@BASINAciklamasi
199 subscribers
420 photos
1 video
447 files
3.29K links
AileyiKoru Teröre Cinayete Darbeye ÇARE: KISAS!
Siyonizm Masonluk KAOS/GLPT FUHŞ içki kumar riba $ YASAKLANSIN! #önceAHLAK #önceHAK #önceADALET #önceinsan @HakBirr @milliirade @KULHAKLARI @AileHaklari @insanhaklari @TurkiyeSTKBirligi @SectikleriniDenetle!
Download Telegram
KAZANCINI NEREYE HARCADIĞINI BİL-4

Bu resim Bayer'in Berlin binasına ait ve yeni

#SiyonistBayer'i boykot etmeyen insan değildir.

Bayer'in kurucusu Friedrich Bayer siyonist Hıristiyanlar olarak anılan bir Evanjelist'ti ve Evanjelist mezarlığına gömüldü. Bir işçinin babasının ağrılarını dindirmek için söğüt ağacının yaprakları kullanmasıyla başlayan ve Aspirin'e gönüşen hapla şöhret buldu.

Monsanto'yu da satın alarak aynı zamanda tohum devi de olan BAYER, insanlık düşmanlarının yanında saf tutmayı tercih etti.

Ürettiği glifosat ihtiva eden ölümcül Roundup adlı zehriyle bütün insanlığı kanser yapıyor. Bayer özellikle insânî, hayvânî ve zirâî ürünleriyle bütün insanlığı zehirlemek, çevreyi kirletmek ve dünyayı yaşanmaz bir yer kılmak için çalışır.

Şirketin asıl adı IG Farben'di. Toplu ölümler için kullanılan Zyklon B gazını üretiyordu. İnsanlığa karşı suç işlediği için 2. Dünya Savaşı'ndan sonra feshedildi.
Bayer,
BASF ve
Hoechst adıyla faaliyetlerine devam etti.

Yani soykırımcılık Bayer, BASF ve Hoechst'in asıl mesleği.

#SiyonistBayer'i boykot etmeyen insan değildir.

@RTErdogan Bayer topraklarımızı, sularımızı, hayvanlarımızı ve insanlarımızı zehirlemeye, kanser yapmaya ve öldürmeye daha ne kadar devam edecek?

@omerbolatTR @HakanFidan @ikalin1 @ibrahimyumakli @isikhanvedat @iletisim @DIBAliErbas Yüzbaşı Yair Edou Netanyahu

@kemalozer
KAZANCINI NEREYE HARCADIĞINI BİL-4

Bu resim Bayer'in Berlin binasına ait ve yeni

#SiyonistBayer'i boykot etmeyen insan değildir.

Bayer'in kurucusu Friedrich Bayer siyonist Hıristiyanlar olarak anılan bir Evanjelist'ti ve Evanjelist mezarlığına gömüldü. Bir işçinin babasının ağrılarını dindirmek için söğüt ağacının yaprakları kullanmasıyla başlayan ve Aspirin'e gönüşen hapla şöhret buldu.

Monsanto'yu da satın alarak aynı zamanda tohum devi de olan BAYER, insanlık düşmanlarının yanında saf tutmayı tercih etti.

Ürettiği glifosat ihtiva eden ölümcül Roundup adlı zehriyle bütün insanlığı kanser yapıyor. Bayer özellikle insânî, hayvânî ve zirâî ürünleriyle bütün insanlığı zehirlemek, çevreyi kirletmek ve dünyayı yaşanmaz bir yer kılmak için çalışır.

Şirketin asıl adı IG Farben'di. Toplu ölümler için kullanılan Zyklon B gazını üretiyordu. İnsanlığa karşı suç işlediği için 2. Dünya Savaşı'ndan sonra feshedildi.
Bayer,
BASF ve
Hoechst adıyla faaliyetlerine devam etti.

Yani soykırımcılık Bayer, BASF ve Hoechst'in asıl mesleği.

#SiyonistBayer'i boykot etmeyen insan değildir.

@RTErdogan Bayer topraklarımızı, sularımızı, hayvanlarımızı ve insanlarımızı zehirlemeye, kanser yapmaya ve öldürmeye daha ne kadar devam edecek?

@omerbolatTR @HakanFidan @ikalin1 @ibrahimyumakli @isikhanvedat @iletisim @DIBAliErbas Yüzbaşı Yair Edou Netanyahu

https://x.com/cankemalozer/status/1721461691567755410?t=nFLBazVcUiqYqDY7rcTT-A&s=35
Esirlerinizi öldürülebilirsiniz; ama, onların ‘isyan hakkı’nı ellerinden alamazsınız!

Türkiye’de halkımızın, -inşaallah- ebedîyyen muhalefete mahkûm ettiği malûm partinin yeni Gen. Başkanı, seçildiği kurultayda yaptığı konuşmada, 75 yıldır toprakları işgal edilmiş  ve prangalara vurulmuş Filistin halkının asîl direnişçilerine ‘terörist’ demiş;  Amerikan emperyalizminin ve onun Avrupa’daki müttefikleri olan rejimler ve içerdeki yardakçılarıyla ağız birliği ederek.. . Üstelik de, Batı dünyasındaki sivil halklar ve hattâ Amerikan Yahudileri arasında bile, Gazze’de sergilenen barbarlığa  karşı protesto gösterileri yapar ve bir çok Yahudi cemaatleri, İsrail tarafından sergilenen barbarlığın ‘Hz. Mûsa’nın şeriatinde yerinin asla olmadığını’ söylerken ve de  insanın hür yaşaması gerektiğine inananlarca, ‘Esaret altında yaşayan insanların, kurtulmak ümidiyle zincirlerini kırmak için isyan hakkının tabiî olduğu’ kabul edilirken.. *Evet, 75 yıldır, ağır baskılar altında yaşayan Filistin halkının, kendi topraklarında esaret hayatı altında yaşatılmalarına karşı her fırsat ve yöntemle isyan etmek hakkı, saygıyı en çok hak eden bir davranış şeklidir ve esir insan, bu durumdan kurtulmak yolundaki çırpınışından dolayı  suçlanamaz.Bu konuya bu kadarca değindikten sonra.. Bir başka konuya değinelim: *Cumartesi sabahı, bazı  dostların, ülke veya dünya gündemindeki konular etrafında sohbet etmek için, ayda bir tertib ettikleri kahvaltılı  bir toplantıya katıldım. Sözkonusu toplantıda akademisyen arkadaş da 1 saati aşkın bir süre Filistin ve sionist İsrail rejiminin kurulması süreci etrafında bilgi verdi.Ancak , o gün  saat 11.00’den itibaren, ‘İstanbul 2. No.lu Baro’nun ‘Filistin’de Soykırım’ konulu ve bu satırların sahibinin konuşması olduğundan, bu kahvaltılı toplantının sonunu bekleyip, sözkonusu  akademisyen arkadaştan bazı konulara açıklık getirilmesini rica etmek imkânı olmadı..Halbuki, o akademisyen arkadaşın yaptığı bilgilendirmeye  teşekkürden öteye,  birkaç konuya değinmek gerekiyordu.Meselâ, bu arkadaş, Müslümanların bugün karşılaştıkları meseleleri aşabilmeleri için, ‘Ümmet’ şuûruyla hareket etmesi gerektiğine değinirken, ‘ama, ümmetçi olmamak gerektiği’ne de vurgu yapıyordu. Halbuki, ümmetçi olmadan, yani, ‘İslâm Milleti’nin birliğini sağlamayı ideal edinme’den, nasıl ümmet olunacağı?’  sualinin cevabı verilebilmeliydi.Ayrıca, mezkûr arkadaş, sionist İsrail rejiminin, 1948’de kuruluşunun hemen ardından, halkı Müslüman olan ülkelerden sadece Türkiye’nin bu yeni devleti resmen tanımasına değinerek, ‘o günkü dünya şartlarında bu tanımamazlığın, kaçınılmaz olduğunu’ iddia etmesinin mantıkî bir izahı yoktu.Ayrıca, Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’ndaki ağır yenilgisi ve kurtlar sofrasında parçalanışından sonra, İngiliz emperyalizmince Filistin’e davet edilen Yahudilerin kısa zamanda çok büyük rakamlara ulaşmasının Filistin’de meydana getirdiği derin sosyal rahatsızlıklar üzerine,  1925’de Kudüs ve 1930’daki Mekke Konferanslarına değinilirken; 1925’deki Kudüs Toplantısı’ndan bir netice alınmadığı için, ‘Türkiye’nin 1930’daki Mekke Toplantısına  katılmayı reddettiğinin ifade olunması’ ne kadar gerçekçiydi? Çünkü, Türkiye’nin 1930 Mekke Toplantısı’na katılmaması, Kemalist rejimin, , ‘Devlet’in dini, Din-i İslâm’dır..’  şeklindeki Anayasa  hükmünü, 1928’de anayasadan atmasının  ve fiilen laik bir uygulamanın gereğiydi. *Bu konulara bu kadarca değinip geçelim,  2. No.lu Baro’da tertiplenen ‘Filistin’de Soykırım’ sempozyumuna..

https://chat.whatsapp.com/CsAjonYZrYNIADjIU0VpIn

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ve 2. No.lu Baro Başkanı Yâsin Şamlı’nın muhtevalı ve ilginç konuşmalarından sonra, akademik ünvanlı olanlar genelde, uluslararası hukukun çiğnendiğinden  ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yapılacak başvurulardan uzun uzun söz ettiler.Halbuki, uluslararası hukuk denilen kurallar, Birleşmiş Milletler‘de, 2. Dünya Savaşı’nın galipleri olan ‘5’li mütegallibe’ce  dayatılmış bir ‘zorbalık hukuku’ydu. Hâlen de BM.
Güvenlik Konseyi’nin 5 Daimî üyesinin sadece birisinin  ‘vetosuyla bile, BM’nin işletilemez hale getirildiği ve  ‘su başlarının ‘dev’ler tarafından tutulduğu bir barbarlığın’  yine de hukuk adına bir ümit kaynağı olarak sunulması ilginçti.


*Star Kaynak: Esirlerinizi öldürülebilirsiniz; ama, onların ‘isyan hakkı’nı ellerinden alamazsınız! - SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

https://www.haksozhaber.net/esirlerinizi-oldurulebilirsiniz-ama-onlarin-isyan-hakkini-ellerinden-alamazsiniz-35025yy.htm

Adem'in notu:
4 Kasım Cumartesi 2.İstanbul barosunun Filistin sempozyumunda karsilastik

AİLEM yönetiminden birr kardeşimiz DERSAADET sabah kahvaltı Programında Zekeriyya Kurşun'un konuşmacı olduğunu söyledi...

Cuma saat:14'de de suatgün ensar vakfı genel merkezdeki filustin konferansında Hamas İsrail tarafından kuruldu dedi @ademcevik programı protesto ederek ve salondan ayrıldı ...


9Kasım🕐13 FatihCami 81İL #Filistin/#KUDÜS düştü 1917
https://www.akasyam.com/amp/dunya-cocuk-haklari-derneginden-acil-tutuklama-talebi-191006/#
RT
https://x.com/AdaletPlatformu/status/1721502555069444306?t=PdVIXjbWZ_BKNWJztQej-Q&s=35

#Ailem KasımTakvim
9/1912 #Selanik kayıp
10 #5816Kalksın
12 #Türkistan
18/11 @TBMMresmi #Halife Seçti 1922
20 @CocukHaklariDe
22 TMK
24 İS
25 Şiddet
25/28 Şapka
29/@UN 5'li ÇETE'nin #Filistinişgali 1947

Milliirade.t.me
Bulgulara göre Türkiye'de kendini Müslüman olarak tanımlayanların oranı %92,3.

Diğer inanç biçimleri şöyle:
Deist: %3,2
Ateist: %2,7
Agnostik: %0,7
Diğer: %0,2

Parti tercihlerine göre ise sağ partilere oy veren seçmenin tamamına yakını kendini Müslüman olarak tanımlıyor.
saygı eylemi çerçevesinde makul ve mazur gösterilmeye çalışılsa da, tüm bu yapılanlar İslami esaslar çerçevesinde Aziz ve Celil olan Allah Teala’ya atfedilmesi gereken sıfatların O’nun dışında herhangi birine yakıştırılması demektir. Zaten ulu, yüce, kurtarıcı vb. tanımlamalar bile başlı başına bu duruma işaret etmektedir. Ve şüphesiz Rabbu’l Alemin’e ait sıfat, yetki ve otoritenin herhangi bir kula, nesneye, mahluka yöneltilmesi açık, dolaysız, kesin şirktir.
Mustafa Kemal’e atfedilen işlev ve sıfatların, ayrıca da onun şahsına yönelik yansıtılan tazimin ancak Allah Subhanehu ve Teala’ya gösterilmesi gerektiğinden hareketle Mustafa Kemal’in bu toplumun ilahı konumuna oturtulduğu net biçimde görülebilmektedir. 
Tüm bu gerçekliğe rağmen kendilerine İslami kimlik nispet edilen iktidar kadroları marifetiyle son dönemlerde giderek artan bir tarzda resmi ideolojik dayatmaları içselleştirme ve geniş kitlelere benimsetme çabaları içerisine girilmesi dikkat çekmektedir. Toplumun maruz kaldığı bu dayatmayla, hastalıklı durumla mücadele etmeleri gerekenlerin değişik politik hesaplarla ve hiçbir tutarlılık taşımayan argümanlar ileri sürerek bu çarpıklığı normalleştirmeye kalkışmaları daha fazla kirlenmeye yol açarken, umutsuzluğu da artırmaktadır.  
Bir an için Mustafa Kemal’in salih ve mümin bir kişi olarak yaşayıp hayata veda ettiğini varsayalım ve kendisine karşı sergilenen şu tutum ve eylemleri değerlendirelim: Böyle olsaydı bile bu yapılanlar açıkça batıl, haram ve sahibini fıska, dalalete götüren ameller olurdu. Çünkü salih ve muvahhid bir kişi bile olsa, muhataba Rablik, İlahlık atfedilmesi anlamına gelen eylemler şirk kapsamına girer. 
Kaldı ki düşünceleriyle ve eylemleriyle çok açık, net bir tarzda vahye dayalı bir hayat anlayışına karşı mücadele etmiş, bu coğrafyada İslami kimliğin tümüyle tasfiye edilip, yerine Batıcı, laik, ulusçu bir toplum ve devlet yapısının yerleşmesi için çaba sarf etmiş bir kişi söz konusudur. Toplumu geri ve ilkel konumdan kurtarma projesi doğrultusunda jakoben bir anlayışla her türlü baskı ve zor aracına başvurmaktan çekinmemiş, bu yüzden rakip ya da tehdit olarak gördüğü her türden anlayışın temsilcilerine, başta da İslami kimlikli muhaliflerine karşı alabildiğine sert bir imha ve tasfiye siyaseti uygulamıştır. 
Kimseyi zorlamıyor, kimsenin bize inanç dayatmasını da kabul etmiyoruz! 
Yazık ki bu toplum on yıllardır yalana alıştırılmış, gerçeklikle bağı koparılmış bir toplumdur. Herkes birbirine adeta rol yapmakta, gelebilecek birtakım sıkıntıları savuşturmak, belaya bulaşmamak adına inandıklarını gizlerken, inanmadığı şeyleri söylemektedir. Hem Allah’a kulluk, hem de Mustafa Kemal’i ilahlaştırmak ise bu yalanların en sarsıcı olanıdır. Ve bu durum bu toplumun normalleşmesini, olgunlaşmasını engellemekte, onu bir nevi çocuksulaştırmaktadır. 
Oysa bu toplumun olgunluğa, netliğe ve öncelikle de yalanlardan, tutarsızlıklardan, kimlik krizlerinden arınmaya ihtiyacı var. 
Bazıları “bu ülkenin kurucusuyla, tarihi şahsiyetlerle neden uğraşıyorsunuz?” diye soruyor. Hayır, kimseyle uğraşmıyoruz, kimseyle de özel bir hesabımız yok! Ama tevhid akidesinin gereği olarak ilahlık iddiasındaki güçlerin ya da kendilerine ilahlık atfedilen yaratılmışların ilah olmadığını haykırmak zorundayız. Bu iman iddiamızın bize yüklediği bir sorumluluktur. 
Evet, kimseye inancımızı dayatmıyoruz, devlet gücüyle dayatılmasını da talep etmiyoruz ama kimsenin de bize inanç, ideoloji dayatmasını kabul etmiyoruz. 
Kuşkusuz Kemalist ideoloji akidemize, değerlerimize, yaşantımıza cepheden bir karşıtlığı temsil ediyor. Söylemi, simgeleri ve pratikleriyle hayatımıza yönelik her türlü müdahalesi bizi inancımızla, kimliğimiz ve şahsiyetimizle çelişkiye sürüklüyor. Bu gerçeklikten hareketle okulda, medyada, siyasette, sokakta inancımızı, kimliğimizi ve şahsiyetimizi koruyabilmek için bu ideolojik dayatmacılığa karşı açık ve net tavır almak gerektiğini hatırlatıyoruz. 
Yarın 10 Kasım! Ülke genelinde yine yoğun tapInma görüntülerine şahit olacağız. Yazık ki şirkin en bariz biçimde sergilendiği bu kutsama ritüelleri sadece kendilerini laik ve Atatürkçü diye tanımlayan kesimlerle de sınırlı kalmayacak. Kendini İslam'a nispet eden pek çokları, geniş kitleler de bu seküler ayin manzaralarının parçası olacaklar.
Resmi ideolojik dayatmalarla şekillenen bu sapkınlığa kerhen ya da iradeleriyle dahil olmanın anlamına dair sitemizde bundan 3 yıl önce Rıdvan Kaya tarafından kaleme alınan makaleyi tekrar dikkatinize sunuyoruz. 
Rıdvan Kaya
Sadece Rabbimize ibadet eder, taptıklarınıza tapmayız!
Tevhidin temeli Allah’ı birlemek, O’ndan başka Rab, İlah, Hâlik ve Hakim tanımamaktır. Allah’a iman ise ancak tağutları reddetmekle birlikte gerçekleşir. Kitabullah’ta bu gerçek şöyle ifade edilir: “… Artık kim tağutu inkâr edip Allah’a iman ederse, muhakkak ki o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır…” (Bakara, 256)
Yaşadığımız toplum her ne kadar kahir ekseriyetiyle Allah’a iman iddiasında bulunmakla beraber ne yazık ki şirkle iç içe bir yapıya sahiptir. Bu çelişkiyi idrak edip, bundan kurtulma, arınma gayretleri ise bilhassa kamusal alanda icra edilen ve şirk olgusunu çeşitli biçimler ve araçlarla kurumsallaştırıp, yaygınlaştırmaya yönelik sistematik çabalarla boşa çıkartılmaya çalışılmaktadır. 
Kemalist tapınma kültürü ve ayin dayatması
Gerek günlük hayatta, gerekse de resmi düzlemde dini referanslara, sembollere ve mensubiyet iddiasına bolca yer verilmekle birlikte bilhassa kamusal alanda İslam’ın tek belirleyici konumda olmadığı açıktır. Bilakis resmi ideolojiye dinsel bir işlev yüklenmesinin neticesi olarak ulusal planda inanç ve ibadet düzeyinde eklektik bir görüntü öne çıkmaktadır. Bu noktada resmi ideolojik kimliğiyle Kemalizm pratikte bu ülkenin akidevi/ideolojik, yani dini kimliğini teşkil ederken, ilahlaştırma olgusu da Mustafa Kemal’in şahsı, imgesi, kültü üzerinden gerçekleşir.
Neredeyse her türlü toplumsal faaliyette, kamusaldan özele her alanda, her yerde bu ülkede yaşayan herkesten Mustafa Kemal’in şahsını, ideolojisini, rehberliğini içten bir bağlılıkla benimsemesi istenir. Çeşitli vesilelerle tertiplenen törenlerde, kutlamalarda adının ve mirasının yüceltmesi; ona karşı hiç bitmeyen bir minnet duyulması ve bu bağlılık ve borçluluk duygularının sürekli biçimde ve en güçlü bir tarzda tekrarlanması beklenir. 
İbadi birer ritüel formunda gerçekleşen törenlerde ülkenin en tepe yöneticisinden, ana okulundaki bebelere kadar herkes bir biçimde onunla diyalog içindedir. Yemin ederek, ant okuyarak, adına açılmış deftere yazarak, saygı duruşunda bulunarak ya da büstü, heykeli, kabri önünde eğilerek tazim, takdis ve münacat sergilenir. 
Tevhid de, şirk de ancak hayat içinde anlam kazanan eylemlerdir! 
Kimilerince ülkenin kurucusu ve kurtarıcısına yönelik saygı eylemi çerçevesinde makul ve mazur gösterilmeye çalışılsa da, tüm bu yapılanlar İslami esaslar çerçevesinde Aziz ve Celil olan Allah Teala’ya atfedilmesi gereken sıfatların O’nun dışında herhangi birine yakıştırılması demektir. Zaten ulu, yüce, kurtarıcı vb. tanımlamalar bile başlı başına bu duruma işaret etmektedir. Ve şüphesiz Rabbu’l Alemin’e ait sıfat, yetki ve otoritenin herhangi bir kula, nesneye, mahluka yöneltilmesi açık, dolaysız, kesin şirktir.
Mustafa Kemal’e atfedilen işlev ve sıfatların, ayrıca da onun şahsına yönelik yansıtılan tazimin ancak Allah Subhanehu ve Teala’ya gösterilmesi gerektiğinden hareketle Mustafa Kemal’in bu toplumun ilahı konumuna oturtulduğu net biçimde görülebilmektedir. 
Tüm bu gerçekliğe rağmen kendilerine İslami kimlik nispet edilen iktidar kadroları marifetiyle son dönemlerde giderek artan bir tarzda resmi ideolojik dayatmaları içselleştirme ve geniş kitlelere benimsetme çabaları içerisine girilmesi dikkat çekmektedir. Toplumun maruz kaldığı bu dayatmayla, hastalıklı durumla mücadele etmeleri gerekenlerin değişik politik hesaplarla ve hiçbir tutarlılık taşımayan argümanlar ileri sürerek bu çarpıklığı normalleştirmeye kalkışmaları daha fazla kirlenmeye yol açarken, umutsuzluğu da artırmaktadır.  
Bir an için Mustafa Kemal’in salih ve mümin bir kişi olarak yaşayıp hayata veda ettiğini varsayalım ve kendisine karşı sergilenen şu tutum ve eylemleri değerlendirelim: Böyle olsaydı bile bu yapılanlar açıkça batıl, haram ve sahibini fıska, dalalete götüren ameller olurdu. Çünkü salih ve muvahhid bir kişi bile olsa, muhataba Rablik, İlahlık atfedilmesi anlamına gelen eylemler şirk kapsamına girer. 
Kaldı ki düşünceleriyle ve eylemleriyle çok açık, net bir tarzda vahye dayalı bir hayat anlayışına karşı mücadele etmiş, bu coğrafyada İslami kimliğin tümüyle tasfiye edilip, yerine Batıcı, laik, ulusçu bir toplum ve devlet yapısının yerleşmesi için çaba sarf etmiş bir kişi söz konusudur. Toplumu geri ve ilkel konumdan kurtarma projesi doğrultusunda jakoben bir anlayışla her türlü baskı ve zor aracına başvurmaktan çekinmemiş, bu yüzden rakip ya da tehdit olarak gördüğü her türden anlayışın temsilcilerine, başta da İslami kimlikli muhaliflerine karşı alabildiğine sert bir imha ve tasfiye siyaseti uygulamıştır. 
Kimseyi zorlamıyor, kimsenin bize inanç dayatmasını da kabul etmiyoruz! 
Yazık ki bu toplum on yıllardır yalana alıştırılmış, gerçeklikle bağı koparılmış bir toplumdur. Herkes birbirine adeta rol yapmakta, gelebilecek birtakım sıkıntıları savuşturmak, belaya bulaşmamak adına inandıklarını gizlerken, inanmadığı şeyleri söylemektedir. Hem Allah’a kulluk, hem de Mustafa Kemal’i ilahlaştırmak ise bu yalanların en sarsıcı olanıdır. Ve bu durum bu toplumun normalleşmesini, olgunlaşmasını engellemekte, onu bir nevi çocuksulaştırmaktadır. 
Oysa bu toplumun olgunluğa, netliğe ve öncelikle de yalanlardan, tutarsızlıklardan, kimlik krizlerinden arınmaya ihtiyacı var. 
Bazıları “bu ülkenin kurucusuyla, tarihi şahsiyetlerle neden uğraşıyorsunuz?” diye soruyor. Hayır, kimseyle uğraşmıyoruz, kimseyle de özel bir hesabımız yok! Ama tevhid akidesinin gereği olarak ilahlık iddiasındaki güçlerin ya da kendilerine ilahlık atfedilen yaratılmışların ilah olmadığını haykırmak zorundayız. Bu iman iddiamızın bize yüklediği bir sorumluluktur. 
Evet, kimseye inancımızı dayatmıyoruz, devlet gücüyle dayatılmasını da talep etmiyoruz ama kimsenin de bize inanç, ideoloji dayatmasını kabul etmiyoruz. 
Kuşkusuz Kemalist ideoloji akidemize, değerlerimize, yaşantımıza cepheden bir karşıtlığı temsil ediyor. Söylemi, simgeleri ve pratikleriyle hayatımıza yönelik her türlü müdahalesi bizi inancımızla, kimliğimiz ve şahsiyetimizle çelişkiye sürüklüyor. Bu gerçeklikten hareketle okulda, medyada, siyasette, sokakta inancımızı, kimliğimizi ve şahsiyetimizi koruyabilmek için bu ideolojik dayatmacılığa karşı açık ve net tavır almak gerektiğini hatırlatıyoruz. 
Kaynak: Sadece Rabbimize ibadet eder, taptıklarınıza tapmayız!
FILISTIN'E DESTEK BASIN AÇIKLAMASI
Dünya Alimler Birliği ve Dünya Aile Birliği'nin Cuma namazı sonrası Fatih Camii'nde düzenleyeceği filistinli gazzeli Suriyeli şehitler için gıyabi cenaze namazına ve kitlesel basın açıklamasına ailece katılımınızı istirham ederiz. Rabbimiz hepimize şâhitlik şehitlik nasib eyleye âmin
https://DunyaAileBirligi.t.me
10/11/12Kasım🕐13 81İL FatihCami #KUDÜSişgal/1917 13KASIM🕐13 AYASOFYA #İSTANBULişgal/1918
9/912 #Selanikişgal
10 #5816Kalksın
12 #Türkistan
15 #CHPcamileriSattı
18/11 @TBMMresmi #Halife 922
20 @CocukHaklariDe
22 TMK
24 İS
25 Şiddet
25/28 Şapka
29/@UN 5'li ÇETE #Filistinişgal 947