@BASINAciklamasi
196 subscribers
389 photos
1 video
442 files
3.14K links
#AileyiKoru Teröre Cinayete Darbeye ÇARE:KISAS
Siyonizm Kamalizm KAOS/GLP FUHŞ içki kumar riba MASONLUĞU YASAKLA #önceAHLAK #önceHAK #önceADALET #önceinsan @HakBirr @milliirade @KULHAKLARI @AileHaklari @insanhaklari @TurkiyeSTKBirligi @SectikleriniDenetle
Download Telegram
şen tanımlanmış. Bu bileşenler şunlardır:
 
1. Sosyal-duygusal öğrenme becerileri
2. Ahlaki pusula olarak millî ve manevi değerlerimiz: Erdem-Değer-Eylem Modeli
3. Öğretim programlarını zenginleştiren sistem okuryazarlığı
 
Programlar arası bileşenler, insanın kişisel, sosyal, entelektüel ve ahlaki açıdan bütüncül gelişimini sağlamayı hedefleyen yapısıyla öğretim programlarının tamamlayıcısı niteliğinde ele alınmış. Bu yönüyle toplumsal hayatın ihtiyaç duyduğu bilgi ve becerileri kapsayan geniş perspektifli öğretim programlarının özü olarak planlanmış. Öğretim programlarında yer verilen programlar arası bileşenler, öğretim sürecinin dinamik bir yapıda ilerlemesini sağlamakta ve aynı zamanda eğitimin örtük hedeflerini özetlemektedir. Yani ortak değerler, her kademede ve her derste öğrenciye verilecek şekilde tasarlanmış. Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nde programlar arası bileşenler güçlü, çeşitli ve kapsayıcı bir şekilde ele alınmış. Gelişim sürecinin tamamlayıcı ve bütüncül yönünü yansıtan sosyal-duygusal öğrenme becerilerinin gelişimi; toplumun millî ve manevi değerlerinin öğrenciler tarafından içselleştirilmesi; her yaştan insanın sahip olması gereken sistem okuryazarlığı bağlamında farklı okuryazarlık becerilerinin kazandırılması programlar arası bileşenlerin temel hedefi olarak tasarlanmış. Bu anlamda “Erdem-Değer-Eylem Modeli” özgün bir yaklaşım olarak öne çıkıyor. “Adalet-Saygı-Sorumluluk” kavramlarının yer aldığı bu modelin temel dayanağını kendi medeniyet dünyamızın referansları olan millî ve manevi değerlerimiz oluşturmuş ve değerlerin evrensel boyutu da göz ardı edilmemiş. Modelin ana hedefi; eylemlerden değerlere, değerlerden erdemli insana, erdemli insandan ise nihai hedef olan "Huzurlu Aile ve Toplum" ile "Yaşanabilir Çevrede Huzurlu İnsan"a ulaşmak olarak belirtilmiş.
 
Modelin Temel Hedefleri ve Uygulama Basamakları
 
Özet olarak Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nde:
 
• Her öğrencinin kendini tanıması ve keşfetmesine imkân tanınarak ilgi, ihtiyaç, kabiliyetleri ölçüsünde esnek ve özgür öğrenme ortamlarının yaygınlaştırıldığı hak ve gelişim temelli bir öğrenme süreci inşa edilmesi hedeflenmiş.
 
• Türkçemizin öğretimi ve geliştirilmesi temel politika olmak üzere öğretim programlarında Türkçenin öğretimine, doğru ve etkili kullanımına titizlik gösterilmiş.
 
• Bilgi kümeleri ile birlikte kavramsal beceriler, alan becerileri, bu becerileri destekleyen eğilimler ve programlar arası bileşenler çerçevesinde beceri örgüsüne dayalı bir yaklaşım esas alınmış.
 
• Öğretme-öğrenme yaşantıları; öğrencinin aktif ve çevresiyle etkileşim içinde olduğu, öğrenme sorumluluğunu aldığı öğrenme yaklaşımları etrafında şekillenmiş.
 
• Yarıştırıcı ve ayrıştırıcı anlayışlardan uzak, bireysel farklılıkları göz önünde bulunduran farklılaştırılmış öğretim yaklaşımı benimsenmiş.
 
• Öğrencilerin çok yönlü gelişimini destekleyen millî ve manevi değerlerimiz istikametinde oluşturulan Erdem-Değer-Eylem Modeli, sistem okuryazarlığı ile birlikte sosyal ve duygusal öğrenme becerileri programlar arası bileşenler olarak tüm derslerin önemli bir parçası olarak tasarlanmış.
 
• Somut ve gözlemlenebilir öğrenme kanıtlarıyla ölçme ve değerlendirme süreçlerinin daha nesnel ve açık hâle getirilmesi amaçlanmıştır. Süreç ve durum temelli ölçme ve değerlendirme yaklaşımlarına yer verilmiş.
 
• Bilim ve teknolojinin üretici ve yöneticisi olan, dijital yetkinliğe ve hayat boyu öğrenme kültürüne sahip fertler yetiştirmek hedeflenmiş.
 
• Öğrencilerin disiplinler üstü ve disiplinler ötesi deneyimler ile ilgi alanlarını keşfetmeleri, yeteneklerini geliştirmeleri, toplum bilincine sahip aktif vatandaşlar olmaları için okul dışı öğrenme deneyimleri sunan program dışı etkinliklere yer verilmiş.
 
Program, anlamlı ve kalıcı öğrenmeyi sağlamak amacıyla öğrenme sürecine yönelik bazı temel ilkeler belirlemiş. Buna göre programdaki öğrenme sürecinin temel ilkeleri şunlardır:
 
• Öğrencinin aktif katılımını sağlayacak öğrenci merkezli etkinlikler temel alınır.
• Farklı öğrenci ihtiyaçlarını karşılayabilecek esnek ve zenginleştirilmiş öğrenme yaşantılarına dayanır.
Derin öğrenmeyi sağlamak amacıyla anlamlı öğrenme bağlamları içinde gerçekleşir.
• Öğrencilerin bilgi ve becerilerini yapılandırması için araştırma ve sorgulamayı merkeze alır.
• Bilgi, beceri, eğilim ve değerleri birlikte kullanarak bütüncül gelişime odaklanır.
 
Sürecin bir diğer ayağı ise “Okul Temelli Planlama”dır. Okul temelli planlama için belirlenen süre; her ders özelinde, öğretim programlarının üniteler / temalar / öğrenme alanları için ayrılan süre tablolarında belirtilmiş. Bu süreler dâhilinde gerçekleştirilecek okul temelli planlama, özünde sistematik bir yaklaşımı gerektirdiğinden ihtiyaçların net olarak belirlenmesi, bu ihtiyacı giderecek uygun öğretim faaliyetlerinin yürütülmesi ve bu faaliyetlerin etkisine yönelik bir değerlendirme yapılması istenmiş. Okul temelli planlama faaliyetleri, öğretim programından bağımsız olmayıp öğrenme çıktılarına hizmet eden ve beklenen hedeflere ulaşmada öğretmenlere hareket imkânı sağlayan bir alan olarak düşünülmüş. Bu açıdan bakıldığında okul temelli planlama faaliyetlerinin öğrenme programlarının tamamlayıcısı ve destekleyicisi olduğu söylenebilir. Öğretmenlerin yeni modeli uygularken “Öğretim programlarının tüm bileşenlerini amaca uygun bir şekilde öğrenme ortamlarına yansıtabildim mi?”, “Öğretim sürecinde farklı öğrenme profillerine sahip öğrencilere ulaşmak için çeşitli öğretim yöntemleri kullandım mı?”, “Öğrencilerin öğrenme sürecine katılımını teşvik ettim mi?”, “Sınıf yönetiminde öğrenci davranışlarını etkili bir şekilde yönettim mi?”, “Pozitif ve katılımcı bir sınıf ortamı oluşturdum mu?”, “Değerlendirme ve geri bildirimde tanılayıcı, geliştirici (biçimlendirici) ve düzey belirleyici yöntemler arasında denge sağladım mı?”, “Zamanında ve yapıcı geri bildirimde bulundum mu?”, “Değerlendirme sonuçlarını öğretim sürecimi planlamak için kullandım mı?”, “Ders içeriğini öğrenciler için ilgi çekici ve anlamlı hâle getirdim mi?” tarzında sorularla yansıtma yapması da istenmiş. Müfredatın ortak tanıtım metninin son kısmında “Erdem-Değer-Eylem Tabloları”, “Okuryazarlık Tabloları” ve “Sosyal-Duygusal Öğrenme Becerileri Tabloları” verilerek uygulamanın tüm aşamaları somutlaştırılmış.
 
Programlar Arası Bileşenler Olarak "Okuryazarlık" Becerileri
 
Okuryazarlık becerileri, yeni hazırlanan öğretim programlarının kesişim noktası olarak ele alınmış ve bunlara her bir derse ait öğretim programında açık bir şekilde yer verilmiş. Bu kapsamda, "sistem okuryazarlığı" ilk kez müfredata dâhil edilmiş. Sistem okuryazarlığı ile öğrencilerin getirilen herhangi bir konuda öğrenme yöntemini kendisinin belirlemesi, kendi kendine öğrenebilmesi amaçlanmış. Bunun hayata geçirilmesi için dokuz alt okuryazarlık türü de belirlenmiş. Bu okuryazarlık türleri ise bilgi okuryazarlığı, dijital okuryazarlık, finansal okuryazarlık, görsel okuryazarlık, kültür okuryazarlığı, vatandaşlık okuryazarlığı, veri okuryazarlığı, sürdürülebilirlik okuryazarlığı, sanat okuryazarlığı olarak sıralanmış. Okuryazarlık türlerinin, okul öncesinden başlanarak sarmal bir yapı içerisinde öğrenciye kazandırılması amaçlanmış. Bu anlamda “okuryazarlık” başlığı altında metin okumalarının yanı sıra dijital okumaların öğrencilere bir bakış açısı ve estetik duyarlılık kazandırması büyük önem taşıyor. Kullanılacak kaynak materyalin özenle ve dikkatle seçilmesi halinde bu adımın eğitimimize çok şey kazandıracağını söyleyebiliriz.
 
ÖNERİLER/ELEŞTİRİLER
 
Türkiye’nin en zor fakat bir o kadar da çözülmesi aciliyet gerektiren meselesinin eğitim olduğu hususu uzun zamandır dillendiriliyor. Bu sebeple eğitimi tüm yönleriyle ele alıp kolektif bir anlayışla çalışan ve çözümün paradigma değişikliğinde yattığını bilen tecrübeli kadrolara ihtiyaç vardı. Konu “Milli Eğitim” olduğunda liyakatten taviz verilmemelidir. Bu anlamda eğitimin başına getirilen bir Bakan’ın eğitimin içinden gelen, tecrübeli ve ufuk sahibi kadrolarla çalışması zorunludur. Yirmi yıldır eğitimde kemiyet olarak ileri gitmemize karşın keyfiyet noktasında başarı sağlanamamasının arkasında bu hakikatin ihmal edilmesi yatıyor. Sayın Bakan’ın göreve başladığı ilk günden itiba
ren eğitimde paradigma değişikliğine işaret etmesi bizleri umutlandırmıştır. Fakat şunun da farkındayız ki yapılacak her değişiklik belirli kanunların çerçevesini aşmamak zorundadır. Açıklanan müfredatın bu hassasiyet de gözetilerek yapılabilecek olanın en makul hali olduğu görülüyor. Yeni müfredatta milletin uzun zamandır talep ettiği değişiklilerin kısmen karşılandığını söyleyebiliriz. İletişim çağında çocuklarımızın durumunu yeni bir gerçeklik çerçevesinde ele almak ve bu yeni gerçekliğin getirdiği zorlukları karşılayacak değer kodlarını eğitim sistemimize dâhil etmek gerekiyordu. Sayın Bakan’ın açıkladığı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” başlıklı yeni müfredatı işte bu gerekliliğin ilk adımı olarak görüyoruz. Bu kritik adım sadece bugünü değil yarınımız olan nesilleri yani “Türkiye Yüzyılı”nın alt yapısını da inşa edecektir. Bu noktada kaybedecek tek bir saniyemiz yoktur. Bu sebeple açıklanan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” başlıklı yeni müfredatı eğitim sistemimizin yerli ve milli anlayışa kavuşmasındaki önemli bir adım olarak görüyor ve bu adımı destekliyoruz.
 
Pek çok olumlu yönü bulunmasına rağmen yeni müfredatın bir takım önemli ve telafisi zor eksikleri bulunduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Özellikle Okul Öncesi ve İlkokul 1-2-3 müfredatında belirgin şekilde seküler eğitim anlayışının yer aldığını üzülerek belirtmeliyiz. Atalarımızın “Ağaç yaşken eğilir” sözüne kulak verecek olursak Okul Öncesi ve İlkokul müfredatında büyük bir eksiklik olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Biz de sürece katkı sunmak amacıyla İki bin sayfayı bulan yeni müfredata dair tespitlerimizi ve önerilerimizi paylaşmak istiyoruz:
 
1- Yeni müfredatın tüm kesimler tarafından incelenebilmesi için bir haftalık erişim süresi uzatılmalı ve makul öneriler dikkate alınmalıdır.
 
2- Yeni müfredatın felsefesi, amaç ve hedefleri oldukça açık ve beklentileri karşılayacak düzeyde olsa da eğitimin kaynak metinleri olan ders kitaplarının da hedeflerle uyumlu şekilde yazılması büyük önem taşımaktadır.
 
3- Eğitimin sahadaki uygulayıcıları olan öğretmenlerin yeni müfredata ilişkin bilgilendirilmesi, hizmetiçi eğitimler yoluyla yeni müfredatın ruhunu kavramaları sürecin sağlıklı şekilde devamı için zorunludur.
 
4- Eğitimin kalitesinin artırılması ve istenen hedeflerin gerçekleşmesi öğretmen kalitesinin artmasıyla mümkün olabilir. Bu sebeple üniversitelerin öğretmenlik programlarının yeni müfredatla uyumunun sağlanması ve öğretmenlik bölümlerinde kontenjanların düşürülmesi gereklidir. Bu amaçla öğretmenlik bölümleri için tavan başarı sıralaması düşürülmelidir.
 
5- Geleneksel eğitimimizin önemli bir yöntemi olan “tekrar” hususu yeni müfredata dâhil edilmelidir. Milletimizin temel kodlarını oluşturan belirli konular, isimler, olaylar her düzey ve kademede tekrar edilerek öğrencilere kazandırılmalıdır. Örn: İstiklal Marşı, “Çanakkale Şehitlerine” şiiri, Şeyh Edebali’nin “Ey Oğul” metni, Arif Nihat Asya’nın “Bayrak” şiiri, namaz sureleri ve duaları, 32 farz, Ömer Seyfettin’in hikâyeleri vb.
 
6- Okul Öncesi müfredatta değerler eğitimine daha geniş yer verilmelidir. Bu sebeple “Alan Becerileri” kısmına “Değerler Eğitimi” veya “Dinimizi Öğreniyoruz”, “Peygamberimizi Öğreniyoruz” dersleri konulmalı ve bu dersler alan öğretmenleri tarafından verilmelidir.
 
7- İlkokul 1-2-3. Sınıflarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi konulmalı ve bu dersler alan öğretmenleri tarafından verilmelidir.
 
8- Okul Öncesi müfredatta yer alan “Jimnastik, dans ve hareket etkinliklerinde ritmik beceriler sergileyebilme” (s.78,155,163,164,181,231,286,288,290,291), “Bireysel/eşli dans etkinliklerine katılır.” (s.79), “Bireysel veya birlikte hareket/dans çalışmalarında aktif rol alır.” (s.104) aktivitelerinin müfredattan çıkarılarak yerine geleneksel çocuk oyunlarımız, geleneksel milli sporlarımız ve geleneksel halk oyunlarımız konulmalıdır. Bu tür aktivitelerin çerçevesi net bir şekilde belirlenmeli ve müzik olarak Türk halk müziği kullanılmalıdır.
 
9- Yeni müfredatta yer verilen atölye çalışmaları, okul dışı öğrenme çalışmaları, laboratuvar dersleri vb. aktiviteler için her okulda imkân
bulunamaması eğitimde eşitlik ilkesini zedeleyebilir. Bu anlamda müfredatta yapılması istenen bu tür çalışmalar için zorunlu olan eğitim ortamlarının sağlanması gereklidir.
 
10- Okul Öncesi ve İlkokul 1-2-3 müfredatında müze ziyaretleri yer alıyorken tarihi, kültürel, dini mekân ziyaretlerinin yer almaması büyük bir eksikliktir. Çocuklar küçük yaşlarda cami, imaret, türbe, külliye gibi yerleri görmelidir. Küçük yaşlarda verilmeyen değerlerin ileri yaşlarda verilmesi daha da zordur.
 
11- Okul Öncesi eğitimde “yılbaşı kutlaması”, “Noel ağacı” gibi aktiviteler kaldırılmalıdır. Okul Öncesi ve İlkokul müfredatında sadece dini ve milli bayramlarımıza ve geleneksel kutlamalarımıza yer verilmelidir.
 
12- Üzülerek belirtmeliyiz ki yenilenen Okul Öncesi müfredatta çocuklarımıza tarih şuuru aşılayacak neredeyse hiçbir etkinlik bulunmamaktadır. Okul Öncesi ve İlkokul müfredatında yer alan drama etkinliklerinde tarihi kahramanlarımıza, Osmanlı Padişahlarına, tarihi şahsiyetlerimize yer verilmelidir. Bu çalışmalar açık şekilde çerçevesi belirlenerek müfredata eklenmelidir. Örn: Seyit Onbaşının Azmi, Başını Vermeyen Şehit, Mohaç Kahramanları, Osmangazi’nin Rüyası, Dedem Korkut, Nasreddin Hoca Fıkraları vb.
 
13- Okul Öncesinin 392 sayfalık yeni müfredatında temel aidiyetimiz olan Müslümanlık, İslam, Peygamber, Kuran-ı Kerim, namaz, oruç vb. kelimeler bir defa bile geçmemektedir. Bu çocuklar Müslüman anne-babaların çocukları olduğuna göre, bu çocuklar Müslüman olduğuna göre müfredatta bağlı oldukları dine dair konuların yer almaması büyük bir eksikliktir. Müfredatta yer alan değerler hümanist bakış açısıyla (dini değerlere dayandırılmadan) yansıtılmıştır. Bu haliyle Okul Öncesi müfredatında verilmek istenen değerler kökü olmayan ağaca benzemektedir. Oysa çocuklarımızın küçük yaşlarda dinlerini, peygamberlerini, kitaplarını öğrenmesi milli varlığımızın devamı için zorunludur.
 
14- Okul Öncesi müfredatının “Fen Alanı” bölümünde evrim teorisi “Hayat Döngüsü” adı altında ele alınmıştır. İsmi değişse de verilen bilgiler evrim teorisinin spekülatif bilgileri olduğu için çocuklarımızın seküler kafa yapısıyla yetişmesine sebep olacaktır.
 
15- Okul Öncesi müfredatının “Sosyal Alanı” bölümünde “Farklı toplumların özel gün, yemek, giysi, müzik gibi kültürel özellikleri hakkında sorular sorar.” (s.285) alt öğrenme başlığı eklenmiştir. Yeni Müfredatta çocukların kendi dinlerine ve geleneklerine dair tek bir kelime yokken farklı toplumların özel günlerinin ve kültürlerinin öğretilmesi telafisi zor sonuçlar doğuracaktır.
 
16- Yeni müfredatın 3-4-5-6-7-8. sınıflar Fen Bilgisi müfredatında evrim teorisi “Yaşam Döngüsü” adı altında (s.25) ele alınmıştır. İsmi değişse de verilen bilgiler evrim teorisinin spekülatif bilgileri olduğu için çocuklarımızın seküler kafa yapısıyla yetişmesine sebep olacaktır.
 
17- Yeni müfredatın 4-5-6-7-8. sınıflar Din Kültürü alanında namaz duaları ve sureleri hakkında bilgi verilmişken(anlamı, nerelerde okunduğu vs) bu surelerin ezberlenmesine dair kayıt bulunmamaktadır. Oysa bu duaların küçük yaşlarda öğrenilmesi çocuklarımıza büyük bir güvenlik ve huzur alanı sağlayacaktır.
 
18- Yeni müfredatın 4-5-6-7-8-9-10-11-12. sınıflar Din Kültürü alanında önceki müfredata göre konular, öğretme yöntemleri, yaklaşımlar, yorumlar, örnekler ve etkinlikler bakımından fazla değişiklik olmadığı görülüyor. Oysa müfredatın en önemli derslerinden biri olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi için çağın gereklerine uygun değişiklikler yapılması gerekiyor. Örn: “Transhümanizm”, “Eşcinselliğin dindeki durumu”, “Cinsel Eğilimler”, “Dijital dünyada haram ve helaller”, “metavers” vs.
 
19- Yeni müfredatın 9-10-11-12. sınıflar Din Kültürü alanında namaz duaları ve surelerine yer verilmediği gibi ibadetler konusu sadece 9. sınıfta toplu olarak kısa şekilde ele alınmış. Oysa temel ibadetler olan namaz-oruç-zekât konuları her kademede ele alınmalı, namaz duaları/sureleri ezberletilmeli ve bu konular tekrarlanmalıdır. Çocuklarımızın dinin temeli olan namazı her yönüyle öğrenmesi millet olma vasfımızın sigortasıdır. Çünkü Allah’la bağı olmayan, ahire
t inancı olmayan bir insandan vatanseverlik, sabır, merhamet, cömertlik, mütevazılık, yardımlaşma, erdem gibi hasletleri beklemek çölde su aramaktan farksızdır.
 
20- Yeni müfredatın 9-10-11-12. sınıflar Biyoloji müfredatında evrim teorisi “adaptasyon” adı altında (s.16) ele alınmıştır. İsmi değişse de verilen bilgiler evrim teorisinin spekülatif bilgileri olduğu için çocuklarımızın seküler kafa yapısıyla yetişmesine sebep olacaktır.
 
21- Yeni müfredatın 4-5-6-7. Sınıflar Sosyal Bilgiler alanında liseye hazırlık anlamında tarihte kurulan Türk devletleri hakkında bilgi verilmesi gereklidir. Sadece bir ünitede Osmanlı Devleti hakkında bilgi verilmesine karşın Selçuklu Devleti, Anadolu Selçuklu Devleti ve öncesine dair hiçbir bilgi verilmemesi çocuklarımızın tarihinden kopuk yetişmesine sebep olacaktır.
 
22- Yeni müfredatın 9-10-11. sınıflar Tarih dersi alanında Selçuklu Devleti, Karahanlılar, Gazneliler gibi büyük devletler “Türkistan’dan Türkiye’ye (1040-1299)” başlığı altında tek bir üniteye sıkıştırılmış. Bugünün Türkiye’sine temel oluşturan bu devletlerin ayrı ayrı ve geniş olarak ele alınması çocuklarımızda tarih şuuru oluşması bakımından gereklidir. Yeni müfredatta sadeleştirme yapalım derken tarih dersinin yarısının tasfiye edildiğini söyleyebiliriz. İslam Tarihi’nin çok kısa şekilde ele alınması müfredatın aksayan bir diğer yönünü oluşturuyor.
 
23- Yeni müfredatın 1-2-3-4. sınıflar Türkçe dersi alanında Türkçe’nin yapı taşı sayılan temel isimlere ve metinlere değinilmemesi önemli bir eksikliktir. Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Hashacip, Edip Ahmet Yükneki, Ahmed Yesevi, Yunus Emre gibi Türkçemizi inşa eden isimlere müfredatta yer verilmelidir. Çocuklarımız küçük yaşlarda bu isimlerle tanışmalıdır.
 
24- Türkçe’ye büyük önem verildiği vurgulanan yeni müfredatta yabancı kelimelerin fazla olması bir çelişki oluşturmaktadır. Argümantasyon, analitik, infografik, ünite, diyagram, performans, tema, ekoloji, argüman, organizasyon, motif, materyal, dans, ritmik gibi onlarca yabancı kelimenin başlık olarak kullanılması bu çelişkinin kaynağını oluşturmaktadır. Başlıkların yanı sıra ana metinde yüzlerce yabancı kökenli kelime kullanılması dikkat çekicidir. Bu durum Sayın Bakan’ın Türkçe hassasiyetine karşın müfredatı hazırlayan isimlerin bu hassasiyeti paylaşmadığını göstermektedir.
 
25- Yeni müfredatın 9-10-11-12. sınıflar Türk Dili ve Edebiyatı alanında bölümlerin “Sözün İnceliği”, “Anlam Arayışı”, “Anlamın Yapı Taşları”, “Dilin Zenginliği”, “Sözün Ezgisi”, “Kelimelerin Ritmi”, “Dünden Bugüne”, “Nesillerin Mirası” gibi soyut başlıklar halinde tasarlanması Türk Edebiyatı tarihinin bütünlüklü şekilde öğrencilere aktarılamaması riskini taşımaktadır. Bu sebeple bölüm başlıklarının somut bir gerçekliğe (bir isme veya esere) işaret ederek tasarlanması öğrencilerin kavram haritasının sağlıklı oluşmasında etkili olacaktır. Örn: Türkçenin Süt Dişi/Yunus Emre, Divan Şiirinin Zirvesi: Bâki, Dilde Sadeleşme: Namık Kemal-Şinasi, Modern Türk Şiirinin Altın Dönemi: İkinci Yeni vb.
 
26- Yeni Müfredat temel felsefesi, amaç ve hedefleri ile uygulama basamakları, içerik ve yöntemleri bakımından çelişen bir yapı izlenimi vermektedir. Müfredatın felsefesi yerli ve milli bir izlenim bırakırken müfredatın uygulama basamakları ve içeriği seküler ve batıcı bir izlenim vermektedir.
 
27- Yeni müfredatın asıl tamamlayıcı unsuru ders kitapları olacaktır. Bu sebeple yeni kitapların mümkün olduğunca yeni isimler tarafından hazırlanması yerinde olacaktır. Aksi halde madde planında değişiklik var görünse de mana planında hiçbir değişiklik gerçekleşmeyecektir.
 
28- Yeni müfredatta “Erdem-Değer-Eylem Modeli” esas alınmışsa da bu durum daha çok ortaokul ve lise kademesinde belirgin şekilde görülebilmektedir. Okul Öncesi ve İlkokul kademesinde ise bu değerlerin minimum düzeyde verildiğini söyleyebiliriz. Bu durum müfredatın mottosu olan “Köklerden geleceğe” iddiasını slogan seviyesine düşürme tehlikesi taşımaktadır.
 
29- Müfredatın yeniliklerinden olan “Program Dışı Etkinlikler” ile “Okul Temelli Planlama” faaliyetlerinin çerçevesinin dikkatli şekilde belir
lenmesi ve kötü emeller için kullanılmasının önünün kapatılması elzemdir.
 
30- Yeni müfredat bu eksikleriyle uygulamaya konulacak olursa olumlu bir güncellemeden öteye gidemeyecektir. Oysa milletin beklentisi devrim niteliğinde cesur adımlar atılmasıdır. “Türkiye Yüzyılı” bu adımların eseri olacaktır. Bu sebeple sloganlardan daha çok o sloganların altını doldurmak hayati derecede önem taşımaktadır.
 
 
Yunus Emre Altuntaş
Türkiye Aile Birliği Genel Başkan Yardımcısı, 28 Şubat Platformu Eğitim Komisyonu Başkanı

TurkiyeOkulAileBirligi.t.me
Basinaciklamasi.t.me
Deizm koca bir yalan mı?

Türkiye’de dindarlık artıyor mu, azalıyor mu? Gençlerin İslam’la ve dini kurumlarla ilişkisi nedir? Aslında ülkemizde olumlu ya da olumsuz en çok konuşulan ve ilgi gören konunun din ve dinle ilişkili pratikler olması dahi İslam’ın hayatımızda ne kadar merkezi bir yer işgal ettiğinin kanıtı. Oysa uzun bir süredir adeta bir proje gibi bazı internet hocaları ve özellikle kendilerini “ehl-i sünnet”in kalesi gibi gören din adamları ülkemizde “deizmin yaygınlaştığı” şeklinde felaket tellallığı yapıyor.

Onlara göre gençler hızla dinden uzaklaşıyor. Bu durumun en büyük sorumlusu ise hükümet ve Diyanet. Çözüm? Elbette “kendilerine” kulak verilmesi.

Gerçek şu ki, gençler bilgiye ulaşımın yaygınlaştığı günümüz dünyasında artık hurafelerle yoğrulmuş, dini kendi tekelinde gören bu kişilerden uzaklaşıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın GENAR’a yaptırdığı araştırma aslında bu gerçeği ayan beyan ortaya koyuyor. 18 yaş üzeri 2.500 kişi ve geniş bir coğrafi örneklem üzerinde yapılan çalışmaya göre iddianın aksine ülkemizde kendisini dindar olarak tanımlayanların oranı yüzde 51. Çok dindar olarak görenlerin oranı ise yüzde 9,6.

Araştırmada dindar değilim diyenler yüzde 8 iken hiç dindar değilim diyenlerin oranı ise yüzde 7. Yani Türkiye’de insanların yüzde 85’inin hayatında din az ya da çok ama “belirleyici” durumda. Hiçbir dine inanmayan ya da “din beni ilgilendirmiyor” diyenlerin toplam oranı ise sadece yüzde 5. Yine araştırmaya göre insanların yüzde 44’ü ibadetlerini yerine getirmeye çalıştığını yüzde 88’i ise İslam’a aidiyetinin tam olduğunu ve az ya da çok ibadet etmeye gayret ettiğini ifade ediyor.

Öyleyse gençler arasında deizmin yani “bir yaratıcının olduğunu kabul etmek ancak herhangi bir dine inanmamak” şeklindeki yaklaşımın arttığı iddiası nereden çıkıyor? Aslında cevap çok açık: Türkiye, Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar dindarlaşmış durumda. Belki bu zaman dilimini son üç yüz yıla kadar genişletmek dahi mümkün. Fakat gençler küçük meseleleri büyüten, sürekli cinsellik, kadın ve haramlar üzerinde konuşan, güven vermeyen din adamlarından uzaklaşıyorlar. Üzerinde konuşulan bu konular her ne kadar popüler olsa da, kişiyi dinin asıl maksadından uzaklaştıran ve gerçek gündemlerden kopartan meseleler. Özellikle gençler bu durumun farkında.

“Dini bilginizi hangi kaynaktan elde ediyorsunuz?” sorusuna verilen cevaplar da bu gerçeği ortaya koyuyor. Buna göre insanımızın yüzde 24’ü referans olarak “dini kaynak eserleri” aldığını söylerken, yüzde 17’si internette araştırma yaptığını, yüzde 15’i aile büyüklerine sorduğunu, yüzde 14’ü ise cami imamlarını referans aldığını ifade ediyor. Yani gençler okuyor, araştırıyor ve sorguluyor.

15 Temmuz darbe girişimini ülkenin en yaygın “dini cemaati” olarak bilinen bir örgütün gerçekleştirmiş olması, bazı cemaatlerin seçimlerde “ilkeler” yerine “çıkarlarını” önceleyen tutumlar sergilemesi vatandaşın cemaatlere karşı mesafe koymasını sağladı. Buna karşılık devlete ve devletin dini kurumlarına karşı güven arttı. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı tüm eksikliklerine rağmen çok daha sahih bir dini düşünceyi temsil ediyor. Yaygın Kur’an eğitimiyle pek çok “merdiven altı din bezirgânı” yapının alanını daraltıyor. Sürekli olarak hem sol muhalefetin hem de bu sözde dini yapıların hedeflerine Diyanet’i koymalarının sebebi bu.

Gençlerin “akın akın deist oldukları” iddiası koca bir yalan. Gündemde kalabilmek için ekranlarda sürekli kavga edip, dini ticari bir meta haline getirenlerden akın akın kaçtıkları ise gerçek.

https://x.com/muratozer_ist/status/1787863310869643773?s=48&t=BBYW674Pn3Tu1Wd9LfhL5Q

✒️bit.ly/4dvr0Bp
🎧bit.ly/4dsJm68

Akşam Gazetesi, 7 Mayıs 2024, Salı

Murat Özer
İMKÂNDER Genel Başkanı
Türkiye Aile Meclisi
Yüksek istişare kurulu üyesi

Ahlaksız Ailesiz Cinsiyetsiz toplum operasyonlarına Dur!De!

fb.com/groups/ailehaklari/
Instagram.com/AileHaklari
M.me/AileFederasyon
Youtube.com/AileMeclisi
antiGENDERhareketi.t.me
TurkiyeOkulAileBirligi.t.me

SectikleriniDenetle.t.me

ADALETplatformu.t.me
FB.com/AdaletPlatformu
milliirade.t.me

AileyiKoru
nethaberler.com/a
dem-cevik-aileyi-ve-devleti-korumak-icin/

KuranBendeNeDegistirdi.t.me kurtuluskuranda.t.me kuranevi.t.me
Siyonizm Dayatması CEDAW İstanbulSözleşmesi 6284, 5816 Fulbright Laisizm Kamalizm ihaneti teröre cinayete şiddete darbeye ahlaksızlığa teşviki durdurulmalı #ÖnceAHLAK Seferberliği başlatılmalı!

Siyonist İstanbul Sözleşmesi 6284 14.yıl BasınAçıklaması https://basinaciklamasi.t.me www.AdaletPlatformu.t.me

Türkiye Aile Meclisi: Siyonizm Dayatması CEDAW İstanbul Sözleşmesi 6284 Fulbright Laisizm Kamalizm DSÖ ihaneti terörü cinayeti şiddeti darbeyi teşviki durdurulmalı #ÖnceAHLAK Seferberliği başlatılmalı!

1-11 Mayıs 2011'de imzalanan Yasamanın derhal 8.3.2012 tarihli, 6284 nolu yasa bir an evvel baştan aşağı değiştirilmesi gerekir.

11 Mayıs 2011'de imzalanan ve kadük olan istanbul sözleşmesinin dayattığı 6284 fitne yasası Yasanın 1. Maddesi a bendinde de ifade edildiği gibi, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi ve yürürlükteki diğer kanuni düzenlemeler esas alınır.” Bu durumda yasanın varlık meşruiyeti dayanağını kaybetmiştir. Konunun siyasi polemik konusu yapılmaması için TBMM’nin bu konuyu bir an evvel ele alarak neticelendirilmesi gerekir.

1.1-Yeni yasa, kesinlikle, toplumun inanç, tarih ve geleneklerine uygun bir şekilde ve cinsiyetçi bakış açısının dışında ele alınmalıdır. Yasa dilinde kavram ve ETCEP ve GREVİO kurumların ciddi bir şekilde gözden geçirilmesi, biyolojik cinsiyeti yok sayan toplumsal ciddiyet iddiaları, GLPT+’ı dezavantajlı topluluk kabul ederek onlara pozitif ayırımcılık uygulanması, genç yaşta evlilik, ömür boyu nafaka, nafaka hapsi, genç evlilik hapsi gibi yakınma sebebi olan konularla, BİREY, GENDER gibi konularda, tanımlamalarda daha dikkatli olunması gerektiğini tekrar hatırlatmak istiyoruz.

2-Yürütmenin bu anlamda “6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna ilişkin Uygulama Yönetmeliği”nin de bir an evvel yeni çıkacak yasaya göre yeniden düzenlenmesi gerekir. O zamana kadar da varlık ve meşruiyetine ilişkin dayanağın ortadan kalkması sebebi ile, bu yönetmeliğe ilişkin bütün uygulama ve bu yönetmeliğe dayalı, genelge, yönerge, tamimlerin dondurulması gerekir.

2.1-İlgili yönetmeliğin 1.bölümü “Dayanak” ara başlığı altında 2. Maddesinde şöyle denilmektedir: “Bu Yönetmelik, 8/3/2012 tarihli ve 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun 22 nci maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.” Yönetmeliğin dayanağı yasa, yasanın dayanağı sözleşmedir. Sözleşmeden çekildiğimize göre bu yasa ve bu yönetmelik de meşruiyetini kaybetmiştir. Şiddette cinsiyetcilik terördür. Şiddete cinayete çare kısas hükmünün kanunlaşmaSıdır.
Kadük olan tahrifatlı ihanet sözleşmesi için 17 yıldır faaliyette olan adalet platformu ve Türkiye Aile Meclisi Başkanı Adem Çevik anayasa mahkemesine ve istanbul savcılığına da 86647 sayı ile suç duyurusu yapmıştı.

2.2-Yürütme bir an önce bu konuda izlenecek yol ve yönteme ilişkin bir takvim açıklaması gerekir.

2.3-“Sözleşmeden çekildik ama, yasa ve yönetmelikte bütün hükümler mevcuttur” gibi açıklamalara meydan vermeden, kapsamlı yeni bir düzenleme yapılmalıdır. Yeni düzenleme “Anadolu kriterleri olarak” toplumda hayal kırıklığına yol açacak hükümler içermemelidir. Eski uygulamaların tekrarı mahiyetinde yeni düzenlemeler toplumda bu kez daha şiddetli infiallere sebeb olabilir.

2.4-Toplum gelinen noktada CEDAW, LANZORE DSÖ İKLİM sözleşmelerinden kaynaklanan benzer düzenlemeler konusunda tedirginliğini korumaktadır. Bu düzenlemeleri yarın AİHM, AB ve BM gibi Uluslararası divanlarda ülkemiz aleyhine bir takım baskılar için gerekçe olarak kullanılabileceği unutulmamalıdır. Sorunun kökten çözümü için, bu anlamda CEDAW, LANZORETE ve bu sözleşmelerin ek protokolleri de dahil tamamını kapsayacak bir şekilde 6284 sayılı yasa kaldırılmayacaksa, bu konunun da hakkı üstün tutan yeni anayasa'da yer almasını talep ediyoruz. Siyonizm laisizm kamalizm erasmus fulbright masonluk yasaklansın

3-Yargı’nın ise yasa ve yönetmeliğin müstenidatı olan sözleşmeden çekilmemiz dolayısı ile, bu yasa ve yönetmeliğe dayalı tüm yargı işlemlerini
Özgür-Der: Kemalist öğütüm sistemini tartışmadan atılacak hiçbir adım yeni olmayacaktır! https://www.haksozhaber.net/ozgur-der-kemalist-ogutum-sistemini-tartismadan-atilacak-hicbir-adim-yeni-olmayacakt-176084h.htm @ozgurder

https://twitter.com/AdaletPlatformu/status/1789345092240548070?t=UCtTf4ZeSGh5mf-3DxJX3Q&s=19

Basın açıklamasının tam metni:

Yeni Müfredat Hazırlığı İçindeki Eğitim Bakanlığı’na Çağrımızdır:
KEMALİST ÖĞÜTÜM SİSTEMİNİ TARTIŞMADAN ATILACAK HİÇBİR ADIM YENİ OLMAYACAKTIR!

Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeni müfredat hazırlığı ile ilgili çalışmaları kamuoyuna açık bir şekilde tartışılmaya devam ediyor. Öncelikle, gelecek nesillerin yönlendirilmesine, şekillendirilmesine yönelik bir alanın doğrudan toplumun değişik kesimlerinin tartışmasına, katkısına açılmış olmasını elbette olumlu bir gelişme olarak görmek gerekir. Militarist mantıkla ve bürokratik bir mekanizma içinde tepeden eğitim düzeninin belirlendiği günlerden buraya gelinmesi şüphesiz vesayet düzeninin geriletilmesi açısından önemli bir kazanımdır.

Yeni müfredat çalışmaları çerçevesinde pek çok alanda önemli adımlar atıldığına şahitlik etmekteyiz. Bilhassa öğrencileri donuk, niteliksiz bilgi yığınına maruz bırakma şeklindeki anlayıştan araştıran, sorgulayan, kendini geliştirmeye açık bir yaklaşımın yaygınlaştırılmasına dönük çabalar eğitimde önemli adımlar olmuştur.

Ne var ki tüm yenilenme, gelişme çabalarına rağmen halen Türkiye’de eğitim alanının resmi ideolojik dayatmaların en yoğun sergilendiği zemin olma özelliği maalesef yeni müfredat arayışlarında da değişmiş, aşılabilmiş değildir. Gerek köhnemiş yasal mevzuatın etkisiyle, gerekse de kalıplaşmış zihniyet ve alışkanlıkların baskısıyla eğitim alanının Atatürkçülük dayatması ve Atatürk putlaştırılmasından kurtarılamadığını üzülerek gözlemlemekteyiz. Oysa okullar çocuklarımıza resmi ideolojinin ve idollerinin ezberlettirildiği ve kutsandığı değil, fıtri ve teknik bilgilerin, becerilerin ve tahlil gücünün kazandırıldığı bir platform olmalıdır.

Tabularını tüm topluma dayatma hastalığından bir türlü kurtulamayan çevreleri ikna etme, onları kızdırmama, ürkütmeme endişesiyle atılan adımlar sonuç vermeyecek, anlamsız düzenlemeler olmaya mahkumdur. Fincancı katırlarını ürkütmeme kaygısıyla takınılan bu tavırlar haktan ve adaletten uzak olduğu gibi, söz konusu fanatik kesimleri razı etmeye de yetmeyecek, sonuçta kimsenin memnun olmadığı düzenlemeler olarak kalacaktır.  

Konu hakkında bugüne dek çokça söz sarfedildi; çokça talep ilettik, eleştirilerde, itirazlarda bulunduk. Burada bunları tekrar etmeye gerek görmüyor; sadece haklı, insani, İslami talebimizi ve uyarımızı bir kez daha yineliyoruz. Yapılması gereken şey öncelikle ve acilen eğitim zemininin Kemalist dayatma alanı olmaktan çıkartılmasıdır. Ana okuldan başlayarak tüm okul ve eğitim aşamalarında çocuklarımızı, gençlerimizi Atatürkçü olarak yetiştirme dayatmasından vazgeçin!

Biz Müslümanız, Rabbu’l-Alemin’in verdiği kimlikten başkasının bize zorla, baskıyla, şartlandırmayla dayatılmasını kabul etmiyoruz. Bu tutumun farklı anlayışlara, inançlara sahip insanlara yapılan bir haksızlık ve zulüm olduğuna inanıyor ve bu cahili, totaliter, zalimane anlayışı reddediyoruz. Devlet bizim rabbimiz değildir. Bırakın çocukların, gençlerin fikri planda nasıl yetiştirilmesi gerektiğine aileleri karar versin!

Bu anlayışla yeni müfredat hazırlığı içindeki Eğitim Bakanlığı’nı ve daha genelde de iktidarı daha cesur ve adil bir tavır almaya, resmi ideolojik dayatmalarla hareket etmekten vazgeçmeye ve nihai tahlilde artık Türkiye’yi mezardan yönetilen bir ülke olma görüntüsünden çıkarmaya çağırıyoruz.

Rıdvan Kaya
Özgür-Der Genel Başkanı

Kaynak: Özgür-Der: Kemalist öğütüm sistemini tartışmadan atılacak hiçbir adım yeni olmayacaktır!
VAROLUŞ SAVAŞIMIZI KAZANMAK İÇİN ÖNCE HAK ÖNCE AHLAK ÖNCE AİLE SEFERBERLİĞİ BAŞLATIYORUZ
ADEM ÇEVİK: ÖNCE HAK ÖNCE AHLAK ÖNCE AİLE SEFERBERLİĞİ İLE VAROLUŞ SAVAŞIMIZI KAZANACAĞIZ
HAKKI ÜSTÜN TUTAN NİZAMI ANAYASA YASA SÖZLEŞMELER MÜFREDATTA UYGULAMADA ESAS ŞİAR OLACAK!

15Mayıs AİLE HAKLARI HAFTASI 10/16Mayıs Engelli Hakları 17Mayıs EŞCİNSEL SAPIKLIKLA MÜCADELE Haftası


BİR UYGARLIK PROJESİ OLARAK “HAK KAVRAMI”
Dil bizim medeniyetimizde bir beslenme, tad ve konuşma için organ, lisan ve kalp anlamına gelir. Bu hafta AİLE HAFTASI, Engelli Hakları Haftası ve Bugün aynı zamanda Dil Bayramı.. devletimiz, dinimiz, dilimiz alfabemiz soykırımda! Siyonizm sabataizm laisizm kabbala masonlar 300'ler meclisi ve tüm işgalci düşmanlarımızın yerli hain işbirlikçilerinin dayattığı anayasa yasalar müfredat yerli milli fıtrata inancımıza uygun olursa kurtuluruz...
Medeniyetlerin alameti farikalarıdır kavramlar ve kurumlar. Bunlar aynı zamanda tarih ve geleneği, bir toplumun ortak hafızası ve tecrübeler birikimini ifade eder. Allah (cc) de yaratılışı tek bir kelime ile ifade eder. Hakikat ile Gerçeği, Hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini, yani Hüsn ve Gubuh’u Gerçek ile gerçek dışı olanı bu değerler çerçevesinde idrâk eder ve yaşarız. Toplumların hafızaları ve davranış kalıpları bu iklimde hayat bulur.
Ödünç alınan kavram ve kurumlarla özgün bir medeniyet inşa ihya edilemez.
BİR UYGARLIĞIN ALAMETİ FARİKASI kendi kavram ve kurumlarında kendini gösterir. Batı dünyası bir yandan “çok kültürlülük”den söz ederken aslında, merkezinde kendinin yer aldığı uluslararası düzen ve sözleşmeler, örgütlerle TEK’çi bir modeli dayattı.
Batı’da HAK kavramı yoktur. RİGH “sağ, hak, sağ taraf, gerçek, doğruluk, düzen” anlamına gelir. Onun için HUMAN RİGHT “İnsan Hakları” diye tercüme edilemez. “İnsani sağduyu” anlamında “İnsan merkezli bir etik ve moral değer”i ifade eder. Bu çerçevede Magna Carta, ya da Westefelya protokolü de, bir “insan hakları” belgesi değildir olamaz. Magna Carta Kıralla derebeyleri arasında halkın nasıl zabtu rabt altına alınacağı, haraca bağlanacağı ve elde edilen zenginliğin nasıl paylaşılacağı ile ilgili bir oligarklar uzlaşmasıdır. Westefelya ise, yokedilen Kızılderili, köleleştirilen zenciler ve yurtları işgal edilen sarı ırkın el konulan malları ve köleleştirilen insanlarının kilise (Vatikan) ve derebeyler tarafından nasıl pay edileceği, yani sömürge mirasının paylaşımı ile ilgili bir sözleşmedir. Kendilerinden olmayan insanları “insanlaşma aşamasını tamamlamamış hayvanlar” olarak gören bir aklın ürünüdür. Sonuçta 1600’lerin ortalarında bu sözleşme ile, bugün yeni dünya düzeni için yeniden ele alınan Ulus devletler ve uluslararası düzenin temel dayanağı bu sözleşmedir. Bu sözleşme aynı zamanda işgalci toplulukların kendi aralarındaki 100 yıl savaşlarını bitirmeyi gaye edinmişti. Laiklik, Ulus düşüncesi, Kültür, Spor, Komunizm, Kapitalizm, Liberalizm, Faşizm, Feminizm gibi siyasi ideolojiler bu iklimde hayat bulmuştur. Bu proje, 100 yıl savaşlarının ardından, 1700 den başlayarak, 1789 Fransız devrimi ile yeni bir evreye inkılab etti, 1900lerin başında 1. Dünya savaşı, ardından 2. Dünya savaşı, adı konulmadık bir dünya savaşı olan soğuk savaş, terör ve darbelerle bugünlere geldik.
Bu sürecin sonunda, ABD ve çoğu ABD merkezli global şirketler yaklaşık olarak dünya gelirinin yarısına sahip, Çin ve Hindistan dünya nüfusunun yarısına sahip, Rusya toprak olarak ihtiyar kıtanın yarısına sahip, ama Çin ve Rusya’nın sahip olduğu toprak 170 milyonluk Rusyanın yarısı gibi. Böyle bir dünya sürdürülemez. Yeni dünya düzeni kaçınılmaz, ancak bu egemenlerin dayattığı bir düzen olmamalı.
Bugün ŞER GÜÇLER Global reset’çiler, Trans Humanizm’den söz ediyorlar. Tanrıyı tedavülden kaldırmaktan söz ediyorlar, insanın tanrı olmasından ve cinsiyetsiz ailesiz ahlaksız bir toplumdan söz ediyorlar. Bize kalırsa acil gündem bu olmalıdır. Starlink’ler ve 5G ile dünya global bir tehdit olarak siber bir işgal ve saldırı ile terörle karşı karşıyayız. Aşılar sonrası BioHacker tehdidi ile karşı karşıyayız. BİYOLOJİK İNSAN NESLİ TEHDİ