Psikanalizim, dine karşı, insanın özüne karşı, aileye karşı bir savaş aracı, psikanalizm bir savaş hilesi olarak kullanılıyor.
Oyun büyük, hile ustalıklı ama çaresiz değiliz yeter ki birbirimize yeniden inanalım ve bir birimize güven içinde düşmanımızın üzerine kuşku ile varalım, ıslahın üzerimize yağdığını göreceğiz
Dr. Abdulkadir Turan, Stratejist, Sosyolog, Eğitimci
Türkiye Aile Meclisi Genel Başkan Yardımcısı, Stratejik Danışma Analiz Merkezi SDAM Başkanı
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI'NA
ANKARA

24.8.2022

TALEB EDEN :ADEM ÇEVİK
Vatandaşlık No:12409824156
Adres: İstanbul Güngoren Merter Mete SK.4/34
Erişim:Tel:0532.703 61 15 ailehaklari.org t.me/ailemeclisleri
Türkiye Aile Meclisi, ANTİGENDER HAREKETİ @AdemCevik
https://t.me/DunyaAileBirligi t.me/SectikleriniDenetle SEDE
KONU :19 Ağustos 2022 tarihli ŞAHSİYETSİZ ve KİMLİKSİZ DEĞİLİM GENDER olmayı ret ediyorum . Kimlik ve Pasaportlarımıza ADEM/HAVVA ingilizce ADAM/EVE yazılmasını talep etmeme rağmen 22 Ağustos 2022'de yeni kimliğimi maalesef cinsiyeti GENDER dayatması yazılarak geldi. Talebim kimliğimin X cinsiyeti olarak kimlik kartında GENDER maddesinde kaydedilmesidir.
Nufus cüzdanımda GENDER şeklinde, biyolojik cinsiyetim yerine, yasalarca korunan ve dezevantajlı bir topluluk üyesi olmakla pozitif ayırımcılığa tabi “Din, Ahlak, Gelenek, Biyolojik cinsiyetten bağımsız bir BİREY” olarak, “Toplumsal Cinsiyet Kimliği”ni ifade eden GENDER yazması sebebi ile, katalog olarak tanımlanan LGBTQI+ dışında, (+) olarak, kendimi değişken ve akışkan bir kimlik tanımı olarak “X” şeklinde tanımlamak istediğimden, konunun incelerek, hakkımda yeni nüfus kimlik kartı düzenlenmesi ve konu ile ilgili olarak haklarımın hatırlanmasına ilişkin talebimle ilgilidir.


AÇIKLAMALAR

1-EK:1’de mevcut nüfus kaydımla ilgili bilgileri arzediyorum. Ayrıca KİM’liğimle ilgili kapsamlı bir TARİHÇE-İ HAYATımı da EK:2’de sunuyorum. Bu biyografi gelecekte, şu gen özellikleri şu kişilerden, şu organları şu canlıdan, düşünce sistemi şu programdan aktarılan bir GENOM diye anılmak istemiyorum. Yasal babası, biyolojik babası, taşıyıcı annesi ve cinsiyet değiştirmiş bir ailenin çocuğu olmak da istemiyorum. Ama oldu bitti şeklinde zorunlu bir tercihle karşı karşıyayım. Arzım bu konu ile ilgilidir.

2-Burada talebime ilişkin beyan edeceğim hükümler, anayasa aykırılığı iddia edilemeyecek, NORM HUKUK statüsündeki, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde açıkça beyan edilmiş, bu hükümler ayrıca yönetmeliklere dönüştürülmüş, yönetmelikler genelgelerle teyid edilmiş, tamim ve talimatlarla da uygulanagelen düzenlemelerdir.
Türki Cumhuriyeti yurttaşları, yakın tarihte ciddi bir toplumsal travma geçirdi. 600 yıl süren Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları kabbalaci sabataist pakrudin masonların dayatması ile Kuran/Ezan yasaklandı Camiler yıkıldı/satıldı. Türkiye İslam Devleti Cumhuriyeti olarak kurulan yeni devlet 10 Nisan 1928'de devletin dini İslam maddesi kaldırıldı dinsizleştirildi laikleştirildi. İslam hukuku yerine hristiyan Katolik laik medeni hukukku aldık İslam hukukunu rafa kaldırdık. Şimdi de son 40 yıldır Ailesiz ahlaksız CİNSİYETDİZ TOPLUM dayatması ile karşı karşıyayız. bir gecede harf devrimi DİL SOYKIRIMI ile okur-yazar olmaktan çıkartıldı, hemde işgalcilerin alfabesi ve dilleri dayatildi. Eğitim sistemi Amerikan Fulbright sömürge eğitim sistemi oldu. dve toplumsal hafıza sıfırlanarak herşey yeniden başlatıldı. Aynı şekilde, yaklaşık 100 yıl sonra tarih tekerrür etti ve insanlşık tarihi boyunca Kabul edilen ve dini bir temele dayanan yaratılış ile ilgili ERİL ve DİŞİL den olan iki cinsiyetten oluşan BİYOLOJİK CİNSİYET “resetlenerek”, “sıfırlanarak” bir gecede toplum cinsiyetsizleştirildi ve “yönelim, eğilim, deneyim ve tercihe dayalı, DEĞİŞKEN ve AKIŞKAN TOPLUMSAL CİNSİYET dayatması ile karşı karşıya geldik.
Bu durum esasen ÖJENİK HAREKET olarak bilinen, Hitlerin “üstün ırk” arayışına sebeb olan, “yaratılış”ı reddeden “Varoluşçu” bir anlayışın ürünü olarak, bu işin temelinde, TANRI ve BİYOLOJİK İNSAN’ı tedavülden kaldırmak isteyen bir hareketin devamı idi.
ABD’nin mevcut hükümeti dış politikasını bu yeni insan tanımına saygıya göre tayin edeceğini açıkladı. DSÖ de bu projeye aktif destek vereceğini açıkladı. Çünkü DSÖ’nün desteek verdiği mRNA projesi aynı zamanda “Gen terapisi” politikasına destek vermektedir.
Bunun nufus kontrolü yanında Öjenik hareket/Üstün insan ırkı projesi ile bu anlamda birlikte ele alındığını göstermektedir. Ülkemizde de Bilişim, Sanayi, Sağlık ve Gıda politikaları ile ilgili stratejik planlar bu anlamda uluslararası sistemle uyum göstermektedir. GENOM projeleri de esasen buna yöneliktir. TRANSHUMANİZM politikası ile uyumlu bir şekilde KLONOİD İNSAN / KİMERİK İNSAN Projeleri de, SENTETİK ET projesi gibi adımlarla meşrulaştırılmaya, TOPLUMSAL CİNSİYET paketi içinde yasal bir zemine oturtulmaya çalışılmaktadır. Bu çerçevede “Amerika Planlı Ebeveynlik Federasyonu” (PPFA) ve “Human Rights Campaign-İnsan Hakları Kampanyası”, LGBTQ ile birlikte seks eğitimini getirmek için koordineli bir kampanya başlatma planlarını açıkladı. Bu çabaların LGBTQ’li BİREY’ler için dijital kaynakları, LGBTQ'yu kapsayan müfredat planlarını ve tüm gençlerin ihtiyaçlarını yansıtan cinsel eğitimin değeri üzerine yenilenmiş ulusal konuşmaları başlatma çabalarını içermesi hedeflendi. Burada umumi manzarayı görmek için, nüfus planlaması yapan, kadınları kısırlaştırmak gibi planları olan PPFA’nın veya Gates ekibinin kadın ve erkek kimlikleri yerine koymak istediği,  Queer ve LGBTQ dolayısı ile İstanbul Sözleşmesi, Lanzarotte, CEDAW gibi sözleşmelerin oluşturduğu yasal zeminde ek protokollerle bu planları hayata geçirme çabaları gözlemlenmektedir.
19. yüzyılın sonlarına doğru insan neslini geliştirme, kalıtsal hastalıklardan arındırmak, yani kısaca insan genlerine müdahale etme hareketleri de başladı. Ve Kısırlaştırma yolları da dahil olmak üzere, 'kontrollü üreme' üzerine onlarca yıllık araştırma, geçen yüzyılın başında, "ana akım bilimi" olarak kabul edilmesi ile modern öjeni hareketi de doğdu. Bugün emrivaki halinde önümüze konulan GENDER projesi esas itibarı ile HİTLER’İN HAYALİ idi. Ve ben BİREY değil, KİŞİ’yim, bir KİŞİLİĞİM var. ŞAHIS’ım, Şahsiyetim var. FERD’im ve FERDEN ve MÜNFERİDEN, icabında MÜŞTEREKEN bu HAKsız, HUKUKSUZsuz dayatmaya HAYIR diyorum ve bu dayatmayı reddediyorum.
Bu anlayışla;
2.1-İSTANBUL SÖZLEŞMESİnden çekilinmiş olsa bile, sözleşmenin bütün hükümleri ve sözleşmeye ek protokollerin tamamı, bugünkü mevcut yasada aynen muhafaza edilmektedir.
2.2-CEDAW zaten daha eski bir sözleşmedir ve yürürlüktedir. Ek protokollerle, İstanbul sözleşmesinin bir çok hükmü aynen BM sözleşmesine aktarılmıştır.
2.3-LANZAROTTE SÖZLEŞMESİnde, TOPLUMSAL CİNSİYET tercihine dayalı kimlik tanımı, 14 yaşına kadar CİNSEL EĞİLİM-YÖNELİM, 14 yaşından sonra DENEYİM ve TERCİH’e dayalı olarak şekillendirilebilmektedir.

3-TERCÜME HATASI İLE RESMİ GAZETEDE YAYINLANAN BİR SÖZLEŞME, ONA DAYALI BİR KANUN VE YÖNETMELİK
Burada konuyla ilgili dikkat çekici bir hususu not ederek konuya açıklık getirmemiz gerekmektedir. Bu. Beyan anı zamanda bir SUÇ İHBARI mahiyetindedir.
3.1-AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUN
Kanun Numarası : 6284; Kabul Tarihi : 8/3/2012; Yayımlandığı Resmî Gazete Tarih : 20/3/2012 Sayı : 28239; Yayımlandığı Düstur : Tertip : 5 Cilt : 52
(NOT: istanbul sözleşmesi ve dayattığı toplumsal cinsiyet eşitliği fitnesinin ve 6284 nolu kanun yasalaşırken TBMM'de geçen cinsiyet eşitliği TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ kelimeleriyle tam 7 yedi defa tahrifat yapılmıştır. Bununla ilgili 22 Şubat 2021′de TBMM, CİMER, Anayasa Mahkemesi ve ist/cumhuriyet başsavcılığına sapkınlığın hamileri resmi evrakta sahtecilik yapan sahtekarlar için 86647 nolu suç duyurumuzun ardından istanbul sözleşmesinden 20 Mart 2021'de çekildik)
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam, Temel İlkeler ve Tanımlar
Amaç, kapsam ve temel ilkeler
MADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.
(2) Bu Kanunun uygulanmasında ve gereken hizmetlerin sunulmasında aşağıdaki temel ilkelere uyulur:
a) Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler, özellikle Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler esas alınır.
Yukarıda görüldüğü gibi, her ne kadar İstanbul sözleşmesi’nden çekilindi ise de, mevcut, mer’i yasanın 1. Bölüm, 1. Maddesi, 2. Paragrafının (a) bendinde yasanın referansı olarak doğrudan ve dolaylı olarak “İstanbul sözleşmesi” adres gösterilmektedir.

Aynı durum yönetmelikte de müteselsilen devam ettirilmektedir. Bu durum Lanzarotte’de de aynı şekildedir:
1.3.2008 tarihli, 26803 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan şekli ile:
6284 SAYILI AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUNA İLİŞKİN UYGULAMA YÖNETMELİĞİ
BİRİNCİ BÖLÜM
Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar
MADDE1 – (1) Bu Yönetmelik, şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınlar, çocuklar, aile bireyleri ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi ile şiddet uygulayan veya uygulama ihtimali olan kişiler hakkında şiddetin önlenmesine yönelik tedbirler ile bu tedbirlerin alınması ve uygulanmasına ilişkin usul ve esasları kapsar.
Dayanak
MADDE 2 – (1) Bu Yönetmelik, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun 22 nci maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.

3.2-Yukarıdakine ilave olarak, doğrudan ve dolaylı olarak, usulüne uygun olarak kabul, yasa ve yönetmeliklerde atıf yapılarak referans gösterilen EK Protokollerin bir kısmını özetle şu şekilde sıralayabiliriz:
Avrupa’da Kadınlara Yönelik Şiddete İlişkin 1450 sayılı Tavsiye Kararı (2000), Kadınlara Yönelik Aile İçi Şiddete İlişkin 1582 sayılı Tavsiye Kararı (2002), Zorla Evlendirme ve Çocuk Evliliklerine İlişkin 1723 sayılı Tavsiye Kararı (2005), Kadınlara Yönelik Şiddet İle Mücadele İçin Birlik Olan Parlamentolara İlişkin 1759 sayılı Tavsiye Kararı (2006), İlaçla Kolaylaştırılmış Cinsel Saldırıya İlişkin 1777 sayılı Tavsiye Kararı (2007), Kadınlara Yönelik Şiddet İle Mücadele İçin Birlik Olan Parlamentolar: Kampanyanın Ara Değerlendirmesine İlişkin 1817 sayılı Tavsiye Kararı (2007), Kadınlara Yönelik Şiddet İle Mücadele: Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ne Doğru konu başlığını içeren 1847 sayılı Tavsiye Kararı (2008), Silahlı Çatışma Durumunda Kadınlara Yönelik Cinsel Şiddete İlişkin 1879 sayılı Tavsiye Kararı (2009), Kadın ve Kızların Kaçırılmasını da İçeren Cinsiyete Dayalı İnsan Hakları İhlalleri ile Mücadeleye İlişkin 1868 sayılı Tavsiye Kararı (2009), Kadınların Öldürülmesine İlişkin 1861 sayılı Tavsiye Kararı (2009), “Sözde namus cinayetleri” İle Mücadeleye Duyulan Acil İhtiyaca İlişkin 1881 sayılı Tavsiye Kararı (2009), Kadınlara Evlilik İçi Tecavüzü de Kapsayan Tecavüze İlişkin 1887 sayılı Tavsiye Kararı (2009), Özellikle Aile İçi Şiddet Görme Riski Olan Göçmen Kadınlara İlişkin 1891 sayılı Tavsiye Kararı (2009) ve Aile İçi Şiddete Şahit Olmuş Çocuklara İlişkin 1905 sayılı Tavsiye Kararı (2010)
Tüm yasa ve yönetmeliklerde, diğer uluslararası İnsan Hakları Belgeleri’ne, özellikle CEDAW’a ve Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne, Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması Deklarasyonu ve Kalkınma Hakkı Bildirgesi referans verilmektedir ve bağlılık vurgusu yapılmaktadır. Kaldı ki bu durum bakanlıkların stratejik belgelerinde de yer almaktadır. Bu çerçevede Pekin’de 1995 yılında yapılan 4. Dünya Kadın Konferansı eylem platformunda ise sözkonusu sözleşmeler çerçevesinde kadının güçlendirilmesi için ulusal mekanizmalar önerilmektedir.
Aynı şekilde Kadının İlerlemesi İçin Nairobi İleriye Dönük Stratejiler ve 1995 yılında gerçekleştirilen BM 4.
Dünya Kadın Konferansı sonucunda kabul edilen Pekin Deklarasyonu ve Pekin Eylem Platformu’nun tam olarak uygulanması amacıyla 59 ülkeden katılımcılarla Haziran 2000’de New York’ta 5 yılda edinilen kazanımlar, karşılaşılan engeller, son 5 yılda Dünya’da meydana değişmelerin kadın gündemine yansımaları ve geleceğe yönelik eylem ve girişimlerin ele alındığı “Kadın 2000: 21. Yüzyıl için Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kalkınma ve Barış (Pekin+5)” başlıklı BM Genel Kurulu Özel Oturumu üye ülkeleri kararlılıklarını teyid eden bir forumdur.

4-BM, AB VE DSÖ BU PROJENİN AKTİF TARAFIDIR VE BU TEHDİT İNSANLIĞA KARŞI GLOBAL BİR TEHDİTTİR
Evet BM, AB ve DSÖ bu projenin aktif tarafidir ve bu tehdit insanliğa karşi global bir tehdittir.
Bu çerçevede, yeni dünya düzeninin başlangıcı Kabul edilen, Mesihin 2.bininci yılı olarak “Millenium” perspektifi ile sun ulan “BM Yeni Bin Yıl Kalkınma Hedefleri Bildirgesi” 2000 yılında kabul edilmiştir. Bildirgede 8 hedef belirlenmiş olup 3. hedef, “Toplumsal cinsiyet eşitliğini teşvik ederek kadının durumunun güçlendirilmesi” olarak ifade edilmektedir.
Kurulduğu 1946’dan beri BM düzenli olarak genel kurul toplantılarında BM Kadının Statüsü Komisyonu’nun UN/WOMEN (BM-KSK), Türkiye’nin de katılımı ile aldığı kararlar hep bu doğrultuda olmuştur. Malesef Türkiye, üyesi olduğu BM’nin kadın-erkek eşitliği konusunda uluslararası düzeyde organize ettiği toplantıların hepsine resmi düzeyde katılarak alınan kararları imzalamıştır.
DSÖ’nün 2005 yılında bu konuda bir monograf yayınladığını görüyoruz. Bu Monografta Toplumsa cinsiyet konusu, “Kadına şiddet” maskesi ile perdelenerek “toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin en açık sonucu olan kadına karşı şiddetle mücadele edilmez ise” önümüzdeki daha uzun bir süre kalkınma hedefine ulaşılamayacağı vurgulanmaktadır.
Bu anlamda “Türkiye’de Kadın Erkek Eşitliği ve Toplumsal Cinsiyet Ayırımcılığının Önlenmesi” ana başlığı ile perdelenen çalışmaları şu şekilde özetlemek mümkündür:
2005: Büyükşehir belediyeleri ile nüfusu 50.000’i geçen belediyelerin kadınlar ve çocuklar için koruma SIĞINMAevleri açmalarının belediyelerin görev ve sorumlulukları arasında olduğuna ilişkin düzenlemenin bulunduğu Belediyeler Kanunu yürürlüğe girdi.
2005: Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu çalışmalarına başladı.
2006: “Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler” konulu Başbakanlık Genelgesi yayımlandı.
Bu çerçevede Pekin 4. Dünya Kadın Konferansı’nın önerileri paralelinde Türkiye’de halen sayıları 15’e ulaşan “Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezleri”nin üniversiteler bünyesinde kurulması da konunun bilimsel yönünün incelenmesi ve savunuculuk aktiviteleri yönünden önemlidir.
Bu kapsamda 2001 yılında Hacettepe Üniversitesi’nde de Rektörlüğe bağlı olarak “Hacettepe Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜKSAM)” kurulmuş olup, Merkezin temel amacı “toplumsal cinsiyet eşitliği” konularında bilimsel çalışmalar yürütmek ve savunuculuk yapmaktır. HÜKSAM kurulduğundan bu yana temel amacına uygun pek çok aktivite gerçekleştirmiş olup, toplumsal cinsiyet ayırımcılığı Dünya Sağlık Örgütü - Avrupa Bölgesi işbirliğinde, Türkiye dahil 7 Avrupa ülkesinde ortak bir şekilde yürütülmüştür. Yürütülen “Sağlık Politikalarının Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlılığı Yönünden İncelenmesi” çalışmasını da yürütmüştür.
Esasen TOPLUMSAL CİNSİYET SÜRECİNİN BAŞLANGICI CEDAW İLE ATILDI. Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi ya da CEDAW 1979'da BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen ve taraf devletlere kadınlara karşı ayrımcılığın tüm biçimlerini ortadan kaldırma yükümlülüğü getiren uluslararası bir sözleşmedir.
LANZAROTTE SÖZLEŞMESİNE GELİNCE, Sözleşme Türkiye tarafından 25/10/2007 tarihinde Lanzarote’de imzalanmıştır. 13 Ağustos 2010 tarihinde TBMM Başkanlığı’na sunulan Sözleşme ile ilgili, Dışişleri, Adalet, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonlarının 567 sayılı Komisyon Raporu ile olumlu görüş sunması üzerine Sözleşmenin Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı oluşturulmuştur. Akabinde, “Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi” 25/11/2010 tarih ve 6084 sayılı Kanunla onaylanmıştır. Sözleşme, Dışişleri Bakanlığının teklifi üzerine, 31/05/1963 tarih ve 244 sayılı Kanunun 3’üncü maddesine göre, Bakanlar Kurulu’nca 18/07/2011 tarihinde onaylanmış ve 10 Eylül 2011 tarih ve 28050 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

5-“GENDER” TANIMININ YASAL DAYANAKLARI VE TARİHİ ARKA PLANI
Bu çalışma kapsamında Türkiye’de Anayasa dahil 1930-Umumi Hıfzıssıha Kanunu, 1957-Nüfus Planlaması Hakkında Kanun, 1961-Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesine Dair Kanun ve 1983- Nüfus Planlaması Hakkında Kanun olmak üzere 5 temel yasa toplumsal cinsiyet duyarlılığı oluşturma yönünde referans olarak kullanılmıştır.
1980 öncesi çıkarılmış olan yasalar toplumsal cinsiyet eşitliğine daha az duyarlı oldukları Gerekçesi ile 2000 sonra geniş ölçüde eleştirilere sebeb olmuş, ek protokollerle takviye edilmiştir. 1983 yılında kabul edilen 2827 sayılı Nüfus Planlaması Kanunu en toplumsal cinsiyete duyarlı “Gender-sensitif” en eski yasa olarak kabul edilmektedir. Bu çerçevede 2. Adım olarak UNFPA tarafından desteklenen Ankara, İstanbul, Diyarbakır ve Mardin’nde, Toplumsal Cinsiyete duyarlı olan 2827 Sayılı Yasa’nın, sağlık personeli tarafından ne ölçüde Toplumsal cinsiyete duyarlı olarak uygulandığı incelenmiş ve yeni yön eylem planları yapılmıştır. İstanbul sözleşmesi sürecinde bu konu GREVIO’nun gözetiminde gerçekleştirilmiş, Merkezi hükümet, yerel yönetim, Akademi, Media, STK ve hemen hemen bürokrasinin tamamı, iktidar ve muhalefet kanatları bu projelere destek vermek zorunda bırakıldı.

6-GENDER, BİYOLOJİK CİNSİYET, CİNSEL EĞİLİM - YÖNELİM VE “TOPLUMSAL CİNSİYET” NEDİR?
Bu konu son yüzyılın ilk çeyreğine doğru en çok konuşulan konuların başında gelmektedir. KAOS GL 1994’de kuruldu. LGBT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, TransGender) kelimelerinden oluşmaktadır ve daha sonra buna bir de (+) eklenmiştir. Şimdilerde bu süreç IQEP+ şeklinde devam etmektedir. LGBT süreci 12 Eylül 1980 darbesi sonrası hız kazandığı görülmektedir.
Cinsiyet (İngilizce SEX) ("cins"), “herhangi bir canlının doğuştan, genetik olarak kazandığı, cinsel üremeye yönelik özelliklerin toplamıdır. Bu noktada anlaşılması gereken, eşeyli üreyen her türe ait her bireyin bir cinsiyeti olduğudur. Cinsiyet, sperm ve yumurtanın birleşmesinden ötürü ve birleştiği anda ortaya çıkan bir unsurdur ve dolayısıyla, bir yavru doğarken mutlaka bir cinsiyet ile doğar.”
“Biyolojik cinsiyet” konusunda 3 farklı cinsiyet tanımı vardır: X-Y kromozomal sistemine uyumlu olarak gelişmiş canlılarda erkekler XY kromozomal kombinasyonu ile doğarlar. X-Y kromozomal sistemine uyumlu olarak gelişmiş canlılarda dişiler XX kromozomal kombinasyonu ile doğarlar. 3. Grubta Ünsa/Hünsa tabir edilen çift cinsiyetli, bir anomali sözkonusudur.
“Toplumsal Cinsiyet” tanımı ile ilgili olarak internet sitelerinde genel olarak şu bilgiler verilmektedir:
“Toplumsal Cinsiyet” kısaca “Gender” olarak tanımlanmaktadır. ”Genel olarak toplumsal cinsiyet, cinsiyetlere toplum tarafından yüklenen fiziksel, biyolojik, zihinsel ve davranışsal karakterlerin tümüdür. Cinsiyet, biyolojik ve genel olarak tüm eşeyli üreyen canlılarda görülen bir kavramken, evrimsel patikasından ötürü insan popülasyonlarında bir de ‘tanımlanmış cinsiyet’ veya ‘toplumsal cinsiyet’ kavramı bulunur. Bu kavramın bazı diğer iri beyinli primatlarda da görüldüğü düşünülmektedir. Kısaca cinsiyet, bir bireyin genlerinden kaynaklı oluşan üreme organları ve özellikleri ile tanımlanan bir olgudur.”
Bu sonuç, malum çevrelerce bir evrim şeklinde değerlendirilerek, “insan türünün biyolojik evrimi sonucunda ortaya çıkan kültürel evriminin bir ürünü” olarak tanımlanmaktadır.
Bu tanıma göre erkeksilik (maskulin) ve kadınsılık (feminen) olarak örgütlenebilir süreçlerdir. Bazı fiziksel özellikler, hareketler, davranışlar toplum tarafından "erkeksi" ya da "kadınsı" olarak tanımlanabilmektedir. Bu çevrelere göre bu yaklaşımların doğrudan biyolojik bir arkaplanı bulunmamaktadır. Üstelik bu ayrım, kültürden kültüre değişebildiği gibi, aynı kültür içerisinde farklı zaman dilimlerinde farklı tanımlar kazanabilmektedir. Yani bunlara göre, cinsiyet Vehbi değil kesbidir. Biyolojik değil, sosyolojik ve psikolojik bir olgudur. Yaratılış ile doğuştan varolan bir durum değil, evrimsel süreçte, kültürel etkilere açık, din, ahlak ve gelenekten bağımsız, eğilim, yönelim, deneye dayalı bir tercih konusudur. Bugünkü yasa yasa düzeni ve resmi uygulamalar, bu kabulü meşru kabul etmektedir.

7-CİNSEL EĞİLİM / YÖNELİM NEDİR?
Cinsel Yönelim (Sexual Orientation) LGBT çevrelerine göre, romantik ve/veya cinsel ilgi ilgili duyumsamadır. Cinsel yönelim, hiçbir cinsiyete ilgi duymama’yı da (aseksüellik) da kapsar. Bu anlamda konu 4 grubda ele alınabilir. Aynı cinsiyete ilgi duyma (eşcinsellik - homoseksüellik), farklı cinsiyetle ilgili (heteroseksüellik), iki cinsiyete de ilgi duyma durumu (biseksüellik), hiçbir cinsiyete ilgi duymama hali (aseksüellik). Ayrıca buna yeni eklemeler de söz konusudur. Mesela tüm cinsiyet ve cinsel yönelimlere ilgi duyma (panseksüellik) veya birden fazla ama spesifik olarak bazılarına ilgi daha fazla ilgi duyma (poliseksüellik) de bu kategoridedir. Son günlerde Hayvanlara cinsel ilgi duyma, Aile içi cinsel ilgi, çocuklara karşı cinsel ilgi, toplumda giderek daha fazla ilgi uyandıran konular arasında bulunmaktadır.
7.1-CİNSEL YÖNELİM KATEGORİLERİ NELERDİR?
Cinsel yönelimle ilgili olarak birçok farklı kategorizasyon geliştirmek mümkündür. Aşağıda bunların olabildiğince kapsayıcı ve güncel bir listesini sunmaya çalışacağız; ancak bunu yaparken "fantezi" olarak tabir edilen seks uygulamalarından doğan kategorileri listemize dahil etmeyeceğiz. Daha ziyade cinsel yönelimin temelini belirleyen kategorileri sunmaya çalışacağız. Geleneksel olarak bu listenin ilk dört maddesi cinsel yönelim kategorizasyonunda kullanılmışsa da, sonradan bu liste giderek genişlemiştir. Aseksüelliğin bir cinsel yönelim olup olmadığı halen tartışılmaktadır.
Düzcinsel (Heteroseksüel): Kendi biyolojik cinsiyetinden olmayan, karşı biyolojik cinsiyetten olan kişilere romantik veya cinsel ilgi duyanlara denmektedir.
Eşcinsel (Homoseksüel): Kendi biyolojik cinsiyetinden olan kişilere romantik veya cinsel ilgi duyanlar bu kategoridedir.
Çiftcinsel (Biseksüel): Hem kendi biyolojik cinsiyetinden olan, hem de karşı biyolojik cinsiyetten olan kişilere romantik veya cinsel ilgi duyanlar,
Cinselliksiz (Aseksüel): Hem kendi biyolojik cinsiyetinden olan, hem de karşı biyolojik cinsiyetten olan kişilere herhangi bir romantik veya cinsel ilgi duymayanlar,
Gri Aseksüel: Seksüellikle aseksüellik arasında bir yerde bulunan, bu iki uç arasında gidip gelen kişiler,
Androfilik (Androphylia): Eşcinsel/düzcinsel tanımına alternatif olarak geliştirilen, erkek/dişi kutupluluğu yerine maskülanite/feminenite kavramlarını yerleştiren, bu tanım çerçevesinde maskülen özelliklere romantik veya cinsel ilgi duyanlar,
Jinefilik (Gynephilia): Eşcinsel/düzcinsel tanımına alternatif olarak geliştirilen, erkek/dişi kutupluluğu yerine maskülanite/feminenite kavramlarını yerleştiren, bu tanım çerçevesinde feminen özelliklere romantik veya cinsel ilgi duyanlar,
Panseksüel (Omniseksüel): Cinsel yönelimi ve cinsel kimliği ayırt etmeksizin her insana romantik veya cinsel ilgi duyan kişiler,
Poliseksüel: Farklı cinsel kimliklere ilgi duyup, hepsine ilgi duymayan kişiler,
Kuir (Queer): Heteroseksüel veya düz cinsiyetli olmayan herkesi barındıran çatıyı ifade eder.
X Kimlik / Kimliksiz (Agender/Neutrois): Kendini herhangi bir cinsel kimlikle tanımlamayan kişiler.
Erdişi (Androgyne/Androgynous): Hem erkek, hem dişilere ait cinsel özelliklere (bunların bir karışımına) sahip olan kişiler.
Bicinsiyetli / Çift Kimlikli (Bigender): Yaşamlarının farklı dönemlerinde kendilerini erkek veya dişi olarak tanımlayabilen, bunlar arasında geçiş yapan kişiler.
Düz Cinsiyetli (Cis/Cisgender): Cinsel kimlikleri biyolojik cinsiyetleri ile örtüşen kişiler.
Akışkan Kimlikli (Gender Fluid): Sadece erkek ve dişilere ait özellikler arasında geçiş yapmakla kalmayıp, diğer kimlikler arasında da geçiş yapabilenlere denir.
Bağımsız/Değişken Kimlikli (Gender Nonconforming/Variant): Kendilerini çok spesifik bir grup altında tanımlamayan, sadece geleneksel toplumsal cinsiyet kalıplarına uymayan kişiler kendilerini bu şekilde tanımlamaktadır.
Sorgulayan (Gender Questioning): Özellikle cinsel kimlik tartışmalarının yaygınlaşması sonrasında toplumun tanımladığı ikili kategoriden fazlası olduğunu öğrenen kişiler, kendi cinsel kimliklerini sorgulama sürecinden geçebilirler.
İkiliksiz (Genderqueer / Non-binary): Çok farklı tercihleri bünyesinde toplayan çatı bir kavramdır. Genelde toplumun ikili cinsel kimlik kalıbına uymayan herkesi ifade ediyor
Kimlik Bükücü (Gender Bender): Cinsel kimlik kalıplarına uymamakla kalmayıp, bunları bilerek çiğnemeyi sosyal bir aktivizm türü olarak benimsemiş kişilerdir.
Pancinsiyetli (Pangender): Erdişi ile benzer bir kavramdır; ancak erdişilere göre cinsiyet karakterleri biraz daha az belirgindir. Kimi zaman "bütün cinsel kimlikler" anlamında, cinselliğin bütün çeşitliliğini öne çıkarmak amacıyla kullanılan bir tercihtir.
3. Cinsiyetli (Third Gender): Kendilerini erkek ya da dişi olarak tanımlamayan, “Diğer” tanımlanmayan grubta yer alan, bunu 3. bir alternatif olarak gören kişilere denmektedir.
Trans Kadın (Trans Female / Male-to-Female / MTF): Biyolojik olarak erkek doğmuş birinin cinsel kimliğinin bu biyolojik cinsiyet ile aynı olmaması ("erkek doğmuş olmaya rağmen kendini kadın olarak hissetme", "erkek bedenine doğmuş kadın olma") hali..
Trans Erkek (Trans Male / Female-to-Male / FTM): Biyolojik olarak dişi doğmuş bir bireyin cinsel kimliğinin bu biyolojik cinsiyet ile aynı olmaması ("kadın doğmuş olmaya rağmen kendini erkek olarak hissetme", "kadın bedenine doğmuş erkek olma") hali.
Üçcinsiyetli (Trigender): Erkek, dişi ve cinsiyetsiz özellikler arasında geçiş yapanlar.

7.2-CİNSEL KİMLİK / CİNSİYET KİMLİĞİ (GENDER IDENTITY) NEDİR?
Kimliklerimizdeki uygulamadaki GENDER tanımının dayandığı mantık şudur:
“Cinsiyetler ve bunların toplumsal karşılıkları, basit birer XX ve XY kromozomu kombinasyonuna indirgenemez. Bir kişinin kendisini dilediği kimlikle tanımlaması anlamına gelen cinsel kimlik kavramını bir BİREYin genlerinden veya toplumdan kaynaklı tanımlardan bağımsız olarak, kendi benliğiyle, kendisinin hangi toplumsal cinsiyet kalıbına uyduğunu belirlemesi veya kendi tanımlarını ifade eder. Bugün bu müracata esas teşkil eden sorun burada yatmaktadır. “
Madem Kadın ve Erkek diye biyolojik cinsiyetten vazgeçtik, burada LGBTQI EP ve + olarak karmaşık bir çeşitlilik sözkonusudur. Bu sistemi kabul etti iseniz, uygulaması nasıl olacaktır?”. Sonuçta KİMLİK, KİM olduğumuzu tayin ve tesbit etmektedir. Gelecekte KİŞİ, KLONOİD, TRANS HUMANİZM ve NEURA LİNK teknolojisi ile ve GEN TERAPİSİ, mental olarak ve BİYOLOJİK İMPLANT teknolojisi ile başka havvanların karması bir MAHLUK’a dönüştürülmeyi de bu anlayışla mümkün kılmak için tehlikeli bir kapı aralanmaktadır.
Görünen o ki, Türkiye “biyolojik cinsiyet”i tedavülden kaldıracak TransHumanizm projesi ile ilgili olarak uluslararası sistemle birlikte hareket etme kararlılığındadır ve bu yönde dijital dönüşüm, gıda, sağlık, İKLİM projelerine Stratejik belgelerde açıkça aktif destek vermektedir.
Aşağıda bu konuda farklı hayvanlar üzerinde denen bir gen manipülasyonunun şemasını sunuyorum. Hayvanlarda yapılan uygulama bu gün hayvancılık sektöründe kullanılmaktadır. Koyun Dolly’nin klonlanması ile başlayan süreç, bu gün çok farklı evrelerde devam ettirilmektedir.



Konu idari ve hukuki açıdan yeni olduğu için bu başvurumu bilgi için, İLGİ, BİLGİ ve GEREĞİ için Cumhurbaşkanlığı, TBMM Başkanlığı, Aile Bakanlığı, CB İnsan Hakları Başkanlığı, Adalet Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Ulaştırma, İehircilik, Sağlık, Gıda-Tarım bakanlıkları TBMM’de grubu olan partilerin grub başkan vekillikleri ile, ilgili bakanlıkların komisyonları ve İnsan Hakları araştırma komisyonu başkanlığına, Dilekçe Komisyonu Başkanlığına da göndermiş bulunuyorum. Yine aynı Şekilde, Diyanet İşleri Başkanlığı ve konuya duyarlı bazı bazı siyasi partileri de bu konuda bilgilendirme gereği duyduğum için kendilerini de bu başvurumdan haberdar etmiş bulunuyorum.
Hakkımdaki bu işlemin makul süre içinde sonuçlanmaması halinde, hukuki yola başvurarak, iç hukuk yollarını tamamladıktan sonra gerektiğinde BM İnsan Hakları Komiserliği ve AİHM’e başvuracağım tabiidir.

8-İSTANBULSÖZLEŞMESİ NEDİR?
Ülkemizde en çok tartışılan, bu konularda ilk akla gelen sözleşme olarak İstanbul sözleşmesi konusunun daha iyi anlaşılması gerekir.
İstanbul Sözleşmesi 1.8.2014’de yürürlüğe girdi. Sözleşmenin taslağı, 7.4.2011'de Strazburg'da Avrupa Konseyi Bakan Yardımcıları'nın 1111. toplantısında kabul edildi. Sözleşme, İstanbul'da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 11.5.2011 tarihindeki 121. toplantısında imzaya açılmıştı. Sözleşme, 11.5.2011'de İstanbul'da imzaya açılmış olması nedeniyle kısaca "İstanbul Sözleşmesi" olarak bilinmektedir ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye, 11 Mayıs 2011'de Sözleşmeyi ilk imzalayan ve 24 Kasım 2011'de parlamentosunda oy birliği ile onaylayan ilk ülke oldu. (ilk kanunu 6284 nolu yasa 8 Mart 2012) Onay belgesi 14 Mart 2012 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine iletildi.
Taraf devletlerin sözleşme kapsamında vermiş oldukları taahhütler, bağımsız uzmanlar grubu olan ve kısaca GREVIO olarak bilinen "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzmanlar Grubu" tarafından izlenmekte ve denetlenmektedir. Türkiye İstanbul Sözleşmesi'nin ilk imzacı devletlerinden olup 24 Kasım 2011'de TBMM'nde 247 vekilden 246’sının kabul oyu, 1 vekilin çekimser oy vermesi ile sözleşmeyi uygun bulan 6251 sayılı kanunu "onaylayarak", parlamentosundan geçiren ilk ülke olmuştur.
20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan 3718 sayılı cumhurbaşkanı kararı sonucunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından sözleşmenin feshedilmesine karar verildi. İstanbul Sözleşmesi'nin 80. maddesi uyarınca taraflardan herhangi biri bu sözleşmeyi feshedebilir. Sözleşmenin feshi, konuya ilişkin bildirimin Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ulaştırıldığı tarihten itibaren üç aylık sürenin bitimini izleyen ayın birinci gününde yürürlüğe girecektir. Bu bağlamda Türkiye, 1 Temmuz 2021 tarihinde sözleşmeden resmen çekilmiş oldu. Ancak bu sözleşmeye dayalı çıkartılan aynı hükümleri içeren yasalar, yayınlanan yönetmelikler, yönerge ve genelgeler, tamimler hala yürürlükte. Ve bu yasaların referansları ise yasa metinlerinde bu sözleşme hükümleri ve Ek protokoller aynen uygulanmaya devam etmektedir. Bu durum bir hukuk garabetidir.
Bu sözleşmenin tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”. Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan bu sözleşme, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini belirleyen uluslararası insan hakları sözleşmesidir. Tarafların sözleşme kapsamında vermiş oldukları taahhütler, az önce belirttiğimiz gibi bağımsız uzmanlar grubu GREVIO tarafından izlenmektedir.